Kötülük hiçbir zaman gücünü kendinden almaz. Her zaman için bir iyi’ye ihtiyaç duyar. İnsan, kötülüğü kötülük olarak yapamaz. İstese de yapamaz. Kötülük, kendi başına bir güç kaynağı değildir. Bir iyiye dayanmak zorundadır çünkü gerçek anlamda gücün kaynağı her zaman iyiliktir. İnsan kötülük yapmak istediğinde aklında mutlaka iyi bir nedeninin olması gerekir.
Bu yüzden, en büyük kötülükler aslında en büyük iyilikler adına, vatanı milleti kurtarma heyecanıyla, bir davaya hizmet etme aşkıyla ya da insanlık adına yapılır. Birine kötülük yapmak isteyen biri aklına getirmese de bunu bir iyi nedene mutlaka bağlamak zorundadır.
1960 yılında Arjantin’de yakalanarak Kudüs’te yargılanan Nazi savaş suçlusu Otto Adolf Eichmann, bilindiği gibi geçtiğimiz yüzyılın en önemli kötülük sembollerinden biridir. Avrupa’nın her yerinden toplama kamplarına getirilen Yahudilerin nakledilmesinin baş sorumlusudur. İnsanlık tarihinin en karanlık sayfalarının altında imzası olan adamdır.
Mahkeme’de buna uygun olarak sayısız korkunç iddialar dile getirilir aleyhinde ama Eichmann bütün bu iddialara, insan aklının alamayacağı bir kendi halindelikle, oldukça duygusuz bir acziyet içerisinde ama söylediklerinden oldukça da emin bir şekilde tek bir cevap verir.
“Sadece yasalara uygun olarak görevimi yerine getirdim.” der (Ne kadar tanıdık bir cümle!) Devletine sonuna kadar bağlı bir devlet memurudur o ve işinin gereği olarak yasalar ne diyorsa “sadece” onu yapmıştır. Mahkeme ve bütün Yahudi toplumu doğal olarak bu sıradanlığa isyan eder. Eichmann’ın koca bir yalancı olduğunu söyler ve günün gazeteleri onu insanlık dışı bir canavar olarak resmeder. Oysa mahkemeyi bir Amerikan gazetesi adına izlemeye gelen bir kişi böyle düşünmemektedir. Kendisi de Alman Yahudisi olan ve Nazi zulmünden kaçarak Amerika’ya sığınan ünlü düşünür Hannah Arendt’tir bu kişi.
Arendt başına gelecekleri çok çok iyi bilmekle birlikte herkesten farklı olarak ona inanmaktadır. Gerçekten de Eichmann’ı dikkatle dinler, halini tavrını olanca soğukkanlılığıyla izler, inceler ve ona inanır. Eichmann, “Bürokratik, sığ ve basmakalıp bir cümle kurmaktan öteye geçemeyen aciz bir insan”, eleştirel düşünme yeteneğini bürokratik labirentlerin arasında çoktan kaybetmiş bir zavallıdır. Gözlerini kapayıp vazifesini yaparak ürettiği korkunç sonucun sorumluluğunu almak onun için devletine ve milletine olan bağlılığından vazgeçmek anlamı taşımaktadır ve bu sığ iyilik korkunç kötülüklere kapı aralamıştır. Denebilir ki kötülüğün kaynağı olan iyiliğin sığlığı ya da derinliği, ortaya çıkacak sonucun yalnızca niceliksel farklılaşmasına etki edicidir. Kötülük, niteliksel düşünmeyi yok etmiştir. İnsan, sayılardan ibaret hale gelmiştir.
Arendt, bilindiği gibi buradan hareketle “kötülüğün sıradanlığı” görüşünü oluşturur. Hangi işi yaparsak yapalım kesin inanca dayalı kör itaat ve düşünce kaybı gündelik hayatın içinde sayısız insanın hayatını kolaylıkla karartabilir ve bunu yapan insanlar gerçekten de inanarak yalnızca yasalara uygun olarak görevlerini yerine getirdiğini düşünebilirler. Kötülük yalnızca bir iyiye ihtiyaç duymaz, o iyinin nasıl hayata geçirileceği konusunda düşünmekten çok inanmaktan kaynaklı bir kesinliğe de ihtiyaç duyar. Sıradanlığın sığlığı güçlü bir kesin inançla birleştiğinde bu kişiler ellerindeki gücü ve yetkiyi iyilik adına kullanırken yarattıkları kötülükler karşısında vicdani bir rahatsızlık duymakla kaynağındaki iyiye daha güçlü bir bağlılık göstermek arasında kısa bir git-gel yaşar ama günün sonunda çok daha maliyetsiz olan ikincisinde karar kılarlar. Kötülük, vicdani bir tepkiye yol açtığında iyiyle olan bağı kopar çünkü ve bu bağ koptuğunda kişi yalnızca yaptığı o kötülük için değil bütün hayatı temelden bir sarsıntıya uğrar.
Eichmann’ın tam karşı kutbunda sıradan suçlular vardır. Zaman zaman gazetelere ya da televizyonlara yansıyan suçların nasıl olup da işlenebildiğini normal bir insanın anlaması neredeyse imkansızdır. Nasıl olur da 30’lu yaşlarında genç bir insan, tek başına yaşayan kimsesiz yaşlı bir kadının evine girer, bütün mal varlığı olan altınlarını çalar ve hatta öldürmekten bile geri kalmayabilir? Çünkü pek çok suçlu kişi esasında dünyanın en yalnız ve en kendi başına yaşayan insanıdır. Toplumsal normların ve ahlaki kodların bütünüyle geçersiz olduğu bir dünyanın vatandaşıdır. Özellikle suç anı, her şeyden ve hatta evrenden tam bir yalıtılmışlık anıdır ve böyle bir kişinin yaptığı bütün kötülükler, kötülükle bağlantısını yitiren bir yanılsama yaratır. İnsanlar, adaletsiz bir düzene karşı genellikle iki şekilde tepki verirler; ya, onunla sonuna kadar mücadele edip bütün siyasal enerjileriyle karşı koymayı yeğler veya bütün bağlantılarını koparıp o toplumsal normların geçersiz olduğu kendi küçük vatanlarını yaratarak intikam almayı seçerler. Sıradan kriminaller her zaman zannettiğimiz kadar sıradan olmayabilirler bu yüzden. Çoğu kez iyiliği kötülükte bulan bir savrulmuşluk içindedirler. Yalnızca yasaların dediğini yerine getiren düşünselliğini yitirmiş acziyet burada yalnızca yasaların dediğini yerine getirmeyen düşünselliğini yitirmeye evrilir. Altındaki karakterler, detaylara inildiğinde birbirine benzer.
Üçüncü bir karakter daha vardır. Bu üçüncü karakter, düşünselliğini yitirmemiştir, yaptıklarının başını ve sonunu öngörebilme yetisine sahiptir. Sıradan bir suçlu gibi toplumsal düzene onunla bağlantısızlaşarak karşı çıkmak gibi bir uca savrulma ihtimali de oldukça düşüktür. Fakat bunda kötülük kökündeki bir iyilikten kaynaklanmaz. Onu, iyiye ulaşmak için gerekli görür. Kötülüğün iyiyle olan bağlantısında öncül ve ardıl yer değiştirmiştir. İyiye iyi yoldan gidilemeyeceğine inanmış, başımıza ne gelirse iyilikten geldiğini karine haline getirmiştir. Bu yüzden, kötülüğün iyilikle bağlantısını koparmaz ama direkt bir ilişki de her zaman kurmaz. Bunu hayatın her alanında çeşitli hilelerle, hinliklerle ve kurnazlıklarla yapar. Bu yolla ne yaparsa yapsın kendisini iyi göstereceğini zanneder. Yaptığı kötülüklerin sonuna kadar bilincinde olduğundan bütün bunların açığa çıkmaması için harcadığı enerji, yaptığı kurnazlıkların dozu oranında artar. İyiyle olan kutsal köken bağı giderek incelir ve bir noktadan sonra taşınmaz hale gelerek kopar. Bu yine de çiğ bir kötülüktür. Bu tür kötülüklerle ne yapsanız Eichmann olamazsınız. Bunun için daha aptal ve daha inançlı olmalısınızdır.
Ama eğer ne aptal ne de inançlıysanız; kötülüklerin ancak iyilikten kaynaklanan nedenlerle güçlü olabileceğini bilemeyecek kadar derin bir kompleksli geçmişten geliyorsanız; eğer hileyle ve kurnazlıkla her türlü yasayı ve hukuku iğdiş ederek saf dışı ettiğiniz insanların gücünü kendinize devşirerek bu sayede adam yerine konacağınızı zannediyorsanız; eğer, karanlık bir geçmişten geliyorsanız; eğer, her türlü kirli yolun sonunda ne yapıp edip kendinizi aklayabilecek kadar mahir olduğunuz zannı ve hileli yollarla elde ettiğiniz sahte güç zehirlenmesi tıpkı kriminal tipte olduğu gibi sizi her türlü toplum -ve de hukuk- normunun dışına çıkarabiliyorsa; ve eğer kötülüğün sıradanlığı size yetmiyorsa iyilik karşısında çaresizsiniz demektir. Ve ilginç olan şu ki iyiliğin karşıtı kötülük değil çaresizliktir. Hiçbir kriminal yakalanma ihtimalini daha yüksek görmez, en büyük açıkları da bu yüzden verir. Hiçbir kriminal bu tip kadar çaresiz değildir. Ve kötülük bir kez kendi başına bir güç olduğunu zannetti mi iyi olan ne varsa bunu suça dönüştüren bir mekanizmayı işletir. Bu insanlara yapılacak en büyük iyilik -ya da kötülük!- kimden ya da neden, hangi iyi ya da iyilikten güç aldıklarını bulup ortaya çıkarmak ve bu bağlantıları tek tek kesip atmaktır.
Eichmann, Arendt’in iddia ettiği kadar zavallı biri mi bilinmez ama ahlakını kötülük üzerine kuran düzenbazın zavallı olduğu su götürmez bir gerçektir. Kötülük hiçbir zaman gücünü kendinden almaz ve daha kötüsü -ve ne iyi ki- yok etmeye çalıştığı insanlardan da alamaz.
A. Erkan Koca
twitter.com/ahmeterkankoca
* Bu yazı daha evvel serbestiyet.com'da yayınlanmıştır.