Selçuklu ve Osmanlı idaresi altında Anadolu'nun Batı'da Haçlılara Doğu'da Moğol istilasına karşı mücadele verilerek Türk eliyle vatanlaştırılması, beraberinde bir düzen anlayışını da bu topraklarda hâkim kılmıştı. Batı'nın istismarcı feodalitesine Doğu'nun da gaspçı, talancı yapısına karşı Türkler, gölgesinde huzur içinde yaşayabilecekleri güçlü ve adaletli bir merkezi otoritenin siyasi, sosyal ve ruhi teşkilatlanmasını vücuda getirdi.
Karşısına dikildiği güçler nazarında bir üstünlük elde etmiş bu düzenin işletilebilmesi de siyasetin işiydi. Kadim gelenek, siyaseti Antik Çağ'da Platon'un etkisiyle “terbiye”, Osmanlı İmparatorluğu'nda “idam” anlamlarında kullanmıştır. Bunun yanı sıra XI. yüzyılda Yusuf Has Hâcip'in siyaset bilgisi anlamına da gelen ve bir siyasetnâme olan “Kutadgu Bilig” eserinde siyasetin “bahtiyar”lık manasında kullanıldığını da görmekteyiz. Dolayısıyla siyaset, bir anlamda da kurulu düzenin devamlılığını esas alır bir şekilde, halkın bahtiyar kılınmasını amaçlamış, siyasetnâmeler de bu amacın hükümdarlara hatırlatılmasını esas almıştır.
Kâtib Çelebi'nin siyaset nazariyesi olarak “Düstûru'l-amel li Islâhi'l-halel”ini de bu minvalde, mevcut düzenin “bünyesinde birtakım bozulma alâmetleri, devletin karakteri ve yapısında ise bazı farklılık işaretleri görülmeye” başlandığı bir dönemde kaleme alınmış bir hatırlatma şeklinde ele alabiliriz.
Siyasal kültürümüzün en önemli eserlerinden biri olan “Düstûru'l-amel li Islâhi'l-halel”, bilge insanların sultanlara öğütlerini içerdiği diğer siyasetnâmeler gibi, dönemin kültürel hafızasıdır da. Bu önemli eser Dr. Ensar Köse hocamızın titiz çalışmasıyla Büyüyenay Yayınları tarafından günümüz Türkçesine Osmanlıca metnin tıpkıbasımı ile birlikte kazandırıldı. Bu yönüyle Büyüyenay, okuyucuyu Osmanlı Türkçesiyle buluşturuyor ve karşılaştırmalı okuma çabası içerisinde olanlar için de büyük kolaylık sağlıyor.
Böylesi saklı hazineler, ancak onlara nazar edildiği takdirde kendini ifşa eder. Bu gerçeğin üzerinin örtülmeye çalışılması, toplumu tarihi ile illiyet bağı kurmaktan men ederek geçmişinden habersiz, geleneksiz ve geleceksiz bir hale sürükler. Geriye dönük bilgi ve birikim eksikliği, en ufak kriz zamanında toplumu, telafisi mümkün olmayan zararlara uğratır. Devletin istikbalini ve toplumun refahını düşünen herkes gibi Kâtib Çelebi de, tarihsizliğin neleri galebe çalacağının farkında olduğundan her fırsatta tarihten ders çıkarılması gerekliliği üzerinde durmuş ve eserlerinde de vurgulamıştır.
Kâtib Çelebi, Osmanlı İmparatorluğu ile kurulan düzenin ihtişamının sönmeye başladığı, yıllardan beri süregelen problemlerin mali krize dönüştüğü buhranlı bir dönemde yaşamıştır. Çelebi, gerek bürokrasideki görevi icabı gerek katıldığı seferler dolayısıyla, merkezde ve taşrada yaşanan ve birbirinden farklılık arz eden sıkıntıların pekâlâ farkında, kendi içinden geldiği topluma yabancılaşmamış organik bir Osmanlı bunalım dönemi mütefekkiriydi.
Devletin hallerinin anlatıldığı bir önsöz, üç bölüm (Yönetilenlerin Vaziyetine Dair, Askerin Durumuna Dair, Hazinenin Durumuna Dair) ve mevcut sıkıntıların giderilmesine yönelik çarelerin sunulduğu bir sonuç kısmı şeklinde düzenlenen “Düstûru'l-amel li Islâhi'l-halel” de bu sıkıntıların idrakiyle yazılmıştır. Eser, yerine getirilmesi ve uyulması şart olan bir fermanın aciliyeti gereği dönemin problemlerine pratik çareler sunuyor görünse de, felsefi derinliği ve öne sürülen düşüncelerin çok daha farklı kaygılara karşılık geldiği de aşikârdır. Her ne kadar eserde ıslahat yazarlarında görülen ekonomik tasarruflar yoluyla vergilerin düşürülmesi, zulmün önüne geçilmesi ve adalet vurgusu öne çıkıyor olsa da Çelebi'nin kaygısı “geçmişte küffarın Müslümanlardan kaçması keyfiyeti”nin tersine dönmesidir.
Kâtib Çelebi, Ortaçağ sistemini en iyi şekilde bilen ve karşısına dikilen Selçuklu-Osmanlı geleneğinin, Avrupa'da temellenen Yeni Dünya karşısında zafiyet gösterdiğini erkenden görmüş, eserlerinde Batı dünyasına özel bir ilgi göstererek tehdidin yönüne işaret etmiştir. Toplumu devleti ile bütünlük arz eden organizmacı görüşe sahip Çelebi, devletin ömrünü, insan doğar, büyür, ölür metaforundan hareketle kaderci bir şekilde tayin etmekte; fakat alınacak önlemler itibariyle devletin ömrünün uzatılabileceğine kanaat getirmektedir. Bu minvalde, eserlerinde dağınık bir şekilde de olsa, Osmanlı'nın bekasının sadece iktisadi tedbirlerle değil zihniyet dâhil büyük bir yapısal dönüşüm ile sağlanabileceğini belirtmiş, lakin muhatap bulamamanın ümitsizliğine de kapılmıştır: “Zâhirde bu iş soğuk demiri dövmek gibi göründüğünden, devletli efendiler idrak eksikliği sebebiyle anlamamazlıktan gelip, bundan istifade etmezlerse, bâri ahiret gününde kabahatimizi ortadan kaldırmış olur.”
Kâtib Çelebi'nin siyaset nazariyesi olarak “Düstûru'l-amel li Islâhi'l-halel”, emanetin ehlinden uzaklaştırılmaya çalışıldığı ve onca sorunun peş peşe yaşandığı günümüz Türkiye'si için de bir reçete sunuyor olmasıyla dikkat çekiyor. Bu açıdan tam da yerinde ve zamanında okuyucuyla buluştuğunu düşündüğümüz eser, üzeri örtülerek unutturulmaya çalışılan kültürel hazinelerimizden sadece bir tanesidir. “Nazar manzarayı doğurur” düsturunca, bizi biz yapan değerler, onlara yönelmek suretiyle kendini bize açar. Ancak bu yolla tarihi gerçekliğimiz ile yüzleşebilir, sorumluluklarımızın farkına varabilir ve geleceğimize yönelik doğru hamlelerde bulunabiliriz. Bu vesile ile söz konusu eserin günümüze ulaştırılmasında emeği geçen Büyüyenay'ın emektar çalışanlarına teşekkür etmek boynumuzun borcudur. “Gayret kuldan takdir Allah'tan.”
Haydar Barış Aybakır
twitter.com/HaydarBrs