Hikâyeleriyle tanıdığımız Kâmil Yeşil, bir Çin bedduası olan "ilginç zamanlarda yaşayasın" sözünü hatırlatır gibi din-edebiyat-hayat üçgeninde yaşadığımız ilginçlikleri anlattığı metinlerini bir araya getirmiş, ortaya da Kalemin Gölgesinde çıkmış. Kitabı bitirdikten sonra divan edebiyatımızın büyük şairi Bâkî'nin "Mufassal kıssa başlarsın gârib efsâne söylersin" sözünü hatırlıyor insan. Sanki Yeşil'in anlattıkları, yakın tarihimizin sayfalarında tozlansın diye bırakılmış bir takım efsaneler. Ne olursa olsun, hepsi gerçekler.
Dergâh, Tarih ve Düşünce, Bilgi ve Hikmet, Türk Edebiyatı, İslâmiyat, İlim ve Sanat, Muhit gibi dergilerde yayınlanan ve bazı sempozyumlarda bildiri olarak okunan metinlerin toplandığı Kalemin Gölgesinde, Büyüyen Yayınları tarafından Haziran 2016'da okuyucuya sunulmuştu. 34 konu başlığı ve 240 sayfadan oluşan kitap, "Ramazanoğlu Mahmud Sami Efendi Hazretlerine rahmet duası ile" diyerek başlıyor. Sunuş yazısında "Bu kitaptaki yazılar memleketimizin ne kadar ilginç olduğuna dair bir kanaat verecektir, sanırım." diyen Yeşil, sayfalar boyunca şu konular etrafında bizi gezindiriyor ve düşündürüyor: Kalem, şark toplumlarında sözün değeri, dile takılan hakikat'ten dile gelen hikmet'e dönüş, internetin kirlettiği dil, kilisenin dili, günahkâr dil, dil-medeniyet ilişkisi ve dilin gelişmeyi durdurucu işlevi, durdurucu dil ve devlet işleri, telefon, halk edebiyatı, deniz ve imge, edebiyat ve mutluluk, edebiyat ve spor, divan şiirinin kaynağı, Türkiye'nin temel gerçeği ve fundamentalizm, bir eğitim metodu olarak kıyl ü kâl, Kur'an'ın çağdaş tefsiri, Ataç Türkçesi ile buharlaşan Kur'an meali, bir ermiş olarak Piri Reis ve bir kerameti olarak dünya haritası, İslâmî düşüncede radikal tavır, Yunus Emre Türkçesi ile Ramazan Hadisleri, biz ve atlar, sürgün, Namık Kemal'e karşı Yakup Kadri, yazarların para ile imtihanı, arkadaşının parasını üten şairler, evin hâlleri, kadim bir soru olarak 'Nerelisin?'.
Bir öykücünün, öykü dışında nelerle ilgilendiğini ve hatta nelerle ilgilenmesi gerektiğini içten içe görebildiğimiz, araştırma kitabına benzer bir özelliği var Kalemin Gölgesinde'nin. Yalnız araştırma değil, 'geliştirme' açısından da çok önemli konular ve paragraflar barındırıyor. Maddeler hâlinde varılan sonuçlar ise yazılardan bazılarının akılda kalıcılığını kuvvetlendirmiş. Kitabın adından da anlaşılacağı gibi, kalemin gölgesinde kendine serinleyecek bir yer bulan konuların ekseriyeti memlekete, millete, tarihe dair. Kâmil Yeşil, hikâyelerinde de buna çokça vurgu yapmış bir edebiyatçımız. Yol Durumu adlı kitabında "Şiir bir sığınaktı bize göre. Nasıl bir sığınak. İnsanı anlamsızlıktan, bunalmışlıktan, delirmekten, intihardan koruyan bir sığınak. İyi bir şiir her zaman insandan ve hayattan yana olmuştur. İnsanı korumak için tutunduğumuz bir şeydi şiir. Hakikate gidecek istikamete götürebilirdi insanı." derken bir -di'li geçmiş zaman kullanır gibiydi Yeşil.
Bu kitabında ise bu cümleleri açan çok yere rastlıyor okuyucu. Mesela tasavvufî halk edebiyatına dair şu cümlelerin üzerinde düşünülmeli:
"Halk edebiyatının dumura uğradığını gösteren en karakteristik örneği tasavvufî halk edebiyatıdır. Hâlbuki bu edebî akımın da Dede Korkut'la başlayan köklü bir geleneği vardır. Çünkü rivayetlerden öğreniyoruz ki Dede Korkut ilk Türk ermişidir. Bu geleneği Ahmet Yesevî ve onu takip eden yıllarda Yunus Emre devam ettirmiştir. Ağır aksak da olsa Cumhuriyet dönemine ve günümüze kadar devam eden Âşık Edebiyatı'na Neşet Ertaş'ı ve Âşıklar Şöleni'ne katılan mahallî şairleri örnek olarak verebilmemize rağmen, ne yazık ki tasavvufî halk edebiyatını devam ettiren bir örneğimiz yoktur. Bunun iki temel nedeni var:
1. Tekke, zaviye, dergâh gibi bu edebiyatı şiir, mûsıkî ve hat olarak sürdüren yerlerin kapanması,
2. Tasavvufu halka, halkın diliyle sevdiren şairin -Yunus Emre'nin- en büyük şair oluşu ve ondan sonra onun ayarında bir şairin yetişmemesi.
Denilebilir ki Türk halkı nasıl Nasreddin Hoca'dan daha büyük bir hoca görmek istememişse; Yunus Emre'den daha büyük bir şair görmek istememiştir; ya da hiçbir şair ikinci bir Yunus Emre olmayı göze al(a)mamıştır."
Edebiyat ve mutluluk üzerine yazarken birçok klişeyi yıkmaya gayret eden Kâmil Yeşil, evliliğin bir yazarı nasıl olumlu yönde etkileyeceğine ve evlilikten uzak bir yazarın da nasıl ruh hâllerine bürüneceğine şöyle bir paragrafla misal veriyor: "Evlilik, insanın Cemal yönüyle ilgilidir. Evlilik, Cemal iledir. Burada yüzün, yüz güzelliğinin 'Cemal' olarak adlandırıldığını hatırlamalıyız. Evlenmeyen, dünyanın bu ulvi tadını tatmayan kişilerin tecelli yönü ise Celal'dir. Celal yönü ağır basan insan; katı kuralcı, agresif, içine kapanık, sinirli ve geçimsizdir. Çünkü evlenmemiş nefis; sükûnete erememiş nefistir. Bu halin dışa vurumu siyasi bir tavır, kadınlara karşıtlık ideolojisi şeklinde de tezahür edebilir. Eksikliğin farkına varıp da onu itiraf edememe hali doğurur. Sinirlilik, yalnızlık, toplumdan kaçış... Edebi olana sığınma, siyasi olana sığınma bir tatmin sağlamaz."
Okuması oldukça keyifli olan yazılardan biri; yazarların para ile imtihanı. Yazının kısa ama etkili bir kaynakçası var ki evvela onları sıralamak lâzım: Şair ve Patron (Halil İnalcık), İttihadçı'nın Sandığı (Murat Bardakçı), Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Başbaşa (Hazırlayanlar: İ. Enginün - Z. Kerman), Portreler (Yusuf Ziya Ortaç), Necip Fazıl - Adnan Menderes İlişkisi (Alâattin Karaca), Mektuplar (Nuri Pakdil). Yazının sonuç bölümünde Kâmil Yeşil şöyle söylüyor: "Devletiniz büyükken eserinizi kendiniz inşa eder, yazar, çizer, kaarilere sunarsınız, kendi adınıza el yazmaları ile dolu kütüphaneler kurarsınız. Divanü Lügat'it Türk'ü kendi paranızla satın alırsınız. Devletiniz küçüldü mü bir eser yazmak/yayımlamak için bakanlığa başvurursunuz."
Yazarın, bir sonraki 'Arkadaşının parasını üten şairler' bahsindeki Ahmet Hamdi Tanpınar tespitine okur okumaz şapka çıkartmıştım: "Gece gündüz para için kıvranan, ömrünün sonuna doğru Kıbrıs'ta ortaokul öğretmeni olmak için bakanlığa başvuran Tanpınar'ın durumunu anlayabiliyorum. Ama anlamadığım bir şey var: Arkadaşları arasında kişiliğini, izzetini bu kadar çiğneyen bir adam olarak Tanpınar'ın şiirlerinde, hikâye ve romanlarında kumardan, günlüklerindeki ezilmişlikten, yakıcılıktan niye bahis yok?.. Yoksa günlüklerindeki duygular da mı sahte Tanpınar'ın? Çünkü günlüklerinin bir yerinde bir gün bunların basılıp okunacağından bahsediyor. Tartışmaya değer doğrusu."
Araştırmacı, keşifçi özelliğinin yanı sıra ev-yuva-aile hususlarında nitelikli düşünen yazarlara, edebiyatçılara ilgimiz var. Kâmil Yeşil'in kitabında bu konuyla ilgili kısa bir bölüm var, daha uzun olmasını isterdim. Zira insana insanlık katan üç şeydir ev, yuva, aile. Ailesiz bir ev yuva olmuyor, konut belki. Yeşil de şöyle söylüyor: "Siz hiç içinde, apartman, site veya kat geçen bir türkü duydunuz mu? Batılaşma tarihinin üzerinden yaklaşık yüz seksen yıl geçmiş olmasına rağmen apartman ve site övgülü bir türkünün olmamasını hayır olarak yorumlayabilir miyiz acaba? Ev ve evlerimiz sadece başımızı soktuğumuz bir barınak değildir; evlerimiz vatanımızdır. Küçük bir vatan. Vatan, büyük bir ev; evlerimiz küçük bir vatan. Bundan dolayı her iki durumu ifade etmek için 'yurt' kelimesini kullanırız. Yurdumuz yuvamızdır. Kutsalımızdır. Kem gözlere karşı, alnının çatısında Maşallah yazar."
Dile, kaleme, söze gelmiş; yakın tarihimizin din-edebiyat-hayat perspektifindeki ince detaylar Kalemin Gölgesinde kitabında yer bulmuş. Bu gölgede dinlenme yok, düşünce var.
Yağız Gönüler