Hüseyin Su etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hüseyin Su etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Eylül 2014 Perşembe

Düşünsel, siyasal anlamda önemli kişiler ve Kalemin Yükü

"Toplumsal maceramızı, bu sürecin kahramanlarının ve düşünsel, siyasal mimarlarının yeterince anlaşılmasıyla kavrayabiliriz ancak. Bu çaba, onlar için değil, kendimiz içindir.”

Pek çok değerli fikir ve edebiyat adamının hayatına, yaptıklarına, eserlerine yeni bir yorum katmış bu eserinde Hüseyin Su. Kalemin Yükü omuzlarında yük olmaktan çok bir vazife bir “…ne güzel yaşamışsın sevaplar gibi” durumudur çoğu için. ‘Bir düşünce çizgisi’ni hakkıyla okuma durumudur bu deneme kitabı. Özellikle son yüzyıl için birer deniz feneri niteliğindeki şahıs ve dergiler üzerine son on sekiz yıl boyunca Hece Dergisi sayfaları arasında yer almış kimi denemelerden oluşmaktadır.

Değerlendirmelerini yaparken, Hüseyin Su’nun, “Ben de kendimi bu çaba içinde düşünen, yazan birisi olarak gördüm her zaman. Kalemim bağlı bunlarla ve kalemimin yükünü anlamaya, sorumluluğunu yerine getirmeye çalışıyorum” deyişindeki samimiyeti satırlar arasında yakalamak mümkün. Farklı sanat, kültür, edebiyat anlayışlarına ve siyasal düşüncelerine rağmen ortak noktalarına odaklanır Su.

Düşünür, yazar ve şairlerin kendi dönemlerine has ayrıcalıklı yanlarını ön plana çıkarma gayreti takdire şayandır. Özellikle vurguladığı bir husus var ki, hak vermemek elde değil:

Bugün, Türkiye’de gerek düşünce, sanat, edebiyat, kültür, gerekse siyaset ve toplumsal anlamda bir uygarlık hesaplaşması bağlamında süren kavga, yanlışları ve doğruları, eksileriyle ve artılarıyla hâlâ Necip Fazıl’ın ve Büyük Doğu’nun 1940’lı yıllarda başlattığı entelektüel İslâm düşüncesi düzleminde ve bağlamında bir hesaplaşma ve kavga dilinin ve sesinin yankısının açtığı alanda sürmektedir.

Hindistanlı bir şairle, Türkiyeli bir şairin, neden bizde aynı etkiyi bıraktığını anlatmış Su. Yani İkbal ve M. Akif… İlk şiir kitabının ilk baskısının yakılmasının ardından, “Özüm hiç değişmedi!” diyen “insanca ve artistçe” yazan Cahit Zarifoğlu’nu anlatıyor bize Su. İnsanın bağırsaktan ibaret olmadığını “gönül”den bahis açan, “Bağlanma”nın yazarını tanıtıyor bize, Fethi Gemuhluoğlu’nu. Düşünce ve kültür hayatımıza ışık tutacak nitelikte Kalemin Yükü.

Meral Afacan Bayrak
twitter.com/tarcnckmaz
* Bu yazı daha önce Star Kitap'ta yayımlanmıştır.

17 Eylül 2014 Çarşamba

Biçim biçim aşkın hâlleri

Aşk deyince, Şeyh Galip’ten Nedim’e varıncaya dek, herkesin bir diyeceği olmuş bu çağlar boyunca. Fuzuli ise, başka bir formda seslenmiş yüzyıllar ötesinden. Aşkın tanımını yapmak ne kadar doğrudur, aşkın halleri var mıdır, şayet varsa nelerdir, diye akla sorular gelebilir. Halden hale su misali adeta akan insanın aşkta sabitlenmesini bekleyebilir miyiz? Beyhude bir çaba olur elbette. Aşkın Halleri’nde; ne var diyecek olursanız, neler yok ki? Varolma nedenimizle ilintili olarak aşkın görünen ve görünmeyen yanlarını Aşkın Halleri’nde yeniden ustaca yorumlamış Hüseyin Su. Bunu yaparken yazılı sözlü geleneği hiçe saymamış.

Aksine karakterler naif. Dini duyarlılıklardan bihaber bir anlatıma göz kırpmamış. Kaybolmaya yüz tutmuş eski mahalle kültürünün izlerini sürmüş öykülerinde. Her yaş grubu bu kültürün farklı motiflerini hayatlarına serpiştirmiştir adeta. Öykülerin kahramanı olan hem delikanlılar, hem orta yaştakiler ve ihtiyarlar aşkın başka başka hallerini o zamanın içindeymişiz hissiyle dolmamıza neden olacak sahicilikte yaşarlar. Kadınları anlama ve yeniden tanımlama gayreti içindeki satırları da unutmayalım:

Erkeğin kendine duyduğu güvenin en az yarısını, bir kadın tarafından görüldüğü, sevildiği, belki çok saçma gelecek ama korunduğu düşüncesinin sağladığını da bilmez kadınlar.

Akşamdan sabaha, sabahtan akşama dek burada oturup geçmişti gelecekti, diye düşünerek seni çoğaltıyorum, çoğaltıyorum sonra da gönlüm karışıyor, aklım şaşıyor.

“Güzel bulduğumuz için sevdiğimiz bir kadınla, sevdiğimiz için güzel bulduğumuz kadını biz mi karıştırırız, yoksa gerçekten karıştıracak kadar bir ayrıma tabi tutulamaz varlıklar mı bunlar, hâlâ seçebilmiş değilim.”

Kederlere gömülmüş kırılgan kadınlar, Eyüp sabrıyla yaşayan hoyrat erkekler. Kabe’ye hiç konmayan güvercinlerden dem vuran aşıklar… Birbirine tatlı oklarla açtığı yaraların nasıl kangrene dönüştüğünü kaygıyla izleyen karakterler… Hepsi bizdendir. Hem ayrı hem beraber, hem yakın hem uzak tipler, ama sorulduğunda bir sorun yaşamadıklarını normal hayat sürdüklerini iddia edenler… Bir peri suretlinin peşinde şehrin kaldırımlarını arşınlayan Nedim misali tipler… Ayrılık, kavuşma, hayal kırıklığı, gerçekler, beklentiler, yani yalın hayatın ta kendisi; kesit kesit başarıyla verilmiş. Son derece ustalıklı bir dil ve anlatım sözkonusu. Olayların ve insanların geçmiş zamandan bu zamana geçişleri var. Öykülerdeki karakterlerin yanıbaşındayız sanki. Öyle bir hisse kapılıyoruz bilhassa. Öykü atmosferindeki bu samimi ve akışkan durum gözden kaçırılacak gibi değil.

Meral Afacan Bayrak
twitter.com/tarcnckmaz
* Bu yazı daha önce Star Kitap'ta yayımlanmıştır.