Hepimizin konfor alanı elimizden bir şekilde alınıyor. Bu bir saat içinde de olabilir, bir günde de bir yılda da… sonuçta hepimiz bir şekilde konfor alanımızdan alınıp, uzağa götürülüyoruz. Kimi zaman bir müzik parçası, bir manzara, bir olay , bir kitap olabilir, yapabilir bunu. Bu konfor alanımdan beni alıp uzağa götüren, düşüncelere sevk eden, hatta konfor alanımın dışından beni fiziken alıp, diğer kitaplarının peşine düşüren bir kitaptan bahsedeceğim dilim döndükçe.
Ne demişti Kafka hatırlayın: “Kitap içimizdeki buzları kıracak bir balta gibi olmalıdır”. Çok sevdiğim Cioran da şöyle demişti : “Kitaplar yaraları kanatmalı, hatta yeni yaralar açmalı, kitaplar tehlike arz etmeli.” Evet. Tamda bu minvalde bir kitabın etkisi altında yazıyorum bu satırları. B. Nihan Eren’in Hayal Otel kitabı. İçimizdeki buzları kıracak,ruhumuzda yeni yaralar açacak bir tür kitapla hemhal olmak, günün konfor bozan mefhume olarak elimde durdu tüm gün. Mefhume diyorum, çünkü ‘anlam’ ve ‘açılma ‘ olarak kendini güne bıraktı, ve elimden tuttup yol aldırdı. Psikolojik burhanlar, suçluluk duygusu, belirsizlik, korku, merak gibi envai çeşitli duyguların çemberinde buldum kendimi.
Zamanımızda pek de değeri bilinmeyen bir ruh göçme halidir ; ‘kefaret’ duygusu. Psikolojik bir çıkmaz, bir yalnızlık ve de duygudaşlık çemberi içerisinde devinip durma halleri tüm kitap boyunca beni yeni anlamlara düşürdü, kendimden öteye taşıdı, bana ‘kefaret’ ödetti. Detayına inmeyeceğim bu duygunun, o da bana ve yazarın kahramanları arasındaki özel bir iletişim hali olarak kalsın.
Kitaptaki kahramanların zaman zaman değil sürekli caddede, iş yerinde, kendi evimizde, iç dünyamızda bizimle olan ve bizimle yaşamayan insanlar olduğunu anlamamız uzun sürmeyecektir. Her kahramanın sakladığı bir sırının ortasında kalıyoruz. Ama bu sırların tamamını asla bilmiyoruz ve ne yazık ki bilmeyeceğiz de. Ahmet ve Meryem kim ve kimden kaçıyor, Nilüfer neden evlatlığıyla beraber kaçıyor, neden buraya sığınıyor, ressam aslında kim, Doruk sadece bir meraklı ya da kendini bulma çabasında olan, ilgi isteyen bir yazar mı… Evet! Bu soruların cevabını bulmak ister okur, ben isterim, ama yazar bekle diyor okurlarına, gerisini sen düşün ve tamamla diyor adeta. Ben kendi açımda tamamladım mı ? Bilemiyorum. Ben kitabı bitirene kadar tamamlamak istemedim. Çünkü hep ikinci planda kaldı bu merak duygusu, beni içine çeken kahramanların ruh halleri ve ortak duyguyu besleyen suçluluk duygusu oldu. Hepimiz bu duyguyla az cebelleşmiyoruz değil mi?
On iki çiçek ismi taşıyan otelde herkesin bir odası ve o odayla beraber büyüttüğü bir sırrı var. Tabelası asılmamış bir oteldir ‘Hayal Otel’. Bu otelde tüm kahramanlar kendi iç dünyasında, kendi büyüttükleri suçla boğuşuyor. İsmet ve Feryal hem otelin sahibi hem de dertlerin ve sırların kesişim noktası. İkisi de inatçı ve zıtlıklarla boğuşuyor. Bu inat ve zıtlıklar otele farklı karakterleri dolduruyor. Herkes farklı ve herkes ‘başka’ biri. “Oysa şu karanlığın ve bu ölümcül gürültünün içinde zaten herkes başka biriydi. Leyla başka biri. Nilüfer başka. Doruk başka. Feryal bile başka. Şurada oturmuş da başına geleni sakince karşılayan, birlikte akıbetini bekleyen ve susan herkes. Başka birisi.” (S.68)
Hepsi başka ama ortak yanları: içinde taşıdığı sırları ve ödedikleri farklı ‘kefaret’ biçimleri. “Onun, gülüp, sevip vazgeçtiğini anlayan, olduğunu, olmadığını görüp yola bir biçimde devam edecek gücü kendinde öyle ya da böyle bulan herkesin arasında, gizlediği bir şey vardı”. (S.91)
“Kefaret” belki de kitaba yakışacak en güzel ikinci isim diye not tutmuşum sayfanın kenarına. Her şeyden uzakta, bir dağ başına kurulan otelde bir akşam kasırgaya teslim olmaları, o korkuyla birbirine sarılmaları suçun kefareti olabilir mi? Bilmediğimiz suçların kefareti. Ah ! Bu tekinsiz duygunun getirdiği bu merak duygusu! Biz okurların da kefareti bu sanırım. “Her aşinalıktan kolayca geçilebileceğinin bir şekilde görüldüğü ve her yeni alışkanlığın kolayca kazanılabileceğinin anlaşıldığı bir hayatta zor olan ne olabilirdi ki ? İnsan sürer. İnsan yola devam eder.” Ve devam ediliyor ve umutla sabahı karşılıyor kahramanlarımız, çünkü ‘insan sürer’. Hepsi kendisiyle büyüttüğü suçları, pişmanlıkları ve sırlarıyla. Şimdilik bu otelde. Suçluluk duygusuyla beraber nedir bu insanları ayakta tutan başka duygu ? Gelin yazara kulak verelim. “Sevgi buydu. Bir soluğun varlığına minnet, şükran, sevinç… Dünya üzerinde şu koca tek başınalığı dağıtan o varlığa sonsuz sarılma, ölse bile toprağına kıvrılma isteği”(S.41) Evet burada aranmalı aykırılıklara rağmen bu insanları hayatta tutan duygu. Yani sevgi ve sevgide buluşma hali.
Yazarın karakterler üzerindeki derin psikolojik tahliller, aykırı karakterlerin kendini bulma ve olma çabası -mesela Leyla ve Deniz’in aşkı- aslında bu toplumun kendini anlama ve bulma çabasını dile getirdiğini düşünüyorum. Hala başka mahallede başka hayatların ve kendini bulma yolunda sürekli mücadele eden karakterlerin dünyasını anlatıyor. Kimine göre-çoğunluk sanırım- mesele bunları anlamakta ya da roman karakterleri gibi anlaşılmadığını düşündüğümüzde kendi dünyasında başka bir dünya yaratmakta.
Burada romanın kurgusunu ve gerçekliğini tartışma konusu yapmadan; yazarın dil üzerindeki hakimiyeti, pekiştirmek ya da başka maksat ile bilerek tekrarlanmış cümleler, kelimeler ; kelimelerin alışılmışlığın dışında kullanılması, derin psikolojik tahliller, iç içe geçmiş hikayeler romanın -evet roman demek bence daha uygun bir tanımlama- usta bir kalemden çıktığının en büyük kanıtıdır. Nihan Eren’in üsta bir romancı olduğunun belirtisidir. Kendi adıma bu ismi yirmi yıl sonra ülkenin iyi ve kaliteli (?) edebiyatını belirlemede en üst sıralarda göremeyeceksek bizim okuma kalitimizi ve hakiki okurluğumuzu ciddi anlamda sorgulamamız gerekir diye düşünüyorum. Rafları cicili bicili, kaliteden yoksun kitapların değil, Nihan Eren gibi yazarların doldurması gerekir diye düşünüyorum. Bu memleketin en büyük eksikliği; hafıza kaybı yaşamasıdır, ikinci eksikliği liyakati ve kaliteyi artık aramıyor olmasıdır. Her konuda. Nihan Eren gibiler çoğalmalı, bulma ve olma yolunda çoğalmalı. Dil ustalık gerektiriyorsa eğer ustalar en üst sıralarda kendini bulmalıdır. Halk ve okurlar onları her konuda üst sıralara taşımalıdır.
Son olarak diyorum ki; şimdi konfor alanınızı terk edin çünkü: “Hayat bir çabadır.”
Vesselam.
Doğan Yalçın