Gülfem Pamuk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gülfem Pamuk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Aralık 2016 Çarşamba

İncelikli kurguyla ve masalsı dille harflerin sırrı

Her şey kahramanımızın Fitzwilliam Müzesi’ndeki o sergiye gidişiyle başlar. “Mehmed Siyah Kalem”... Afişte gördüğü isim, o an hiçbir şey ifade etmese de Elif’in hayatını dönüştürecek bir isim olacaktır. Elif, sanat tarihi doktorasını yapmaktadır, ancak tezini yazarken tıkanmıştır. Cambridge’deki serüvenine Topkapı Sarayı Müzesi’nde üç aylığına devam edebilmek için tez danışmanı Prof. Bailey’i zor bela ikna eder. Bu süreçte hocasının ona tez danışmanı olarak önerdiği hukuk tarihçisi Lam Murat Hoca ile çalışacaktır. Kitapta, birbirine paralel kurgulu hayatlar anlatılıyor. Anlatılan, o en yüce duygunun dönüştürdüğü hayatlar aslında; kimi zaman doktora öğrencisi Elif’in ağzından, kimi zaman vezir kızı Esma’nın dilinden: “Ben Esma. Tebriz’in soylu ailelerinden birinin kızı ve Fazlullah Esterabâdî’nin karısıyım. Fazlullah hem kocam, hem de şeyhimdir.”. Hurufîlerin başıdır Fazlullah. Tarihte öyle bilinir. Daha sonra anlatıcı olarak Nasrullah girer devreye. Fazlullah’ın hem öğrencisi hem dostudur. Çeyrek asır boyunca... Fazlullah’ı kendine şeyh olarak bilmesi rüya yoluyla gerçekleşmiştir. Esma ile Fazlullah'ın evlendiriliş öyküsünü dinleriz ondan.

Elif’in Lam Murat ile tanışmasıyla birlikte olaylar biraz farklı biçimde seyretmeye başlar. Lam Hoca genç, bekâr ve karizmatik bir adamdır. Elif ondan etkilenmiştir. Ayrıca tahmin ettiğinden çok daha farklı, zeki, birikimli ve sıcak bir adamla karşılaşmıştır Elif. Lam, “Mehmed Siyah Kalem” ile ilgili tez aşamasında ona yardımcı olmak için elinden geleni yapmaktadır.

“Lamelif” kısmında Derviş Baba, Esma’ya bu harfin sırlarını şöyle anlatır: “Lamelif’i anlamak için hem Elif’in Lâm’ını, hem de Lâm’ın Elif’ini iyi bilmek gerekir. Lâmelif’te Elif ve Lam iki sevgili gibi kucaklaşır, ayakları birbirine dolanır. Bir araya geldiklerinde ikisi de birbirine doğru meyil eder. Bu meylin kaynağı aşk ve arzudur. Ancak Lâm bu babda Elif’te’ daha güçlüdür ve Elif’ten daha aşıktır. Minyatürlerin sahibi Mehmed Siyah Kalem’in yaşadığı çağın ve coğrafyanın bilinmezliğini çözmek o kadar da kolay olmayacaktır. Resimlerdeki belirgin bitki örtüsü bozkırdır. Yani Tebriz ve Herat gibi büyük şehirlerden herhangi biridir. Belki de İpek Yolu veya benzeri bir yöredir. Elif, resimlerin 14. yüzyılın ikinci yarısı ile 15. yüzyılın başlarında Tebriz, Herat veya Semerkant’ta yapılmış olabileceğini tahmin etmektedir. Lam, ona Timur zamanında kurulan saray akademisinden bahseder. Öyle öyle ilerler çalışmaları, ancak yavaştır ve somut delillere dayanmamaktadır.

Olaylar, Kalenderî derviş Nakkaş Mehmed’in Fazlullah’ın yanında tekkeye gelişiyle hızla gelişir. Mehmed sıtmaya yakalanmıştır. Doktor gelene kadar Esma onunla ilgilenir. “Aşk faslı”nda anlatılan, Hesna ile Esma’nın pencereden Nakkaş’ı görmeleriyle başlayan hikâyedir. Esma şöyle der: “Aşk tuzağı geldi, beni sarıp sarmaladı. Önce tenden geçti, sonra cana erişti. Aşk ile aşina oldum. Dert ile derman, birlik ile ayrılık hepsi bir oldu. Öyle ki göğsümde sabır ve şuur bırakmadı, can ülkemi baştan başa sarmaladı. Sevgiliden gelen cefa taşlarıyla kırıldı gönül kuşum. Sorarsanız, işte budur bütün suçum.” (Nedense buralarda Mesnevi okuyormuşum hissine kapıldım!). Roman, iki kadının odağında ilerliyor. Doktora öğrencisi Elif ve Fazlullah’ın eşi Esma. İkisi de, Nakkaş Mehmed’in ışığından gözleri kamaşan ve kendini ateşe vuran birer kelebek gibi onun odunda/n yanıyor.

Geçmişin anlatıldığı kısımları okurken Elif’in bulmaya çalıştığı ‘sırrı’ çözmeye çalışıyoruz. Kendimize ayna kıldığımız isimlerin aslında varlık kadar yokluk ile anlaşılacağını ve bu sırrın da ebedilik arzusuyla bağlantılı olduğunu öğreniyoruz. “Gözümü yumsam karşımda görürüm yârin yüzünü,/ Duyduğum her söz kulaklarımda yârin sözüdür./ Can-u ten gözüyle gördüm yârimi,/ Benim kalbim artık ilham yeridir.” diyen Esma’nın sözlerinde buluruz sanatın ‘ilham kaynağı’nı... “Merhamet faslı”nda söylendiği gibi, “Allah insanı kendi sureti üzerine yarattığına göre, insanın yüzündeki güzellik aslında ilahi güzelliktir. Bir insana aşık olan, ilahi güzelliğe aşık olmuş demektir. Unutma mecazi aşk, içinde ilahi aşkı da barındırır.” Yavaş yavaş sona gelinir. Elif, Lam’ın yardımıyla birçok sırrı çözmüş, çalışmasını tamamlamıştır.

“Yoğun” bir roman Kitab-ı Siyah Kalem. Öyle bir çırpıda özetlenebilir mi bilmem, ama kısaca şu söylenebilir: Gulyabanilerden demonlara, daha birçok konuyla ilgili bilgiler barındırıyor. “Hiçlik faslı”nda duraklıyor, şiirdeki gülün dikenlerini kalbinize batırıyor, bazı cümlelerin altını daha bir çiziyorsunuz. Lam’la birlikte, Timur hakkında “Bir insanın hem ruhunda bu kadar şiddeti barındırıp hem de şiiri, edebiyatı, resmi bu kadar sevmesi şaşırtıcı değil mi?” diyorsunuz. İncelikli bir kurguyla, geçmiş ve gelecek arasındaki gidiş-gelişlerle; bir ‘ürkeklik kuşu’ sembolüyle, kimileyin masalsı bir dille; harflerin sırrına ermeye çalışarak, "her bulmaca çözümünü de kendi içinde barındırır."

Sen, ilk ışığın kaynağı olan harfleri övgüyle an...” cümlesinde bir sır yok mu sizce de?

Merve Koçak Kurt
twitter.com/mervekocakkurt