"Dünyâ gamından geçip yokluğa kanat açıp
Aşk ile dâim uçup çağırıram dost dost."
- Niyâzî-i Mısrî [k.s]
Türkiye Yazarlar Birliği'nin İstanbul şubesindeyim. 7. Edebiyat Mevsimi'nde "İsmet Özel ve Dergiciliği" oturumunda sevgili İbrahim Tüzer konuşacak, fakir de moderatör görevini yerine getirmeye çalışacak. Bu oturumdan önce ise "Kuşakları Besleyen Dergiler" oturumu var ve Bünyamin Yılmaz'ın moderatörlüğünde Mürsel Sönmez son derece önemli tespitleriyle, yorumlarıyla güne damgasını vuruyor. Oturum sona eriyor ve kendisinin elinde küçük bir kitapçık görüyorum: Fethi Gemuhluoğlu, Dostluk Üzerine.
Kitabın farklı baskılarıyla daha evvel tanışmış olmama rağmen bu kitapçık sanki bana gönülden gönüle uzanan bir bildiri gibi geliyor. Okunması gerekiyormuş gibi, yeniden ve yeniden. Mürsel Sönmez çevresindeki eşe dosta, gençlere bu kitapçığı dağıtırken ben de bir köşede duranlarından üç adet alıyorum. İkisini arkadaşlarıma vereceğim, birini kütüphaneme koyacağım ki eve gelenlere de okutabileyim. Dedim ya, bir bildiri gibi.
Fethi Gemuhluoğlu'nun 1977'deki vefatından sonra hakkında yazılanlar Dostluk Üzerine adıyla bir kitapta toplanmıştı. 2001 yılında ise yine aynı adla bir kitap yayınlanmış, bu kitap da kendi yazdığı yazılardan ve mektuplardan oluşmuştu. Gemuhluoğlu'nun şiirleriyle beraber büyük bir kısmı kendine ithaf edilen şiirlerden oluşan "Gerçek Olan Aşktır" 2000 yılında, Nuri Pakdil'in ona dair yazdığı "Bağlanma" ise 1979 yılında yayınlanmıştı. Elimizde, bilhassa gençler için çok fazla bir şey yoktu Fethi Gemuhluoğlu'na dair. Bu kitapçık, sanki gençlerin kalbine yeniden onu ve düşüncelerini yerleştirmek ancak bunların dışından esas konuya dikkat çekmekti; dostluk ve sevgi.
22 Kasım 1975'te Fethi Gemuhluoğlu, yaptığı konuşmanın merkezine dostluğu koymuş, sevgi olmadan bir toplumun kaybolacağını kendi fikir ve çile dünyasından geçirerek anlatmıştı. İşte kitapçığın içeriği bu konuşmaydı. Cahit Zarifoğlu'nun "Tek başına bir okuldu", İsmet Özel'in "Bize kendi kuşağı içinde en sağlam çizgiyi aktarabilenlerden biriydi", Necip Fazıl Kısakürek'in "Fikir ve çile birliği kökünde yekpâreleştiğimiz büyük ve sevgili dostum" dediği Fethi Gemuhluoğlu şöyle diyordu:
"Batı adamının bunalımı çok tabîidir; muallâktadır. Doğu adamı yerinmez ve sevinmez, çünkü dünyada yerinilecek ve sevinilecek bir şey yoktur. Ve bizim hüznümüz Allah'adır. Biz durup dururken, kendi kendimize, kendi nefsânî oyunlarımız için, şehevâtımız için mahzûn olmayız. Bizim olsa olsa... Peygamber-i Ekber müddet-i ömründe, Devr-i Saâdet'de gülmediler, hele ağız dolusu hiç gülmediler; gülümserlerdi."
Gönüllere hemen İsmet Özel'in Naat'ı düşmeliydi bu sözlerden sonra: "Dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar / sıyırın kahkaha sırçasını cildinizden / omzunuzdan vaveyla heybesini atın / boşa çıksın reislerin, kahinlerin, şairlerin kuvveti / güler yüzlü olmak neydi onu hatırlayın / neydi söğüt gölgesinde gülümsemek / ağız dolusu gülmeden taşlıkta..."
Her sözünde, her misalinde Peygamber var Gemuhluoğlu'nun. Dostluktan bahsederken "Bana komşu hakkından öyle bahsedildi ki, komşunun komşudan mîrâs yiyeceğini zannettim" hadis-i şerifini hatırlatarak diğer başka hadislerin de üzerine dikkat çekerek şöyle diyor: "Kurda kuşa dost! Görünene, görünmeyene dost! Her ân kendi raksı üzerine olan mâdde zannettiklerimize dost! Yani... "Beni Allah te'dîb etti, onun için edeb-i ilâhî ile müeddebim" diyor Peygamber-i Ekber. Bir hadîs-i kudsîlerinde de, "Allah'ın ahlâkı ile tahalluk ediniz" diyor. Allah'laşınız gibi bir şey. Sanki, Allah'laşınız diyor."
Zariyat suresinin 50. ayetinde "Fe firrû ilâllâh" buyurulmuş. Allah'a kaçın! Hakikati yakalamak uğruna ilimlerden geçmek gerektiğini söyler Gemuhluoğlu. Bu sebeple ilme de dost olmak gerekir. Mesela tarihe dostluk konusunda "Tarihe dost olacak kadar ciddî bir ilm ile ilimlenmediğimiz için, -talib olmadığımız için ilme ve irfâna- tarihe de, tarih fikrine de dost değiliz" demiştir. Ağaca, ormana, coğrafyaya da dost değiliz. Bu yüzden çevremizdeki hareketleri çözümleyemiyor, neler olup bittiğine akıl yormayı boş bir iş gibi görüyoruz. Oysa hakikati keşfetmek için her şeye ihtiyacımız olabilir. Hani Peygamber Efendimiz'in Medine'de Mescid'e girebilmek için "Mescide Ali’nin kapısından giriniz" sözü, işte bu sözde kastedilen fizikî bir kapı mıdır yoksa bir başka sözünde buyurduğuna mı dikkat etmek gerekir: "Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır."
Fethi Gemuhluoğlu'nun fakiri en çok sarstığı şey yakınlarının zikretmesiyle öğrendiğimiz dervişliğinin yanı sıra tam bir teslimiyete sahip olması ve lakin olan biten her şeye şükretmekten de imtina etmesidir. Zira zulme şükretmek, zalimlerinden yana olmaktan başka neye kapı aralar? İlim ve onun kapısına varmadan evvel "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır!" buyruğunu tutmak gerekmiyor mu?
Bir insan, varlığının sırrına erişebilmesi için bir de kendisiyle dost olması gerekiyor. Bu hususta Gemuhluoğlu "Kendisine dost olmayanlar, gayrıya dost olamazlar. Kendileri ile barışa varamayanlar, gayrı ile barışa varamazlar. Kaldı ki, savaş yoktur. Dünya, dostluk üzerine halkedilmiştir." der. İnsanın kendisiyle dost olması için de en büyük engellerinden biri olan uykuyla arasına bir mesafe koyması gerekiyor Gemuhluoğlu'na göre. Yine fakirin zihninde nice rüyalara, sırlara kapı açan cümleleri şöyledir merhumun: "İnsanın uykuya sırt çevirmesi lâzım. Peygamber-i Ekber uyumazlardı. Eğer Türkiye'de insanlar, Türk insanı, Müslüman insan, Millet-i İslâmiyye'nin insanı, İslâm Milleti'nin insanı, yeniden bir "ba'sü ba'de'lmevt" sırrını yaşamak istiyorsa, onu ihyâ' etmek istiyorsa, yeniden bir ba'sü ba'de'lmevt'e doğmak istiyorsa, uykuyu kaldırmalıdır. Uykuya düşman mı olalım? Hayır! Uykuya dost olmayalım. Her şeye dost olalım, uykuya dost olmayalım. Her şeye dost olalım, politikaya dost olmayalım."
Diğer tehlike ise hırs ve mal, mülk sevdası. Konuşmasının bu bölümünü okurken kendimi dinleyicilerden bölümünde görüyorum. Çünkü konuşanla aramda çok ciddi mutabakatlar kuruyorum. Dinliyorum, böylece "konuşulan" oluyorum, "talip" oluyorum: "Her şeye dost olalım, hırs-ı mâl ve hırs-ı câha dost olmayalım. Ben parayı ol elleri ile tutanların destânımsı, mu'cizemsi hikâyeleri ile büyümüş bir arkadaşınızım. "Feleğin kahbe başında paralansın parası", "Ben güzel sevmeye geldim, değil ekmek yemeye" diyor büyük Hazret-i Neyzen."
Aşk diyor başka bir şey Gemuhluoğlu. Sevapta da aşk, günahda da aşk: "Beyefendiler, günâhlarınız bile şevk içinde olsun, eğer günâh işleyecekseniz. Şevki seçiniz. Aşkı seçiniz. Ben aşksız insanlar görüyorum: Huzur içinde uyuyorlar, gidiyorlar, gülüyorlar, vitrinlere bakıyorlar; hâlâ büyük büyük pazarlıklar peşindeler, hâlâ büyük büyük ihâlelere giriyorlar. Türkiye'nin içinde bulunduğu felâketi idrâk etmiyorlar, huzur içindeler. Onun için onlara küsüm, onun için onlara kırgınım. Onun için, kırgınlıkta bir feyz buluyorum. Çünkü, -vâ’d-i ilâhîde hulf yok, Allah vâ’dinde sâdıkü’l-emîn olduğu için-, Allah diyor ki, “Gönlü kırık olanlarla beraberim”. Onun için gönlüm kırık. Onun için gönlümdeki kırıklığı hiçbir şey, hiçbir şevk, hiçbir neş’e bir mânâda tashîh etmiyor. Bir felâketin eşiğindesiniz. Felâket mukadderdir, lâyetegayyer gibidir. Ola ki, kurbiyyeti olan bir zât-ı akdes iltica ede. Yoksa muhakkaktır."
Bu kitapçık bir deste gül, kelamdan selâma dönen bir kitli hazine, insana kendini bildiren bir bildiri. Gençliğimize bir umut, ihtiyarımıza bir ümid, kalanlara bir şiir, bir dua. Şiir de duadır, hele ki Yunus Emre söylerse: "Gel gidelim can durmadan / suret terkini urmadan / araya düşman girmeden / gel dosta gidelim gönül."
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf