Gömleği Yalnız etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gömleği Yalnız etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Temmuz 2020 Pazar

Kabuk tutmuş yarayı kanatmak, sonra tekrar kanatmak

"Âşinâ-yı aşk olandan âh u zâr eksik değil
Keşti-i bahre dem-â-dem rûzgâr eksik değil."

- Niyâzî-i Mısrî*

1962 Malatya doğumlu bir yazar Mustafa Şahin. Mavera, Dergâh, Hece gibi dergilerde yayınlanan öykülerinden tanıyanlar elbette vardır. Tanımanın, bilmeye evrilmesi için öykülerin bir araya gelmesi ve okura kitap formunda sunulması şart. Çünkü dergi takip etmek gittikçe zorlaşıyor, sosyal medya gittikçe ağırlığını hissettirirken dergileri takip edenlerin sayısı birbirini az-çok tanıyanların sayısıyla eşit gibi. Hep az-çok dedim farkındayım ancak Gömleği Yalnız'la buluşmak bu düşünceleri zihnimde yoğunlaştırdı. Çünkü neredeyse 60 yaşına varmış bir yazarın ilk kitabıyla karşılaşmak - yazarın bu kadar beklemesi, o bekleyişteki kaygıları ve dertleri okurun da yüklenmesini gerekliliği- tanımamanın, bilmemenin önemini yeniden düşündürüyor.

Kitabın bütününe baktığımızda çok ciddi bir iç eleştiri var. Yazar hem kendini ve kendiyle beraber yürüdüğünü düşündüklerini hem de "sizden değilim" dediklerini topa tutarken memleketin belki son yirmi-otuz yılına da kafa tutmuş oluyor. Bu kafa tutma, öyle yukarıdan konuşma gibi değil. İçten, samimi, temiz ve yalın. Dolayısıyla acımasız. O yüzden kitaba dair yazmak istediğim bu yazının başlığını "kabuk tutmuş yarayı kanatmak, sonra tekrar kanatmak" olarak belirledim. Çünkü her öyküde bir kabuk var. O kabuğu korumaya çalışanlar bir tarafta, dokunup tekrar kanatmak isteyenler diğer tarafta. Ama hepsi aynı yeryüzünde. Sonra o yara kanıyor, tekrar kabuk tutuyor, muhakkak tekrar kabuk yerinden sökülüp kanıyor. Öte yandan bir yaranın yeniden kanaması için kabuğunun komple sökülmesi şart değil. Yerinden oynatmak, belki tekrar düşmek bile kafi. Peki ayağa kalkmak? Üstelik tüm bunlar olup biterken zamanın acımasız biçimde ilerlemesi. O ilerleyişte yaşanan ürkütücü tökezlemeler. Kalkarken zamanın geçmiş olması...

"Bir yangının külünü..." başlığıyla bahsetmişti Gömleği Yalnız'dan Gökhan Özcan. Onun, Gözağrısı kitabında bir cümle var, "Biliyorum yanlışlarım olmasa, doğrularım da olmazdı. Bunun için onları gözümün önünden ayırmıyorum." diyor. İşte tam da bu cümlenin yanına koyduğum bir cümle var Gömleği Yalnız'da, "Geç ama artık azalmak, dökülmek istiyorum. Önüme bakmak, kendime dair yeni alışkanlıklar edinmek istesem de eskiye, eski fotoğraflara, eskittiğim zamanlara asılı zihnim. Tahammülüm de azalıyor yeniliklere, insana." diyor Mustafa Şahin. Bunu bir karaktere, özneye söyletmeyen diyor.

Sayfaları çevirdikçe özellikle yazarı -benim gibi- daha öncesinden tanımayanlar için çok sürpriz var. Hani bazı maçlardan önce "sürprizi çok" denir ya, öyle. Hem divan hem de modern Türk şiirine gönderilen selamlar bir tarafa, kendi kendine dertlendiği-söylendiği paragraflardaki İslâmî terminolojiye hâkimiyet şaşırtabilir. Halbuki öykülerini yayınlayan dergiler, yazarın nasıl bir duruşa, tavra sahip olduğunu gösteriyor. Ancak dedim ya, tanımak için kitap şart. O öyküleri okuyucu bir arada görecek. Öyle tanıyacak. Daha önceden tanımak, hayret etmenin önüne bir engel oluyor sonra. Böylesi çok daha iyi. Yazarın kendini neden bu kadar 'sakındığı' da aslında metnin içinden kolayca çıkarılabiliyor:

"Dünya dediğin pencere. Ben penceremden dışarı değil içeri bakıyordum. Dışarı düzelsin ama ben içeri bakayım diyordum."

"Elini sıktığım kimseyi peşinen bir kazanç saymıyorum. Kimsenin gözünün içine bakmıyorum ki bir hukuk doğmasın. Daha tanışır tanışmaz çekmecelerimi karıştıracaklarını biliyorum."

"Biliyorum, kan revan bir cümle, çatlak bir dudak, yaralı bir kalp size bir şey söylemez. Siz doğuştan korunaklısınız. Konsantresiniz. Çözülmez, dağılmazsınız."

Metin Yetkin, Gazete Duvar'ın kitap sayfasında "Eskiye ağıt, yeniye ironi" başlığıyla kitabı değerlendirdiği yazısında "Siyasi eleştiriler pek çok öyküde Türkiye siyasetinin sağ ve sol kanatlarını temsil eden kahramanlar üzerinden görülür. Ancak, yazar yer yer bu tarz eleştirileri metne fazlaca yerleştiriyor, bazen öykülerdeki şiirsel akışı bozuyor." demiş. Ben buna pek katılmıyorum zira yazar, kendini tutamayan, 'artık' tutmak istemeyen bir mizaç sunuyor okura. Hani bazen bir şairin ya da yazarın konferansına gideriz, oradan oraya atlar, yakalamakta zorlanırız ama 'final'de öyle bir yerde bırakır ki neyi neden söylediği bir yere oturur gönlümüzde, zihnimizde. Mustafa Şahin'in öyküleri de öyle. Sözü yormamak için elinden geleni yapsa da kelimeler bunca acıya kırgın, küskün. Hâliyle konuşa konuşa dökülmek istiyor. Bunun en belirgin örneği de Sayın Efendim isimli öykü. Hiçbir zaman hiçbir yerde yapılmamış ve yayınlanmamış bir konuşmanın tam metni olarak sunulan bu öyküde Kahraman Bey bir kahramanlık yaparak sahneye çıkıyor ve bir dönemin, hem de gayet uzun bir dönemin resmini çiziyor. Bu resimde siyasetten edebiyata, müzikten mimariye, hayatın her anına dokunan bir gayret var. Vicdanlı olma ve bunu yaparken de hakikatten kopmama gayreti. Ömür tüketen ama bedbaht etmeyen yegane gayret.

"Taşeronlar milyon kez toplansalar bir sebil inşa edemezler. Yürüyen merdivenlere, şantiyelere, iş merkezlerine mest olurlar. Ataleti, meskeneti terakkiye mâni görür arsa çevirirler. Toplanır, cem olmazlar, dergi çıkarır derlenmezler. Salonları kapı kullarının, imrahor seyislerinin, yanaşmaların arz-ı didar mekânlarıdır. Toplantıları öyledir. Bana inanın sayın efendim."

"Sizin dilinizde yakışık almaz sulusepken mısralar, duygusal tedailer. Zira devletin gözü ıslanmaz, keza ıslanırsa hoş olmaz. Siz göz önündesiniz, gazel dinleyecek olsanız acz olur size. İdam gömleğiyle cenk meydanındayken acz bizi de yaralar. Ki, siz kelle koltuktasınız. Bense ne zaman bir gazel duysam boynum tutulur, salıveririm kollarımı sayın efendim."

"Yunus derler, bir hastaya su taşımazlar. Merhamet derler, açık bir yaraya eğilmezler. Korkma sönmez der, gölgelerinden korkarlar. Mecnun'a Bağdat'ın yolunu sorarlar, gidiş-dönüş biletlerini Kûfe'ye keserler. Sponsorsuz, rezervasyonsuz adım atmazlar. Yani efendim beytülmal ve vicdanlar üzerinde yüktürler. Hüseyin'in "attan düşüşünü" temaşa etmişlerdir. Hasan'ın matarasındaki suyu çalmışlardır. Hazreti Hasan'ın sayın efendim."

Şiirle omuz omuza yürüdüğü için huzursuz bir kitap Gömleği Yalnız. Çok iyi bir huzursuz kitap. İyiliği, özünde saklı. Bu toprağı harmanlayan, mayalayan, sulayan kimselerin vicdanını ve yüreğini taşıyor çünkü.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

*"Deryâdaki gemiler hedefine varıncaya dek rüzgâra dâimâ muhtâçtır. Bunun gibi tevhîd-i hakîkî sâlikinde de deryâ-yı aslına yani vahdete ulaşıp onda yok oluncaya kadar aşk âh u zârı noksân olmaz." (Melâmî Ali Örfî Efendi, Ey Gönül: Niyâzî-i Mısrî Dîvânı Şerhi, Hazırlayan: Mustafa Tatcı)