"Şu karşıki dağda kar var duman yok
Benim sevdiceğimde din var iman yok."
- Türkü (Hatay yöresi)
"Seni sevmek benim dinim imanım,
İlahî, dîni îmândan ayırma."
- Eşrefoğlu Rûmî
"Dinden imandan habersiz."
- Türk sözü
"Dünya ahiretin tarlasıdır" diye buyrulmuş. Doğduğumuz toprakların ahiretin tarlası olduğunu bilmemiz için tarih kitapları arasına gömülmemiz gerekmiyor, biraz düşünmemiz bile kafi. Gece uyumadan evvel de (Bir yastıkta kocamak), ayağınızı masanın köşesine vurduktan sonra da (Kaza oldu), tuvalete giderken de (Abdest bozmak), ağzımıza bir şeyler atarken de (Nefis körlemek), vesaire vesaire. Parantez içine yazdığım sözlerin şu satırları okuyuncaya dek size bir şeyler çağrıştırması gerekiyordu. Umarım çağrıştırmıştır. Biz Türkler, dilimizle dinimizi birbirlerinden asla ayrı tutmadığımız için çeşitli durumlar karşısında o kadar özel sözler söylemişiz ki bu sözler, asırlar boyu süregelmiş. Mesela bizi insan oluşumuzun manasından uzaklaştıran şeylere "gâvur icadı" demişiz. Boşa harcanan zaman yahut yerinde kullanılmayan bir şey için "gavur etti" demişiz. "Gurur" kelimesini Kur'an-ı Kerim'deki metâ'ul ğurur yani aldanma anlamında değerlendirerek, dünya metâ'ının aldattığı kişiye gururlu demişiz. Kadere olan teslimiyetimizle şereflendiğimizden, hanelerimizin kapılarına "Allah'ın dediği olur" yazıları asmışız. İmanımızla topraklarımızı birbirine dilimizle öyle sağlam bağlamışız ki, ağzımızdan her çıkan kelam Türkiye sevgisi oluvermiş.
Erciyes dağından Gesi bağlarına, Çayeli'nden Emir Sultan'a; attığı her adımın adına Türkiye sevgisi koymuş bir adam Ebubekir Kurban. "Türkiye’yi sevmeden şuurlu Müslüman olunamaz" gibi muazzam bir söz söylemiş. Büyük laf değil, büyük söz. Devamında da "Çünkü bu topraklar bugün kendimizi tarif ederken kullandığımız Batılı kavramların dünyasıyla çatışmanın cereyan ettiği yerdir." diyerek ilkokuldan itibaren bize bir türlü öğretil(e)meyen o tarihi gerçeği izah etmiş. Kitabında ise bu toprakların hafızasında sadece kendi insanının değil; Mekke'nin Kudüs'ün, Selanik'in, Tuna'nın, Kırım'ın, Cezayir'in, Etiyopya'nın ve daha nicelerinin insanının da olması, bu toprakların iman süsü olduğunu, süssüz bir anlatımla yazmış. Dolaylı konuşmayı sevmiyor Ebubekir Kurban, söyleyeceğini bilavasıta söylüyor:
"Öyle insanlarla karşılaşıyorum ki, hiçbir şeyi sevmiyor, duvar gibi, her şeye muhalif… O insanlara göre, Türkiye’de hiçbir şey iyiye gitmiyor, her şey kötüye gidiyor. Bir delikanlı düşünün, sevgilisini yeterince sevmiyor. İlk tartışmada sevgilisini terk ediyor, başka tarafa yöneldiği için. Düşünün bir insan annesini sevmiyor. Annesini sevmeyen Türkiye’yi niye sevsin?.. Türkiye bana annemi hatırlattığı için, Türkiye bana arkadaşlarımı hatırlattığı için; annemi, arkadaşlarımı çok sevdiğim için Türkiye’yi çok seviyorum."
Maalesef ki bu tip sözleri "Vatan Millet Sakarya" edebiyatı sanan, cebine girecek paradan başka bir şey düşünmeyen, kariyer hesabıyla nereye çekilirse oraya gidebilecek insanların(?) anlamasını elbette bekleyemeyiz. Büyük ihtimalle Ebubekir Kurban da bunu düşünmüş olacak ki, "Türkiye Sevgisi İmandandır" kitabını bir dua kitabı olarak yazmış. Yani tıraş olurken "Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı" türküsü yerine Justin Bieber ya da Timberlake'den bir parça okuyanların da kendilerine belki bir şeyler çıkarabileceğini düşünmüş. İyi de etmiş. “Gesi bağlarını dinlemeden, Neşet Ertaş’ı tanımadan, anneden, babadan, mekândan ve zamandan bağımsız, Türkiye sevilmeden şuurlu Müslüman olunmaz" derken yazar, aslında Neşet Ertaş'ın o ne güzel söylediği "Türkü söyler dillerimiz / ne gözeldir ellerimiz / bağlamada tellerimiz / türkü sever türkü söyler, Türk'üm diyen" eserini de hatırlatmış oluyor. Ne demiştik? Dilimiz, dinimizin meyvesidir.
"Türkiye Sevgisi İmandandır", teker teker üzerinde düşünülecek denemeleri barındırıyor. Ben her denemeyi okumadan evvel aklıma İsmet Özel'in "Türkiye’yi anlamak cesaret ister" sözünü getirdim. Cesursanız okuyun. Çünkü Tuğrul İnançer "Korkaksan Türk değilsin." der. Bizim topraklarımıza yakışan gözü açık olmaktır. Ama muhabbet, gönlü de açmaktadır. Hadi o zaman hep beraber, "Derdim büyük, mevzu derin, aşkım hakikat" diyen Ebubekir Kurban'ın duasına can-ı gönülden katılalım: Türkiye sevgisi imandandır.
Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler
Ebubekir Kurban etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ebubekir Kurban etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
1 Eylül 2014 Pazartesi
26 Haziran 2014 Perşembe
Ankara'yı lütfen içinizden okuyunuz
"Git vatan! Kabe'de siyaha bürün
Bir kolun Ravza-i Nebi'ye uzat
Birini Kerbela'da Meşhed'e at
Kainatta o hey'etinle görün!"
- Namık Kemal
"Ne örümcek ne yosun, ne mucize, ne füsun;
Kabe Arabın olsun, Çankaya bize yeter!"
- Kemalettin Kamu
"Türklük asla babanın, ananın dölüyle alakalı bir şey değildir. Türklük doğrudan doğruya senin kalbinle alakalı bir şeydir. Senin kalbin de Kâ'be'dedir."
- İsmet Özel
Yukarıda örneğini gördüğünüz gibi, "Komşusu açken tok yatan bizden değildir!" gibi bir saadet devrinden "Asmayalım da besleyelim mi?" gibi bir felaket devrine geldik. Ve son büyük Türk şairinin dediği gibi bu felaketin içinde olmamıza rağmen laik, demokrat ve neşeliyiz. Belki de bu üçü olduğumuz(?) için felaketin içindeyiz... Bütün bu geçiş süreci vatanın tam kalbinde oldu, Ankara'da. Bahsettiğimiz vatanın aslan gibi bir milleti var idi, devletiyle omuz omuza, kol kola, artık hüve'l bâki. Şimdi devlet vatan, millet gurbet mi? Gurbetle vatan birbirine uzak kavramlar gibi görünse de aslında birbirine çok yakındır, ortada bir kalp varsa. Mesela Kemalettin Kamu "gurbet şairi", Namık Kemal de "vatan şairi" olarak bilinir. Çünkü ilki vatanın kalbini yanlış yerde aramış ve bulamamış, ikincisi ise vatanın kalbini tam isabet denilecek yerden yakalamıştır. Bu kardeşiniz de sizlere şimdi "Türkiye sevgisi imandandır" diyen bir adamın kitabını önerecek. Ebubekir Kurban'ın, nam-ı diğer Bekir Fuat'ın, Ankara'nın bağrı olan bir arkadaş milliyetçisinin kitabını.
Bu kitap Ankara'yı anlatıyor. Başkentte gidilecek restoranları, kalınacak otelleri ve hatta yüzülecek su alanlarını bile bulabilirsiniz, dersem yer misiniz? Çakı gibi Ankara yazıları arasında Ebubekir Kurban'ın trajikomik üslubu okuyucuyu Mona Lisa yapıyor. Bir yanımız ağlıyor, bir yanımız gülüyor. Elimiz kolumuz durmuyor, kaşımız gözümüz oynuyor. Neden? Çünkü başkent başkent olalı böyle zulüm görmedi. Neler var Ankara yazılarında? Memurluğun 10 Emri, Protokol Top 10, Mabetsiz Şehrin Siyaset Sözlüğü, Yeni Başlayanlar İçin Arz-Rica Denklemi, Anıtkabir Ziyaret Kuralları... Bakın bu konu başlıkları şaka değil. Ankara'da yaşıyorsanız ağzınızda sakızla gezmek, birine ismiyle hitap etmek, eskitilmiş kot pantolonla meclis kapısına dayanmak, sadece işemek için Burger King'e girmek falan kolay şeyler değil. Adım başı resmiyet, yol boyunca diploması. Ama kolunuza giren bir Ebubekir Kurban var. Dolayısıyla sakin olun, ayakkabınızı boyayın, parfümünüzü sıkın, dilinize hakim olarak yola koyulun. Gerisi E-buk'un insafına kalıyor zaten.
Ankara'da telefon, çok insafsız bir şeydir:
"Telefonla arandığınızda direkt siz çıkıyorsanız, bu hiç de önemli adam olmadığınızı, alelade bir memur olduğunuzu gösterir. Yok, telefonlarınız sekreter tarafından bağlanıyorsa gerçekten büyümüşsünüz demektir. Ayrıca arkadaşlarınızı bile sekreterinize bağlatıyorsanız bu büyümenin çok ötesinde bir şeydir."
İstanbul'da bir şeyin moda olma vasfı saniyeliktir, Ankara'da ise bürokratiktir:
"Yıllar önce İstanbul'da yaptığım absürd esprilere, anlattığım fıkralara Ankaralıların bayıldığını fark ettim. Yahu diyorum kendi kendime, burada bir sorun var... Valla zor oldu ama çözdüm. Şöyle oluyor: Malum memur şehri Ankara. Orada ya da burada karşınıza çıkan on kişiden yedisi bir kurumda ya bir memur ya da bilmem ne daire başkanı. Fıkrayı dinleyen Ankaralı diyor ki kendi kendine: Abi ben güleyim de, ne olur ne olmaz! Yarın bir gün bu adam karşıma ya bir genel müdür ya milletvekili ya da bakan olarak çıkabilir, maazallah! Öyle yani."
Ankara'da maaşlar yatmadan devrim yapılmaz:
"Yirmi-yirmi beş civarında Ankaralı memur toplanmış, Meclis’i basacaklar. Sloganlar eşliğinde yola çıkıyorlar ama mesela caddeden karşıdan karşıya geçerken kırmızı ışıkta duruyorlar. Böyle bir manzarayla karşılaşıyorsunuz, sonra neye uğradığınızı şaşırıyorsunuz. Ya da şöyle bir şey oluyor, üç beş arkadaşınıza “Hadi devrim yapalım” diyorsunuz, sonra arkadaşlarınızdan biri size diyor ki “Abi üç gün sonra yapsak olmaz mı?” Niye diye sorduğunuzda,“Bugün ayın 12’si de” diyor!"
Nisan 2014'te bu kardeşiniz ahir ömründe ilk defa Ankara'ya gitti ve orada hem Ebubekir Kurban'la tanıştı hem de Bekir Fuat'la çay-sigara yaptı. Dikkatinizi cezbederim ki ikisi birbirinden çok farklı kişilerdir. Yetmedi hem yazarın kitaplarını imzalı aldı hem de kendi şiir kitabını imzalayıp hediye etti. Ücret alınmadı diye hatırlıyorum, onu İbrahim "İhtiyar" Çolak bilir.
Ebubekir Kurban'ın kitapları birer dua kitabı mahiyetindedir. Öyle bir biter ki ellerinizi açıp "amin!" dersiniz. Halbuki "el-fatiha!" dememiştir kitaplarının sonunda yazar. Kendisi Erciyes yürekli bir adam olduğundan uzaktan görülür, leb demeden leblebiyi çaktırır aklı başında olana. Bu yüzden "çok içeriden" konuşur ve yazar.
İstanbul'da yaşayıp Ankara hakkında atıp tutanları ve hatta Ankara edebiyatı yapanları bir köşeye atıp Ebubekir Kurban'a kulak verilmelidir. Şu kardeşiniz uzun yıllardır hem kulak hem göz veriyor, bir şey kaybetmiyor. Çünkü gönülden okumak başka bir şeydir ve el-kolla ilgili değildir. Allah elini verip kolunu kaptıranlardan etmesin, amin.
Not: Ankara'ya yolunuz düşerse önce İhtiyar Kitabevi'ne gidin. İbrahim ağabeye benim adımı verin, muhtemelen "adam değil" diyecek ve çay ikram edecektir. İkram derken, "in mutfağa al" diyebilir. Sonra biraz soluklanın, zaten Ebubekir ağabey de gelir. Kendisine şahane insan Gökhan Özcan'ın ve acayip iyi biri Bülent Akyürek'in kitaplarını da imzalatabilirsiniz. Ama önce kendi kitaplarını alın, ayıp olmasın.
Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler
Bir kolun Ravza-i Nebi'ye uzat
Birini Kerbela'da Meşhed'e at
Kainatta o hey'etinle görün!"
- Namık Kemal
"Ne örümcek ne yosun, ne mucize, ne füsun;
Kabe Arabın olsun, Çankaya bize yeter!"
- Kemalettin Kamu
"Türklük asla babanın, ananın dölüyle alakalı bir şey değildir. Türklük doğrudan doğruya senin kalbinle alakalı bir şeydir. Senin kalbin de Kâ'be'dedir."
- İsmet Özel
Yukarıda örneğini gördüğünüz gibi, "Komşusu açken tok yatan bizden değildir!" gibi bir saadet devrinden "Asmayalım da besleyelim mi?" gibi bir felaket devrine geldik. Ve son büyük Türk şairinin dediği gibi bu felaketin içinde olmamıza rağmen laik, demokrat ve neşeliyiz. Belki de bu üçü olduğumuz(?) için felaketin içindeyiz... Bütün bu geçiş süreci vatanın tam kalbinde oldu, Ankara'da. Bahsettiğimiz vatanın aslan gibi bir milleti var idi, devletiyle omuz omuza, kol kola, artık hüve'l bâki. Şimdi devlet vatan, millet gurbet mi? Gurbetle vatan birbirine uzak kavramlar gibi görünse de aslında birbirine çok yakındır, ortada bir kalp varsa. Mesela Kemalettin Kamu "gurbet şairi", Namık Kemal de "vatan şairi" olarak bilinir. Çünkü ilki vatanın kalbini yanlış yerde aramış ve bulamamış, ikincisi ise vatanın kalbini tam isabet denilecek yerden yakalamıştır. Bu kardeşiniz de sizlere şimdi "Türkiye sevgisi imandandır" diyen bir adamın kitabını önerecek. Ebubekir Kurban'ın, nam-ı diğer Bekir Fuat'ın, Ankara'nın bağrı olan bir arkadaş milliyetçisinin kitabını.
Bu kitap Ankara'yı anlatıyor. Başkentte gidilecek restoranları, kalınacak otelleri ve hatta yüzülecek su alanlarını bile bulabilirsiniz, dersem yer misiniz? Çakı gibi Ankara yazıları arasında Ebubekir Kurban'ın trajikomik üslubu okuyucuyu Mona Lisa yapıyor. Bir yanımız ağlıyor, bir yanımız gülüyor. Elimiz kolumuz durmuyor, kaşımız gözümüz oynuyor. Neden? Çünkü başkent başkent olalı böyle zulüm görmedi. Neler var Ankara yazılarında? Memurluğun 10 Emri, Protokol Top 10, Mabetsiz Şehrin Siyaset Sözlüğü, Yeni Başlayanlar İçin Arz-Rica Denklemi, Anıtkabir Ziyaret Kuralları... Bakın bu konu başlıkları şaka değil. Ankara'da yaşıyorsanız ağzınızda sakızla gezmek, birine ismiyle hitap etmek, eskitilmiş kot pantolonla meclis kapısına dayanmak, sadece işemek için Burger King'e girmek falan kolay şeyler değil. Adım başı resmiyet, yol boyunca diploması. Ama kolunuza giren bir Ebubekir Kurban var. Dolayısıyla sakin olun, ayakkabınızı boyayın, parfümünüzü sıkın, dilinize hakim olarak yola koyulun. Gerisi E-buk'un insafına kalıyor zaten.
Ankara'da telefon, çok insafsız bir şeydir:
"Telefonla arandığınızda direkt siz çıkıyorsanız, bu hiç de önemli adam olmadığınızı, alelade bir memur olduğunuzu gösterir. Yok, telefonlarınız sekreter tarafından bağlanıyorsa gerçekten büyümüşsünüz demektir. Ayrıca arkadaşlarınızı bile sekreterinize bağlatıyorsanız bu büyümenin çok ötesinde bir şeydir."
İstanbul'da bir şeyin moda olma vasfı saniyeliktir, Ankara'da ise bürokratiktir:
"Yıllar önce İstanbul'da yaptığım absürd esprilere, anlattığım fıkralara Ankaralıların bayıldığını fark ettim. Yahu diyorum kendi kendime, burada bir sorun var... Valla zor oldu ama çözdüm. Şöyle oluyor: Malum memur şehri Ankara. Orada ya da burada karşınıza çıkan on kişiden yedisi bir kurumda ya bir memur ya da bilmem ne daire başkanı. Fıkrayı dinleyen Ankaralı diyor ki kendi kendine: Abi ben güleyim de, ne olur ne olmaz! Yarın bir gün bu adam karşıma ya bir genel müdür ya milletvekili ya da bakan olarak çıkabilir, maazallah! Öyle yani."
Ankara'da maaşlar yatmadan devrim yapılmaz:
"Yirmi-yirmi beş civarında Ankaralı memur toplanmış, Meclis’i basacaklar. Sloganlar eşliğinde yola çıkıyorlar ama mesela caddeden karşıdan karşıya geçerken kırmızı ışıkta duruyorlar. Böyle bir manzarayla karşılaşıyorsunuz, sonra neye uğradığınızı şaşırıyorsunuz. Ya da şöyle bir şey oluyor, üç beş arkadaşınıza “Hadi devrim yapalım” diyorsunuz, sonra arkadaşlarınızdan biri size diyor ki “Abi üç gün sonra yapsak olmaz mı?” Niye diye sorduğunuzda,“Bugün ayın 12’si de” diyor!"
Nisan 2014'te bu kardeşiniz ahir ömründe ilk defa Ankara'ya gitti ve orada hem Ebubekir Kurban'la tanıştı hem de Bekir Fuat'la çay-sigara yaptı. Dikkatinizi cezbederim ki ikisi birbirinden çok farklı kişilerdir. Yetmedi hem yazarın kitaplarını imzalı aldı hem de kendi şiir kitabını imzalayıp hediye etti. Ücret alınmadı diye hatırlıyorum, onu İbrahim "İhtiyar" Çolak bilir.
Ebubekir Kurban'ın kitapları birer dua kitabı mahiyetindedir. Öyle bir biter ki ellerinizi açıp "amin!" dersiniz. Halbuki "el-fatiha!" dememiştir kitaplarının sonunda yazar. Kendisi Erciyes yürekli bir adam olduğundan uzaktan görülür, leb demeden leblebiyi çaktırır aklı başında olana. Bu yüzden "çok içeriden" konuşur ve yazar.
İstanbul'da yaşayıp Ankara hakkında atıp tutanları ve hatta Ankara edebiyatı yapanları bir köşeye atıp Ebubekir Kurban'a kulak verilmelidir. Şu kardeşiniz uzun yıllardır hem kulak hem göz veriyor, bir şey kaybetmiyor. Çünkü gönülden okumak başka bir şeydir ve el-kolla ilgili değildir. Allah elini verip kolunu kaptıranlardan etmesin, amin.
Not: Ankara'ya yolunuz düşerse önce İhtiyar Kitabevi'ne gidin. İbrahim ağabeye benim adımı verin, muhtemelen "adam değil" diyecek ve çay ikram edecektir. İkram derken, "in mutfağa al" diyebilir. Sonra biraz soluklanın, zaten Ebubekir ağabey de gelir. Kendisine şahane insan Gökhan Özcan'ın ve acayip iyi biri Bülent Akyürek'in kitaplarını da imzalatabilirsiniz. Ama önce kendi kitaplarını alın, ayıp olmasın.
Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)