“Geçimini mertçe kazanmaya çalış. Nefsini alçaklıktan koru ki, fakir olsan bile şerefli kalasın.”
- Hz. Ali (r.a.)
- “Hayatın ve mutluluğun en büyük şartı çalışmaktır.”
- Lev Tolstoy
Çalışmanın; sadece insanın yaşamını kazanmak için yaptığı fiziksel veya zihinsel faaliyetlerin toplamı olduğunu düşünmüyorum. Olayın bu yüzü var; ancak insanın daha üst bir mertebeye, daha ulvi bir duruma geçmesi için meşru yollardan gerçekleştirdiği faaliyetlerin de çalışma tanımının içinde yer almasını daha doğru buluyorum. Günümüzde pek çok insan, yaşamını kendi zihinsel veya fiziksel çabasıyla değil, başkalarının çabalarıyla kazanmaktadır. Ya da farklı deyimle başkalarının kazandıklarını kendi servetine katmaktadır. Toplumun birçok alanında görülen adaletsizliğin temel sebeplerinden biri budur. Haberlerde sık sık karşımıza çıkan, dünya servetinin yüzde ellisini altmışını sadece sınırlı sayıdaki insanın elinde bulundurmasının nedeni de budur.
Jules Romains, "Dirilen Şehir" romanında çalışmayla ilgili başarılı ve vurucu tespitlere yer veriyor. Fakat romana geçmeden önce bu romanın yazılmasının sebebi olan ‘ünanimizm’ kavramını yakından incelemek gerekiyor:
‘Ünanimizm’; en kısa tanımıyla ‘hep birden yaşama’ demek. Dirilen Şehir'in başında çevirmen Sabahattin Eyüboğlu’nun ‘ünanimizm’ hakkında çok detaylı bir incelemesi mevcut. Eyüboğlu bu incelemede ‘ünanimizm’den önce ortaya çıkan akımları ve ‘ünanimizm’e giden yolun nasıl ortaya çıktığını detaylı bir şekilde inceliyor. Bu akımın nerede nasıl doğduğunu, amaçlarını, bu akımın meydana getirdiği mevcut eserleri ve bu akımı ortaya çıkaran sanatçıların nasıl dağıldığını çok doyurucu bir şekilde okura veriyor: “..İşte bizde pek yankısı olmayan ‘ünanimizm’ de yirminci yüzyılın başında bu ikilik içinde yeni çeşit toplumculuk olarak doğdu. Asıl savunucusu ‘Jules Romains’ olmakla beraber bu akım bir grup içinde ve bu grubun topladığı belli bir yerde, Abbaye’de, bir çeşit tekkede gelişti. Yirminci yüzyıl başlarında bazı gençlerin bir araya gelerek bir ortak serüvene girişmeleri moda olmuştu. Eskiden şairlerin, ressamların tek başlarına atıldıkları yeniliklere şimdi artık dost toplulukları atılıyordu. 1906’da yedi kişilik bir grup Paris yakınında bahçeli büyük bir eski konağa yerleşip içinde matbaa kuruyorlar, kendilerinin, başkalarının kitaplarını kendileri dizip basıyorlar, Abbaye (Tekke) adını verdikleri bu konak birçok yazar ve sanatçıların uğrağı ve eserlerini gösterme yeri oluyor. Tekke herkesin emeğini bir araya getirmesiyle yaşıyor.”
Dirilen Şehir kitabının baskısı şu anda kitabevlerinde ve internet kitapçılarında mevcut değil. Bendeki baskısı 1961 yılında Ataç Kitabevi’nde neşredilmiş olup 61 sayfadır. Daha sonra 2000 yılında Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları yeni bir baskı yapmış fakat şu anda bu baskıyı da yeni olarak kitapçılarda bulamıyoruz. Bunlara rağmen sahaflarda çok kolay ve çok ucuza bulunabilecek bir kitap. Bu sebeple kitaba ulaşmanın zor olmayacağı kanaatindeyim. Bana bu kitabı merak ettiren şey kitapta geçen ve İsmet Özel’in hayat felsefesini yaptığı bir cümle oldu: “Tükettiği şeye karşılık hiçbir şey üretmeyen kişi toplum hayatında bir asalaktır.”. Bu cümle kitabın da temelini oluşturuyor aslında.
Hiçbir şeyle ilgilenmeyen, politik, gündelik veya hayatın herhangi bir alanına ilgi duymayan, sanayi veya tarım üzerine hiçbir üretimin olmadığı, kahvelerde, evlerde, dükkanlarda tamamen ‘miskinlik’ üzerine bir hayat süren, yaşamlarını ailelerinden kalan servetle geçiren veya topraklarında insanları çalıştırarak sürdüren, burada çalışan insanların emeğiyle rahat rahat yaşayan bir kasabaya bir posta memurunun gelmesiyle başlıyor her şey. Bu posta memuru aynı zamanda kasabanın çehresini birkaç ayda değiştiriyor ve bazı zenginlerin rahatını kaçırıyor. Kasabada yaşamaya başladıktan bir süre sonra kasabadaki cansızlık ve hareketsizlikten rahatsız oluyor: “...Genç adam boşu boşuna aradı. İçinde faydalı bir iş yapıldığı anlaşılan, bereketli bir didinmenin belirtileriyle etraftaki bencil uyuşukluğu unutturan hiçbir köşe başı, hiçbir sokak bulamadı. Hiçbir şey yoktu, ne bir yaratıcı soluk, ne bir makine homurtusu, ne bir atölye gürültüsü… Havada insan çabasının çevresini saran titreşim ve sıcaklıktan eser yoktu. Mağazalar dışardan gelen malların kolayca harcanmasını sağlamaktan başka bir işe yaramıyordu. Kendi içinde bulduğu hazır doyurma araçları ile yetinen şehir onları daha geniş bir ticarete yöneltmiyordu. Şehrin yaratıcı hiçbir iş görmeden böyle her bulduğunu yutuşu aklı durduran bir yapı yaratıyordu…”.
Ve eski günlerdeki yaşamından aklına gelen yukarıda yazdığım sözü umumi tuvaletin duvarına yazıyor. Bu söz suya atılan küçük bir taş misali dalga dalga yayılarak bütün kasabanın zihin yapısını ve düşünme şeklini değiştiriyor. Bir evde zengin bir adam, kahvede oturan yaşlılar, pastacı ya da belediye başkanı; hepsi bu sözün peşinde bir şeyler yapma telaşına düşüyor ve kasaba birkaç ayda hareketli bir gündelik hayata kavuşuyor. Sonunda gelinen nokta ise okurların vicdani muhasebesine bırakılıyor.
Yazar; düşündüğü, istediği şeyleri çok başarılı aktarmış ve ‘ünanimizm’ etkisinde verilen bu eserle insanlara birçok mesaj vermiş aslında. Çalışmanın, ama sadece geçinmek için değil, ‘insan’ olmak için çalışmanın önemini direkt olarak veriyor okura. Hiç sağa sola sapmadan, gereksiz betimlemelere bulaşmadan, akıcı bir dille harika bir eser ortaya çıkarmış. Sabahattin Eyüboğlu'nun çevirisi de harika. Özellikle eserin başında bize ayrıntılı bir şekilde bu akımı tanıtması, bu akım etkisinde yazılan şiirlerden örnekler vermesi de kitabı okurken daha özenli düşünmemize olanak sağlamış. Kitabın içinde bazı çizimlerin de olması, yaşadığımız zamanlarda pek de göremeyeceğimiz bir kitap tarzı ortaya çıkarmış.
‘Ünanimizm’ akımının en önemli temsilcisi Jules Romain olarak gösteriliyor. En önemli eseri de bu kısacık kitap. Roman bile denemez, hatta resimler olmasa belki de 30-40 sayfalık bir hikaye kitabı bu. Ama bu kadar kısa olup, savunduğu şeyi bu kadar etkili verebilen çok kitap okumadım hayatımda. Tek eksik -bence biraz daha detaylı bir kasaba profili ve kasaba değiştikten –Romains’e göre dirildikten- sonra biraz daha uzun tutulmuş incelemeler olabilirdi. Rahatsız edici bir eksiklik olduğunu söyleyemem yine de.
Okurun bir saatini bile almayacak bu ilginç kitap, bazı kişilerin bütün hayatını etkileyebiliyormuş demek ki. Bu kitabın verdiği mesajdan ne kadar etkilenen olursa toplumun çehresi -genelde olumlu ama belki de biraz olumsuz- o kadar değişecektir diye düşünüyorum.
Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10