Nâzım Hikmet’in hapishaneden Türk Edebiyatı’na kazandırdığı iki büyük isim vardır. Bunlardan biri Orhan Kemal diğeri de Kemal Tahir’dir. Nâzım, bu iki ismin çoğu eseriyle birebir ilgilenmiş ve acımasız tenkitlerini onlara ve eserlerine yöneltmiştir. Hatta Orhan Kemal’e acımasız bir şekilde şiiri bırakmasını söyleyen de odur. Fakat sonunda Türk Edebiyatı büyük bir düzyazı ustası kazanmıştır. Aynı şekilde Kemal Tahir’in de özellikle hapishanede yazdığı roman ve öyküleriyle birebir ilgilenmiş, yorumlarını uzun mektuplarında yazara aktarmıştır. Kemal Tahir’in en ünlü ve en önemli öykü kitabı olan Göl İnsanları hakkında “Senden o kadar defa dinlediğim, âdeta birçok satırlarını başlarken sonunu getirecek kadar hatırladığım ilk hikâyeyi yine büyük bir lezzetle, iştiha ile ve gururla okuyorum,” der. Ve bir başka mektubunda ise düşüncesini açık ve değişmez bir biçimde ortaya koyar: “Hiç endişeye düşme. Göl İnsanları Türk edebiyatının en güzel dört hikâyesi olarak kalacaktır.”. Bundan başka da övgüleri vardır bu kitapla ilgili şairin: “Çok yüksek bir yere çıkıp haykırmak istiyorum: ‘Şu Göl İnsanları hikâyelerini yazanı biliyor musunuz? O daha ne güzel şeyler yazacaktır.”
Nâzım Hikmet en güzel dört hikâye demiştir ancak Kemal Tahir’in İthaki Yayınları’ndan neşredilen kitabında sekiz öykü vardır. Bu durumun açıklaması ise şudur: Kemal Tahir 10 Mart 1941 ve 25 Nisan 1941 tarihleri arasında ilk dört öyküyü Tan Gazetesi’nde tefrika halinde yayımlamıştır. Daha sonra bu öyküleri 1955 yılında kitaplaştırmıştır. Fakat daha sonraki yıllarda, kitabın bir başka baskısı olacağı zaman (1969) Kemal Tahir bu dört öyküye dört tane daha eklemiştir. Ayrıca ilk neşredilen dört öykü içinde de bazı değişiklikler yapmıştır. Bu değişiklikler çok ufak değişikliklerdir. Bazen bir cümle eksiltme veya başka bir kelime yerleştirme gibi, öykünün kurgusunu etkilemeyecek değişikliklerdir. Böylece yazarın sağlığında yayımlanan Göl İnsanları son haliyle sekiz öyküdür. İthaki Yayınları bu son basımı temel alarak eleştirel basım adı altında bir baskı yapmış, öykülerde hem tefrika halindeki kısımları hem de yazarın sonradan değiştirdiği kısımları göstermiştir. Tefrika halindeki cümle dipnot şeklinde belirtilmiş, yazarın değiştirdiği kısım ise asıl metin içinde gösterilmiştir. Bu açıdan Sevengül Sönmez’in kitaba yazdığı önsöz önemlidir.
Kitapta sekiz öykü var demiştik. Aslında bu kitap iki ayrı öykü kitabı olarak ele alınabilir. Kemal Tahir her ne kadar kendi düşüncesiyle bu birleştirmeyi yapmış olsa da ilk dört öykü ile sonradan eklenen dört öykü arasında pek benzerlik yoktur. Yazar ilk dört öyküde, ekonomik koşullarla şekillenen ve değişen kadın-erkek ilişkisini, köylünün hayata bakışıyla beraber verir. Yani toplumsal ilişkileri daha net görürüz. Fakat sonradan eklenen dört öykü daha yüzeysel konulardan bahseder. Hatta Sevengül Sönmez’in dediği gibi bu öyküler onun mizah dergilerinde takma adlarla yayımladığı öykülere benzemektedir… İlk dört öykünün insanı anlamaya ve ona yakın olmaya çalışan dokusu bu öykülerde neredeyse yoktur.
Göl İnsanları’nın ilk dört öyküsünün isimleri sırasıyla şöyledir: Göl İnsanları, Çoban Ali, Gelin-Kadın Oyunu, Arabacı. Sonradan eklenen öyküler ise Nam Uğruna, Kondurma Siyaseti, Bir Kodoşluk Hikâyesi ve Fermanlı Hoca isimlerine sahiptir. Fermanlı Hoca’nın farklı bir biçimi Kemal Tahir’in bir başka öykü kitabı Zehra’nın Defteri’nde de yer alır.
İlk öykü olan Göl İnsanları kitabın ilk halinde olan diğer üç öyküden daha farklı bir konumda bulunuyor. Kemal Tahir’in kadın-erkek ilişkilerinin toplumsal hayata yansımasının en az olduğu öyküdür bu. Beş tane arkadaşın denizden Terkos Gölü’ne çakıl taşımalarını konu eder. Bu beş arkadaştan Hamdi, diğer karakterlerin merkezinde yer alır ve diğerlerini etkiler. Öbür karakterler ister istemez Hamdi’ye göre konum alırlar. Yazar, Hamdi karakterini merkeze alarak ahlaki bir bakış açısı sağlamaya çalışır. Günlük rutinde bir nevi vicdandır bu karakter. Öykünün kahramanları son derece realisttir. Herhangi bir olay olmadan, bir durumdan nefis bir öykü çıkarmıştır Kemal Tahir. Tek mekânda geçer. İşçilerin patronu Kaptan Şerif karakteriyle kötülüğü ve işçinin üzerinden kazanmayı somutlaştırır Tahir. Bir nevi Hamdi-Şerif karşılaşmasıyla vicdan muhasebesi yaptırır okura. Bunun dışında masumiyeti veya başka değerleri/kavramları temsil eden kişiler de vardır öyküde (Küçük Salih gibi).
İkinci öykü olan Çoban Ali’de yazar köydeki kadın-erkek ilişkilerine daha net değinir. 1940’lı yılların İskilip’inde geçen öykü dört kısımdan oluşur. Çoban Ali ile Fatma’nın evlilik hikâyesi şeklinde kısa bir özet geçebiliriz bu öyküye. Ancak normal bir evlilik değildir bu. Fatma’nın zorla kaçırılması ve bir dizi zor kullanma ve tehdit sonunda onun jandarmaya “kendim kaçtım” demesini sağlama uğraşını içerir. Dört bölümden oluşur demiştik; bu bölümlerden ilkinin öykünün kalan kısmıyla bir bağı yok gibidir. Diğer kısımlardan kopuk durur. Çoban Ali’nin koyunlarını İstanbul’a götürüp satmasını konu eden bu bölüm olmayıp olmasaydı öyküden bir şey eksilmezdi. Asıl öykü ikinci bölümle birlikte başlıyor. Kadın-erkek ilişkisiyle beraber o zamanlarda taşradaki askerin ve bürokrasinin gücünü de hissediyoruz. Hatta jandarmanın zenginin yanında yer almasını içeren pasajlar da mevcut. Bir nevi toplumsal gücü elde tutanla toplumsal yetkiye sahip unsurların çıkar doğrultusunda anlaşması diyebiliriz.
Öykülerdeki kadın-erkek ilişkilerine bakış açısının birçoğu aslında hâlâ Anadolu’daki birçok yerde mevcut. Bu bakış açısına ek olarak bir de ‘kişiye göre muamele’ işin içine giriyor ve ‘namus’ kavramı, toplumdaki en adaletli veya dindar görünen kişilerin gözünde bile ‘adamına göre’ bir hâl alabiliyor. Bunun iyi bir örneğini Gelin-Kadın Oyunu öyküsünde, Sultan’ın aklından geçenlerde görüyoruz. Ancak o da sadece aklında karşı çıkabiliyor bazı şeylere:
“…Kanının sıcak sıcak yüzüne toplandığını hissediyordu. Az daha, ‘Halil’le bu haltı eden bir ben miyim? İmam’ın gelini Şehime, Karagöz’ün karısı, muhacirin karısı hep Halil’le tutulmadı mı?’ diyecekti. Az daha, ‘Hacer teyze ayartmadık gelin mi bıraktı köyde… Kocası gurbette olan karıların yoldan çıktığını, be imam, sen bilmezden mi gelirsin?’ diye bağıracaktı.”
Arabacı öyküsü ilk üç öyküden bazı yönleriyle ayrılıyor: Doğrusal bir istikamette devam eden öyküde çok az karakter bulunuyor örneğin. Az olaylı, hatta olay bile bulunmuyor diyebiliriz öyküde. Başka bir köye iş için giden bir arabacının yolda gördüğü iki yaşlı kadını at arabasına alıp belli konuşmalardan sonra onların birinin kızıyla evlenmek için işi bırakıp köylerine gidişini konu ediyor. Daha sonra da, aslında evli olduğu için bir kurtuluş yolunu aramasına değiniyor. Bu öykünün toplumsal tarafı çok baskın değil; daha çok arabacının vicdanıyla olan muhasebesini konu ediyor. Aslında birkaç olay eklenip biraz daha uzatılsa çok daha biçimli ve başarılı bir öykü çıkabilirdi ortaya. Ancak yine de keyifle okunuyor. Diğer üç öyküye göre daha trajikomik demek de mümkün.
İlk dört öykü bu şekilde. Sonradan eklenen diğer öykülere de daha genel değinmek istiyorum. Bu öykülerde Kemal Tahir’in toplumsal eleştirilerini daha ironik bir anlatım ve diyaloglarla yaptığı çok bariz belli oluyor. Kitabın uzun öykülerinden olan Nam Uğruna öyküsünde bir barajın açılış hikâyesini konu ediyor örneğin. Bürokrasinin ve köylünün aynı anda yer aldığı bu öykü başından sonuna güldürü unsurlarından sıyrılmıyor. Fakat her an genellenebilecek politik eleştirilerini de sıralıyor Tahir:
“İşçiler barajın iki yanında, gölgelerde oturuyorlardı. Son gündelikleri vermeyerek açış törenlerini kalabalıklaştırmak, Şaban Bey’in önemli buluşlarındandı.”
Kondurma Siyaseti’ne de değinmek gerekiyor çünkü bu öykü anlatım yönünden diğer öykülerden biraz daha farklı bir konumda bulunuyor. Tunceli sürgününü konu eden öykü ‘ben’ diliyle oluşturulmuş. Ayrıca bir halk hikâyesini anlatır gibi bir üslûp söz konusu. Hatta destansı bir dil kullanmış diyebiliriz yazar için. Sürgünle, dramatik unsurlarla başlayan öykü daha sonra bir mizah öyküsüne dönüyor. Bürokrasinin şaşkınlığı, devletin baskısı, yağma, hırsızlık gibi olumsuz durumların iç içe geçtiği öyküde göç ettirilenlerin sosyal yapısına ve ekonomik düzeylerine önem vermiş yazar. Ancak karşıt unsurları öyküde anlatması en önemli özelliği. Zorla göç ettirilmek o insanlar için oldukça zor bir durum ancak bunun dramatik tonunu iyi ayarlamış Kemal Tahir ve bürokrasinin durumuyla ilgili verdiği örneklerle de öyküyü dengelemiş. Örneğin, göç kararı verirken son derece ciddi olan bürokrasi ve bürokratlar, konu bir işi halletmeye geldiğinde nasıl hallere düşüyor, şu örnekler yeterli olacaktır:
“Hükümat bu kez işi her nedense sıkı tutmuş… Yol boyunun iki yanına çifter çifter nöbetçiler dikmiş… Sağa sola bükülmek yok! Otlağı buldun, biraz soluklanacaksın! Hayır! Bakmışsın şurdan bir atlı kopar hışım gibi… ‘Nerede sizin Büyük Bey’iniz?’ ‘N’olacak?’ ‘Vali emridir, size durmak yok! Basın bakalım ağır ağır!’”
Bir Kodoşluk Hikâyesi ve Fermanlı Hoca öyküleri de son derece mizahi öyküler olarak görülebilir. Kemal Tahir’in kitaplarında cinselliğin baskın olduğu her zaman vakidir; ancak bu kitapta kadın-erkek ilişkileri yoğun olarak işlenmesine rağmen bu temaya çok değinilmez. Sadece Bir Kodoşluk Hikâyesi öyküsünde biraz daha baskındır. Ancak öyküleri bir sıralama yapacak olsak sanırım bu öykü en son sırada yer alacaktır. Fermanlı Hoca ise kitaptaki en komik öykülerden biridir. Ama daha önce de dediğim gibi, bence bu son dört öykü okura eğlence ve biraz da bazı konularda dokundurmalar dışında çok şey katmaz. İlk dört öykü ise Nâzım Hikmet’in dediği kadar vardır.
Genel anlamda iyi, keyifli bir kitaptır Göl İnsanları. Son dört öykü eklenmese daha mı iyi olurdu diye soruyorum kendime. Böyle olsaydı bu durum Göl İnsanları’nı daha yukarı çekebilirdi. Kalan dört öykü de bir iki eklemeyle müstakil bir öykü kitabı olarak basılıp kendi kulvarında iyi bir öykü kitabı olabilirdi. Yine de bu kararı veren yazarın kendisi olduğu için bize söz düşmez artık. Bize, Kemal Tahir okuyup biraz dertlenmek, biraz düşünmek ve kitabın ikinci yarısında da bolca gülümsemek düşer. Kahkaha attırmaz çoğu zaman ama insanın suratında ironik gülümsemeler oluşturur.
Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10