Doktor Moreau'nun Adası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Doktor Moreau'nun Adası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Temmuz 2017 Çarşamba

İnsanlığımız, içimizdeki hayvan etinin tehdidi altında

İnsan olmak kaçınamayacağımız tarih üstü bir yazgı mı,
yoksa her an kaybetme riskiyle karşı karşıya
olduğumuz tarihsel bir kazanım mı?

Yalan söyleyince burnu uzayan Pinokyo’yu bilirsiniz değil mi, bir insan tarafından şekil verilmiş bir kukla idi, sonra bir peri ona can verdi. Pinokyo masalı, okula gitmek, yalan söylememek, büyüklerin lafından çıkmamak gibi bilinen o anne-baba öğütlerini verir gibi gözükür ilk bakışta, ama biraz daha derine inersek, aslında bize söylediği en önemli şey insan olmak için çabalamamız gerektiğidir. Pinokyo da gerçek bir çocuk olmak istiyordu hatırlarsanız, bunu elde etmek için türlü maceraların peşinde koşuyor, türlü badireler atlatıyor, oyunlara gelip tuzaklara düşüyor, kesintisiz bir çabalama ile nihayetinde gerçek bir insan olabiliyordu.

Kubrick’in tamamlayamadan öldüğü ve Spielberg’in tamamladığı muhteşem film, Yapay Zeka’yı (A.I.) bir de Pinokyo masalını düşünerek tekrar izleyebilirsek aynı mesajı okuyabiliriz; insan olabilmek çaba gerektirir.

Eğer insan olmak, bize bahşedilmiş tarih üstü bir yazgı ise, -ki buna inanmak için de yeterince sebebimiz var- yani her ne yaparsak yapalım adına insanlık diyeceğimiz o öz bizde olduğu müddetçe yitirmeyeceğimiz, kaçınamayacağımız, kurtulamayacağımız bir yazgı ise, o zaman insanlık bedeli ödenmemiş bir borç olarak kalmaz mı üstümüze, ne ki bu bedeli ödemek, mütemadiyen insan kalabilmek için, her daim çabalamak, insan olmanın en büyük iki erdemi, akıl ve vicdanı her daim hayatımızın temel belirleyicisi yapmamız gerekmiyor mu?

Bu yüzden ben, insanlığın bir yazgı olmakla beraber, önümüzde bir hedef de olduğunu düşünürüm, biz insan olmak için yola çıkmış bir türüz ve bu yolculuğumuzu kesintisiz sürdürmeli, insan olmayı tamamlamak için hep yürümeliyiz. O zaman yazgımız altın tepside sunulmuş tarih üstü bir insanlık lütfu değil ama tarih içinde hem fert olarak hem tür olarak durmadan yürümek, yürümek, yürümek diyebiliriz.

Uzun yola çıkmaya hüküm giydim” diyor ya şair. Yazgımız bu.

O yüzden kukla çocuk Pinokyo devamlı yürüyor, gerçek bir çocuk olabilmek için, tıpkı Spielberg’in filminde, robot çocuk David’in gerçek bir çocuk olabilmek için devamlı yürümesi, insan olma gayesinin devamlı peşinden koşması gibi.

Filmin hikayesini biraz daha hatırlayalım, gerçeğinden görüntü ve davranış açısından ayırt edilemeyecek ölçüde robot bir çocuk üreterek evlatlık olarak bir aileye teslim ederler, çocukla aile arasında bir bağ oluşur, çünkü bu yapay zeka bir çocukta görmeyi umduğumuz bütün duygusallığa sahiptir, sever ve sevilmek ister. Ne var ki, ailenin diğer gerçek çocuğu ile problem baş gösterdiğinde ve bu problem gerçek çocuğun güvenliğini tehdit ettiğinde robot evlat David ormana terkedilecek ve başının çaresine bakması istenecektir. Gerçek bir insan olmadığı için evden kovulduğunu düşünen David’in şimdi tek amacı vardır, gerçek bir çocuk olabilmek. Aslında David, seven ve sevilen bir birey olarak yeterince insandır, dahası insan olmanın yukarıda bahsettiğimiz temel yazgısı olan çabayı da sergilemektedir. David elbette robot kalacaktır, çünkü bizim ferdiyetimizde insan kalabilmek için bu tarihsel çabadan başka bir öz yoksa, David’i, Pinokyo masalında olduğu gibi bir sihirli değnekle insana çevirecek bir öz de yoktur.

İnsan olmanın mahiyetinin, insan üretmek üzerinden sorgulandığı bir başka hikaye de H. G. Wells’in “Doktor Moreau’nun Adası” adlı ünlü distopik romanında geçiyor. Bir adada hayvanların üzerinde diri kesim yaparak onlara insan vasfı yapan çılgın bir bilim adamının kurduğu dünya var. Bilim adamı, kurguladığı bu dünyada birçok hayvanı, insana dönüştürmeyi ve hayvan-insanları sınırlı da olsa insani bir zeka ile donatmayı başarmıştır. Wells, bu adada geçen hikayede, hayvan-insanların sosyal düzeni ve gerçek insanlarla ilişkileri üzerinden insan olmayı sorgulamakta ve yine insan kalabilmek için gereken o çabaya işaret etmektedir. Hayvan-insanlar primitif zekaları ile bir kitaba bağlı kalmakta, et yememek, dört ayak üzerine inmemek, eğilerek su içmemek, saldırmamak gibi kanunlara uymaktadırlar ve bu temel insani özellikleri sürdürmek ve insan kalabilmek için devamlı surette çabalamaktadırlar. Wells, evrimsel süreci ile iki ayağı üzerinde dikilen ve ayakta duran insanın, bu kazanımını yitirmemek yani insan kalabilmek için devamlı olarak vicdan ve akıl kitabına bağlı kalma çabasına gönderme yapmaktadır. Moreu, her bir denemesinde biraz daha başarılı hayvan-insanlar yapıyordu ancak insan kalma sürelerini ne kadar uzatabilse de sonunda tekrar hayvana dönüşüyorlardı.

- İnatçı hayvan etini yenmeyi bir türlü başaramıyorum, er geç yaptığım insan hayvana dönüşüyor, diyordu Moreu.

Evet insanlığımız, içimizdeki hayvan etinin tehdidi altında, tıpkı Moreu’nun tekinsiz hayvan adamları gibi, her an elimizden yitip gidebilecek, ona sahip çıkmak, onu ilerletmek için çabalamazsak yitirebileceğimiz bir kazanım.

David’in hikayesine geri dönelim. İnsan olabilmek için her şeyi denemiştir, Pinokyo kadar şanslı değildir yine de. Onu insana çevirecek peri sadece masallardadır. Filmin son bölümünde, denizin altında bir aracın içinde sıkışıp kalmıştır David. Saatlerce değil, aylarca, yıllarca değil, asırlarca sıkışıp kalmıştır. Sabırla beklemiştir, insana dönüşüp annesine gerçek bir çocuk olarak geri dönmeyi. David, sıkıştığı yerden kurtulduğunda dünyanın post buzul çağlara girdiği bir yüzeye çıkmıştır, biyolojik bir tür olarak insanlık çoktan ölmüştür, etrafta kuantum yapıya sahip üstün çok boyutlu zekâlar dolaşır ve David biyolojik çağdan kalan tek mirastır, evet insan olmak için yola çıkmıştır ve sonunda bir robot olarak da olsa insanlığın tek temsilcisi olarak dünyadadır. Mesaj gayet net; insan olmayı önemsemek ve bunun için çabalamak insan olabilmek için yeterlidir.

Pinokyo çabasıyla bir insandır, David de. Ya biz? İçimizdeki hayvan etine direnecek çabaya sahip miyiz?

Mehmed Ali Çalışkan
twitter.com/M_Ali_Caliskan
* Bu yazı daha evvel Arka Kapak dergisinin 13. sayısında yayımlanmıştır.