Neden görmek, dokunmak, koklamak, hatta tatmak değil de duymak?
Bu sözün anlamına kafa yormamla, Elias Canetti’nin Körleşme’sini okumam aynı zamanlara tekabül ediyor. Roman, topluma yabancılaşmış aymaz bir aydın tipi olan Kien’ın etrafında şekillenir. Bir antikahraman olan Kien, kitaplardan oluşan krallığına kendini hapseder ve burada yalnızca bilimle uğraşır. Dışardaki gerçekliğe, salınıp duran hayata ve insanlara ihtiyaç duymaz; onun beslendiği ve bir bakıma muhtaç olduğu tek gerçeklik, kitapların vaat ettiği sonlu gerçekliktir. Bu gerçekliğin dışındaki her şeye gözü kapalıdır, üstelik bu kapatış öyle şiddetlidir ki kendisine yöneltilen sorular, bedensel ihtiyaçlar, lüzumsuz konuşmalar, yapılan bir hizmet karşısında alınan paralar tiksindirici şeylerdir. Kien’ın tek kutsalı kitaplar ve bilimdir.
Ancak Kien, sarsılmaz sanılan karakterinin dışına çıkan bir adım atar ve hizmetçisiyle evlenir. Bu, karakterin çözülmesi ve çürümenin ilk adımıdır. Bu safhadan sonra kitleye karşı duran Kien, kitle karşısında acziyet taşıyan birine dönüşür. Karşısına çıkan ve daha önce konuşmaya değer bulmadığı kişiler tarafından kandırılır, aşağılanır ve kimi zaman da şiddete maruz bırakılır. Zaten tanımadığı ve yabancısı olduğu kitleye karşı artık müthiş bir korku taşımaktadır. Bu korkuyu yenmenin ise tek bir yolu vardır: Körleşmek!
Evet, Kien bu kez de zahiren bir körleşmenin içine sokacaktır kendini. Görmek istemediği her şeye gözünü kapatacak ve bu şekilde yaşamaya alışacaktır. Nitekim de öyle yapar: Karısı geldiğinde gözleri kapalıdır, raftan istediği bir kitabı almak için yalnızca parmak uçlarını kullanır, adımlarını çalışma masasına doğru yönlendirirken kendi iradesiyle görme duyusundan yoksun kalır.
Peki ya kulak? Ya duyulanlar? Konuşulanları duymasını engelleyecek bir tıkacı var mıdır? Kien, bunun için çabalasa ve hayali bir tıkaçla kulaklarını tıkasa da beyhudedir, çünkü kulağındaki meşale hep açıktır. Böylece zehirlenmeye; öfkeyle söylenen cümleleri, hakaretleri ve aşağılanmaları duymaya devam eder. Uzandığı yatağından karısının aynı kararlılık ve kızgınlıkla söylediği cümleleri, kapıcının eski yaşamına dair her gün, aynı saatte anlattığı gevezelikleri duymasını engelleyecek hiçbir şey yoktur. Kien’ı çürüten duyduklarıdır.
Canetti, yıllar sonra defterine, “İnsan tek bir insanda tüm dünyanın mutsuzluğunu yakalayabilir ve o insandan vazgeçmediği sürece hiçbir şeyden vazgeçilmiş değildir ve o insan soluk aldığı sürece dünya da soluk alır,” diye not düşer. Bu not, Canetti’nin hayatından otobiyografik izler taşıyan Kien için söylenmiş gibidir. Çünkü Kien’ın mutsuzluğu, bunalımı ve topluma yabancılaşması, tek tek bütün bireylerin mutsuzluğudur. Ve yine onun çabası, soluk alıp vermesi bütün bireylerin soluk alıp vermesidir. Kien’ın topluma karşı körleşmesi, Aydınlanma Çağı sonrası bütün aydınların bilimi kutsaması ve akabinde yalnızlaşmasıdır. Onun ölümü, bütün insanlığın ölümüdür. Belki de bu yüzden, Kien’ın sesiyle başlayan roman, yüksek sesli kahkahası ile son bulur.
Feyza Kartopu