Helene L'Heuillet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Helene L'Heuillet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Temmuz 2019 Salı

Bir başına yaşamayı tercih etmek ve komşu(suz)luk

"Başkasının bakışı aracılığıyla dünyanın bir ötesi olduğunu tecrübe ederim."
- Jean-Paul Sartre, L'Être et le Néant (1943)

"Cehennem, başkalarıdır."
- Jean-Paul Sartre, Huis clos (1944)

Çocukluğunu köyde geçirmiş biri için komşuluk, şimdilerde romanlara, hikâyelere, şiirlere konu olan taraflarından çok daha ciddi bir şeydir. Olmazsa olmazdır. Köyde yetişmiş biri şimdilerde toplu konutta otursa bile komşusunu görmek, onun tarafından görülmek, yani tanış olmak ister. Günümüzde selamlaşmanın asansörde ağızdan zorla çıkan bir iki kelimeyle sınırlı olması da en çok 'köylü'yü yaralar. Şehirli zaten dünden hazırdır bir başkasına sırt çevirmeye. Ne gerek vardır şimdi durup dururken konuşmak? Hesap mı verecektir yani?

Komşuluğun şimdilerde mumla aranan hakiki sosyalleşme ve yürekli bir toplumsallaşma anlamında nasıl bir değere sahip olduğu romantizmin içine gömüldü. Halbuki komşuluk ilişkisi topluma katılmayı, daima 'öteki'yle birlikte olmayı bir gelenek hâline getirmiştir. Doğudan batıya bu mirastan uzaklaşan, bu mirası reddeden toplumlar hep bir ağızdan "bir dost bulamadım gün akşam oldu" diye söylense kimse şaşırmaz.

Her yönüyle çetrefillidir komşuluk. "Ev alma, komşu al", "komşu komşunun külüne muhtaçtır", "hayırlı komşu hayırsız akrabadan yeğdir" bir yanda durur ama diğer "komşunun tavuğu komşuya kaz görünür", "gülme komşuna gelir başına", "hayır dile komşuna, hayır gele başına" diğer yanda göz kırpar. Çünkü komşu varlığıyla güven de verebilir, kaygı da. Bir şeye ihtiyacım olduğunda ben onun kapısını olur olmaz vakitlerde çalabiliyorsam o da benim kapımı çalabilir. Çocuğumu ya da evimin anahtarını ona emanet edebilir miyim? Eski komşum için belki evet ama yeni taşınan için? Eski komşu bir nevi beni bilen, gözetleyen, notumu çoktan tutmuş olan. Yeni komşum sürpriz yumurta. Çok gürültülü olabilir, ürkütücü sessizliği bir yaşam biçimi olarak da seçebilir. Bir de yer-yön duygusu var elbette. Üst komşu hep bir tehdit unsuru. Alt komşu ise psikolojik olarak yok sayılan. Yan komşu her an karşılaşılabilecek, her an iletişim kurulabilecek durumda. Komşuluk modern zamanlarda bir nevi mayın tarlası.

Sorbonne Üniversitesi'nin felsefe bölümünde doçent olarak çalışan Helene L'Heuillet, komşuluğun modern zamanlarda nasıl evrildiğini anlatırken yola 'birlikte var olma' üzerinden çıkıyor. Özellikle dünyanın dört bir yanında gerçekleşen kentleşme projeleriyle komşuluğun hem bir taraftan kayboluşunu hem de bir taraftan mecburiyet hâline geldiğini anlatıyor. Meselenin ahlaki, felsefi, psikolojik ve etik tarafları olduğu kadar ekonomik, dini ve milli tarafları da var. Zaten çıkmaza girmiş olan komşuluğa zengin-fakir arasında sürekli açılan makas ve mülteci sorunları da eklenince, yüksek sesle söylenmese de komşunun artık 'rahatsız edici' yanının ağır bastığı ortaya çıkıyor. Yalnızca Fransa'da yapılan araştırmalarda değil, Avrupa'nın birçok bölgesinde insanların müstakil evde yaşamak istemesinin temel sebebi komşunun kim olduğunu bilmemesi, kim olduğunu bilse bile her an onun ne yapıp edeceğini tartmak istememesi. Sanki meselenin daha derininde kaygı yatıyor gibi. Komşu değil de herhangi bir insana mı tahammülü kalmadı diğer insanın?

Yapı Kredi Yayınları'ndan Adem Beyaz çevirisiyle çıkan Komşuluk: İnsanların Birlikte Varoluşu Üzerine Düşünceler; karşı komşular, dışarıdaki komşular, üst komşular, yan komşular başlığıyla dört bölüme ayrılıyor. Helene L'Heuillet, karşı komşuları 'en büyüleyici komşu' olarak görüyor. Çünkü gözlemek ve gözetlemek gibi eylemler en önce 'karşıda olan'da görülüyor. Çaktırmadan bakmak, zaman zaman bu bakışın fark edilmesi, fark edildikten sonra sokakta karşılaşma ihtimali derken hep tansiyonu yüksek bir ilişkidir karşı komşuyla olan ilişki. Lacan'a göre Hegel, karşı karşıya olmanın 'ölümcül gücü'nü kavramlaştıran ilk kişidir. Burada tanınmak vardır, hırs vardır, arzu vardır. Dolayısıyla ölüm mümkün hâle gelebilir. "Her birimiz hayata bağlı olmadığımıza tanık olmak için karşılıklı biçimde başkasının ölümünü isteriz. Bu yüzden herkes başkasının ölümüne meyleder." diyor Hegel. Karşıdaki olma hâli, özellikle savaş, kaos, toplumsal gerilim zamanlarında daha da önem kazanır. Kimdir karşımdaki? Tanımıyorum, bu bir tehlike. Dost mu? Düşman mı? İyi mi? Kötü mü?

İşte burada devreye duvar girer. Karşıdaki komşudan korunmanın yolu duvardır. Duvar inşa edildiği andan itibaren görüntü kararır, komşular birbirini göremez ve dolayısıyla tehdit ortadan kalkar. Onlar artık duvarın dışındakilerdir. Duvar inşa edilir ve artık tek görünen o olur. Ursula K. Le Guin, Mülksüzler'de şöyle isyan etmişti bu duruma: "Hepiniz hapiste gibisiniz. Yalnız, tek başına, sahip olduğunuz yığınla birlikte. Hapiste yaşıyor, hapiste ölüyorsunuz. Gözlerinizde görebildiğim yalnızca bu; duvar!". Yazar da burada Wendy Brown'ın "dünya üzerinde duvarların yaygınlaşması egemenliğin çöküşünden kaynaklanır" tezini hatırlatıyor ve şu açıklamayı yapıyor: "Duvar, sessiz bir tedbirdir, kelimelerle ifade etmediğimiz bir emniyettir, işte bu yüzden anlaşılmaz tacizlere kapı açabilir. Emniyet aksamışsa duvar dikilir. Egemenlik emniyetle donatılır fakat duvarlarla tamir edilir. Bununla birlikte bu mantık silsilesi karşı karşıya olma sorunsalına bağlı olduğu müddetçe birbirinden ayrışmaz. İnsanların birlikte var olması mümkün gözükmez; ilişki karşı karşıya olunca bu imkân hepten yok olur, emniyet güçleri ancak son kertede, yani işler rayından çıktığında müdahale eder ki insanlar ya seve seve ya da zorla bir arada var olsunlar. Emniyet güçleri deveranı destekler ancak duvar hareketten alıkoyar."

Sartre, bir yandan başkasının bakışıyla dünyanın başka yanları olduğunu tecrübe ettiğini söyler ancak diğer yandan da cehennem başkalarıdır der. Çünkü insan özgürlük ve güven arasında salınır. Bu ikisi arasında kaygı vardır ki Otto Rank bunun -yani kaygının- ana rahminden çıkar çıkmaz yeryüzündeki tüm insanlara en doğal biçimde yüklendiğini söyleyerek Freud'dan ayrılır. İşin psikolojik boyutunu hararetle hatırlatıyor yazar. Narsisizm bu anlamda birbirimize ne kadar benzersek o kadar çatışma içine gireceğimizi anlatma noktasında gayet net. Bir başkasına benzersem yok olurum. "Mahrem hayat herkesin herkese karşı savaşının yeridir artık" ama narsist çoğu zaman da kendisinin örnek alınmasını, idol olarak benimsenmesini ister. Yani görülmeyi, onaylanmayı. Karşı komşu, birçok savaşın senaryosunu yazandır. Bosna Savaşı anlatılırken her iki taraftan da aynı cümleler dökülür çoğu kez: "Bir hafta değil, bir gün bile değil, birkaç saat önce kahve içiyorduk. Ne olduysa sonra oldu..."

Dışarıdaki komşu, sokağın sahibi gibidir. O varlığını, varlık sahibi olmadan ortaya koymaya çabalar. Bu yüzden de genellikle korkulur, tekinsizdir, varlığı endişe verir. Dilenmeyi tercih edenler, özel mülkiyeti reddedenler, ıstırapı bir yaşam biçimi şekline dönüştürenler, sokağa 'düşen'ler, sokağa doğanlar... Evet varlıklarıyla endişe verirler ama kendileri de yoğun bir endişeyle yaşarlar. "Bir yerde yaşadıklarımız bizim mekân algımızı değiştirir. En konuksever yer eğer şiddet barındırıyorsa korku dolu hale gelebilir: Her yer, orada huzur bulup bulmadıüımıza göre, genişler ya da daralır. Dışarıda uyumak zorunda olanların daimi endişesi bunu iyi gösterir" diyor yazar. Bu endişeyi reddedenler de var şüphesiz. Hiçbir şeyi olmayanlar. Mesela Lydia Perreal kendi hikâyesini anlatırken hepimizin başına her an gelebilecek bazı gerçekleri de yüzümüze çarpar: "Nation Meydanı'na giderken el çantamı metroda unuttum. Tam kapılar kapandığı sırada farkına varmıştım ama çok geçti. Uzaklaşan trenin ardından bakmaktan başka elimden bir şey gelmiyordu. Ağlamamak için gözkapaklarımı sıkıyordum. Meteliksiz ve kimliksiz. Şimdiden bir hiç olmuştum, artık bir hiç kimseydim. Evsiz yaşamım işte böyle başladı."

Üst ve yan komşunun hayatımızdaki yerine doğrudan konumu karar verir. Biri üsttedir, dolayısıyla psikolojik olarak da fizikî olarak da üstündür. Sanki her an onun denetiminde gibiyizdir. Yan komşu; yakınlığa da uzaklığa da sahiptir. Bazen güven verir, bazen endişe. Almanca "neben" kelimesi hem "yan" hem de "karşı" anlamına gelebilir. Bu yüzden Freud, Schopenhauer'in kirpi meselesini hatırlatarak "Birbirimizin sıcaklığına muhtacız ama birbirimize sokmaktan başka bir şey yapmıyoruz" der. Komşuluk yazara göre genel manada yan komşu üzerinden ilerler. En makulu odur. Bir rahatsızlığı varsa mutlaka ifade eder. Mesela bizde çok gürültü oluyorsa yandan duvara iki tak tak gelebilir. Bizde ekmek, kahve, su bittiyse acil olarak en önce yandan alınabilir. En önce yan tercih edilir. Bu insanın ötekiyle arasındaki mesafeyi, ötekine dair düşüncesini de ortaya koyuyor esasında. Çocukken bütün sınıfa dönüp "silgisi olan var mı?" diye sormak ayrı bir coğrafyada, kültürde yaşamanın neticesidir. Biz hemen yanımızdakine sormaya daha talibiz. Hatta kimi zaman sormayız, samimiyet kurulduysa hemen alırız, sonra yerine koyarız. Ona zarar verebiliriz ama sırtımızda da taşıyabiliriz. Bir yardım isteyeceksen en yakınımızdan, gözle görünür olandan başlarız. Ne idüğü belirsiz' olandan başlamayız, o son çaredir ve 'denize düşen yılana sarılır' kuralı da her daim hazırdır.

Helene L'Heuillet, toplumsallığın üretimi konusunda komşuluğun önemini yeniden hatırlatıyor. Yan yana olmak, birlikte hareket etmek birer hazsa, bu ancak komşulukta, komşu olmakla mümkündür diyor: "Özellikle doğum ve ölüm günlerinde yardımlaşma veya yardım eli uzatma, komşuluk sayesinde geleneksel dayanışmanın sıradan vakaları olarak süregelir. Bu yardımlaşma, en yakın komşularla alışveriş yükümlülükleri arasındadır; bu komşular, etkileşimin tecrit yüzünden hayati önem kazandığı bazı dağlık bölgelerde 'ilk komşular' olarak adlandırılırlar. Dolayısıyla ilk komşularla anlaşma, geniş aileyle anlaşmaktan daha mühimdir. İşte bu yakınlık sayesinde yaşamın ve toplum olmanın gerekleri vasıtasıyla gelişen somut dayanışma ve toplum şekillenir... Geçmişte olduğu gibi günümüzde de insan olan her özne için kişisel alanın inşası, sosyalleşmesini inşa etmeyle özdeştir."

Komşuluk; yer sorununu, toplumun huzursuzluğunu, tahammülün ve makul mesafenin ne olduğunu, yardımlaşmanın ve toplumsallaşmanın önemini yeniden gündeme taşımayı amaç edinmiş bir kitap. Her coğrafyaya kendi dilinden konuşabilen bir kitap. Mesele önemli çünkü 'mesken tutmak' zorlaştıkça 'sakin olmak' da zorlaşıyor...

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf