Edebi eserler, yazarlara kimi zaman kimliklerini gizlemek için kimi zamansa gerçek kimliklerine dair gizemleri işaret etmek için büyük imkanlar verir. Tanpınar bu imkanları sonuna kadar kullanmayı bilmiştir. Neredeyse bütün yapıtlarında kendini haykırmış kahramanları aracılığıyla. Romanları ve öykülerini okuduğumuzda bütün bu hikâyelerin arkasında varlık ve estetik hazzının nedenlerini arayan, zaman zaman bulduğunu sandığı kimi nedenleri acımasızca sorgulayan ve nihayetinde ruhi bir köksüzlüğün ızdırabını duyan bir adam görüyoruz. Muhtemeldir ki Doğu kültürü içinde yetişmiş bir ruh Batı estetiğinin örnekleriyle karşılaştıkça ve Batılı düşünme biçimiyle olaylara yaklaştıkça içsel bir kırılma yaşamıştır. Ne kadar Batılılaşsa da ruhunun derinleri hep Doğuludur.
"Abdullah Efendinin Rüyaları" ve diğer hikâyelerde; huzursuz bir adam, okuyucuyu zihninin içinde dolaştırıyor. Pek çok mutlu insanın sormayı dahi akıl etmediği sorularla hayatına dair güçlü bir anlam arayışı sürdürüyor. Abdullah Efendinin Rüyaları öyküsünde: "Eşyanın sükuneti, değişmez manzarası onun için hayatta bir teselli ve zevk kaynağı idi." cümlesi dikkat çekiyor. Bu cümle, yazarın "Her Şey Yerli Yerinde" şiiriyle beraber düşünüldüğünde eşyanın bir ruhu olduğu yönündeki mistik düşünceyle örtüştüğü görülebilir.
Abdullah Efendi'yle ilgili yine kahramanın kendi ağzından şu ifadeleri kullanıyor yazar: "Abdullah büyük bir mistikti. Allahsız bir mistik. Aşk bu mistikliğin gayesi olmuştu.". Buradaki mistisizm anlayışıyla Tanpınar'ın estetik anlayışı arasında bir paralellik kurulabilir. Tanpınar, yaşama dair her ayrıntıda bir aşk arıyor. Yine Abdullah Efendi'nin ağzından şu ifadeleri duyuyoruz: "Bana gelince, kaybettiğim şeyi, yani kendimi hiçbir zaman sevmedim.". Bu cümle Tanpınar'daki huzursuzluğun nedenini açıklayabilir. Peki Tanpınar‘ın kaybettiği şey tam olarak neydi? Belki de Tanpınar'ın esas kaybettiği şey teslimiyetti. Hayatın ritmine, eşyanın ve tabiatın dengesine teslimiyet; hatta belki de İlahi iradeye teslimiyet.
Tanpınar'ın hayal ve zihin dünyasının çakraları sonuna kadar açık. O etrafındaki her şeyin farkında olan bir zihne ve bütün bunları her an yeniden canlandırabilen bir hayale sahip. Bu yüzden yaşanan kısacık bir anın dahi uzun süre etkisinde kalabiliyor.
Bu hikâyede sürekli bulmaya ve olmaya çalışan bir adam görüyoruz. Bu arayışın kahramanı dervişliğe götürmesini bile bekliyor okuyucu ama hikâye bir boşlukta bitiyor.
"Eski Zaman Elbiseleri" hikâyesinde de hayattaki muvaffakiyeti küçük zevklerde arayan ama iradesizliği yüzünden hiçbir zevki doyasıya yaşayamayan bir adam görüyoruz. Dönemin aydınlarına yönelik bir eleştiri olarak da okunabilir bu durum. Bu hikâyede hayal ve gerçeğin içiçe geçtiğini görüyoruz. Doğu, kayıp bir hazine gibi derinlerde yine kendini gösteriyor bu hikâyede.
"Bir Yol" adlı hikâyede yazar yolu, kendini hayatın esas gayesine ulaştıracak bir metafor olarak kullanıyor. Yolun nereye çıktığının bir önemi yoktur kahraman için, önemli olan bir yere gidiyor olmasıdır. Bu hikâyede kahramanın ağzından şu cümleleri kuruyor yazar: "Herhangi bir kalabalıkta kendimden başka herkes olmaya razıyım. Ah, elbise değişir gibi hüviyetini değişebilmek, lalettayinin içinde kaybolabilmek, bir avuç kum içinde bir kum tanesi olmak ve böyle olduğunu dahi bilmemek." Bu ifadeler yazarın esas huzursuzluğunun etrafında yaşanan her şeyin farkında olmasından kaynaklandığını gösteriyor. Aynı hikâyede yazar: "Felaketim şu ki ben zaman zaman kendini bulan adamım… Kendi kendini bulmak… BuBu hakikaten korkunç bir şeydir." ifadeleriyle idrak edebiliyor olmanın huzursuzluğunu dile getiriyor.
"Erzurumlu Tahsin" hikâyesinde yazar bir meczup üzerinden hayatın anlamını sorguluyor. Tahsin Efendinin hayat karşısındaki kaygısızlığı Tanpınar'ın esas kaygısını oluşturuyor belki de. Tanpınar'ın arayıp da bulamadığı bir hakikati bir meczup bulmuş olabilir mi? Kim bilir…
"Evin Sahibi" hikâyesinde yıkılan Osmanlı'dan geriye kalan sakat bir ruh anlatılıyor. Tanpınar'ın kök arayışı bu hikâyenin esasını oluşturuyor. Huzurlu olmak için sahip olması gerektiğini düşündüğü şeylere sahip olmasına rağmen onu rahatsız eden bir şeyler var. O da aidiyet duygusu.
Tanpınar, Türk toplumunun hiçbir zaman ve şartta batılı olamayacağı ama doğulu da kalamayacağı gerçeğini idrak etmiş olmanın huzursuzluğudur bir anlamda.
Erhan Çamurcu
erhan.hoca.55@hotmail.com