“Her savaşın başlangıcı karanlık bir odanın kapısını açmak gibidir. Karanlıkta nelerin saklı olduğunu hiçbir zaman kimse bilemez.”
Hitler, Rusya ile savaş halindeyken kurmuştu bu cümleyi. Çünkü Almanya da Britanya da Japonya da hatta Rusya da savaşın galibinin Hitler ve Almanya olacağını düşünüyordu. Fakat tarih, düşünülenin aksini ispatlamaktan hiçbir zaman vazgeçmez. Mesela o vakitte Japonya’nın aldığı bir yanlış kararla imparatorluğunun çökeceğini kimse bilmiyor, tahmin etmiyordu. Savaşlar sadece savaşan devletlerin uluslarının değil, dünyada yaşayan tüm ulusların hayatını ve kaderini doğrudan etkiler. İşin trajik yanı ise dünyanın bütün uluslarının kaderini etkileyenin devletten ziyade aslında tek bir lider olduğu gerçeğidir.
John Lukacs, Haziran 1941’de İkinci Dünya Savaşı’nı, etkilerini, başlangıcını, diğer devletlerin hamlelerini liderler üzerinden yorumluyor. Lukacs, Hitler ile Stalin’i eserinin en temel noktası olarak belirliyor. Onların savaşta yaptığı adımlar, kurduğu planlar değil sadece merceğe alınan; iki liderin kişilikleri, zaafları, hırsları, egoları, zihni ve duygusal yapıları da önümüze seriliyor.
Liderlerin misyonu geleceği dizayn etmektir. Dizayn ederken lideri oldukları ulusa yeni bir kader çizerler. İroni buradadır: Lider, geleceği dizayn ederken kendi geçmişinden kurtulamaz. Hal böyle olunca da ulus, liderinin geçmişinin çizikler attığı bir kader planında bulur kendini. Tarih bu nedenle trajedilerle ve kaybedişlerle doludur. Örneğin, Hitler’in başına gelmiş en kötü şey intihar etmesi değildir, Alman halkını uğrattığı yıkımdır.
Tarih bilimi gerçeğin peşinde koşarken tuhaf bir şekilde gerçeğin çarpıtılmış halini de üreterek var olur. Tarihçi çarpıtmaları temizlemek, ayıklamak ve saf gerçeği ortaya çıkarmak için kolları sıvar ve kendi tarih yazımını var eder. Ancak o da belli çarpıtmalardan kurtulamaz. Ve tarih okyanusuna katkıda bulunduğu damlalar hem gerçeklerdir hem de gerçeğin çarpıtılmış versiyonlarıdır. Bu nedenle liderlerin kişilikleri önemlidir. Rakamlar aldatıcıdır, onlar harf gibi bir görünüme sahiptir fakat hakikat ancak harflerin bir araya gelmesiyle dile getirilebilir (ki o da her zaman yetersiz kalmaya mahkûmdur), rakamlar görüntüyü kalabalıklaştırır, ayrıntılarla kelimeleri boğar ve tarih kuru bir ansiklopedi maddesine dönüşmekten kurtulamaz.
Lukacs bize rakamları vermiyor, o tarihi yazarken harflere sığınıyor. Liderlerin, tarihi kişiliklerin karakterlerine iniyor, onların insan yönünü bize tanıtıyor. Böyle olunca biz insanı anlayarak tarihi ve dünyanın gidişatını çözümleyebiliyoruz.
Hitler ile Stalin bugünkü modern dünyanın oluşmasında en etkin şahıslardan ikisidir. Çünkü onlar dünyayı kasıp kavurmuş milliyetçilik ve komünizm adlı iki ideolojinin temsilcileriydi. Fakat ideolojileri, hamlelerinde sadık bir şekilde dayanakları mıydı? Yoksa kendi kişisel hırsları adımlarına yön vermede etkili olmuştu da o durumlarda ideolojileri bir sığınak mıydı? Bu ikisinden birini seçmek önemli mi?
Yine de tarihi iyi irdeleyen birisi ilahi iradenin devletlerin, liderlerin, ideolojilerin, büyük paralarla inşa edilmiş planların üstünde konumlandığını ve asıl patronun kim olduğunu gösterdiğini anlayacaktır. Tarih, belli bir zaman dilimi aşıldıktan sonra yeni gelmiş nesillere geçmişte gerçekleşmiş olayların onların yararına mı zararına mı olduğunu gösterir. Bu yüzden ders çıkarılacak en iyi öğretmendir. Lukacs gibi biz de yazıyı Portekiz atasözüyle bitirelim: “Tanrı eğri çizgilerle doğru yazar.”
Yasin Taçar
twitter.com/muharrirbey_