"Kim ne bilür bizi nice soydanuz
Ne zerrece oddan ne hod sudanuz
Bizim meftûnumuz mârifet söyler
Biz Horasan mülkündeki boydanuz."
- Abdal Mûsâ
"Urum abdalları gelir dost deyi
Eğnimize aba hırka post deyi
Hastaları gelir derman isteyi
Sağlar gelir şahım Abdal Mûsâ'ya."
- Kaygusuz Abdal
Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş sürecine dair metinleri okurken en çok duyduğumuz isim Âşıkpaşazâde'dir. Bilgiler onun takipçileri vesilesiyle bugünlere ulaşmış olsa da hâlâ o döneme dair ortaya çıkmayanlar hem tarihçileri hem de tarih okuyucusunu şüphesiz tetikliyor. Öte yandan, belki tarihimizin en renkli sayfalarını içeren menâkıbnâmeler de tarihe yalnızca savaşlar ve savaşanlar penceresinden bakmamamız için ortada duruyor. Kimileri bu menâkıbnâmelerdeki bilgileri 'kesin' kabul ederek tarihi ona göre kurguluyor. Kimileriyse hiç önemsemiyor zira evliya-velî gerçeğini Şamanist kavramlarla ve mitlerle tabiri caizse elden geçirerek öteliyor. Oysa kuruluş sürecinden bahsetmek istiyorsak üç zümrenin ne yapıp ettiğini belirgin şekilde konuşmamız gerekiyor. Dervişler ve Sufi Çevreler kitabında Osmanlı'nın klasik çağında yaşamış tasavvufî şahsiyetleri yeniden hatırlatan Haşim Şahin, Mart 2020'de Yapı Kredi Yayınları tarafından neşredilen Dervişler, Fakihler, Gaziler adlı çalışmasıyla bu kez Osmanlı'nın erken dönemindeki dinî zümrelere derli toplu bakmamızı sağlıyor.
Bu üç zümreden ilki dervişler... Selçuklu döneminden itibaren Anadolu topraklarında kendilerini yoğun biçimde hissettiren tasavvuf ekolleri; özellikle tekkeler ve sohbet halkaları vasıtasıyla İslâm'ın yayılmasının yanı sıra insanların inançlarıyla aralarındaki 'sıkıntıları' gidermek, güzel ahlakı ve iyiliği (fütüvvet) yaygınlaştırmak için en kritik rolü oynamıştır. Bilhassa 13. yüzyıl; Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve Sadreddin Konevî etkisiyle 'altın çağı'nı yaşamış, onların öğretileri günümüze dâhi damgasını vurmuştur. Tasavvuf mektebinin talebesi olan dervişler ve onların velîleri, Osmanlı'nın kuruluş sürecinde gerek beyleri gerekse halkı, şahsiyetlerinde sırlanan manevî hâllerle etkilemiştir. Haşim Şahin, çalışmasının bu öz bölümünde okuyucuya şu sırlı zâtları olabildiğince teferruatıyla takdim ediyor: Şeyh Edebalı, Kumral Abdal, Geyikli Baba, Abdal Mûsâ, Abdal Murad, Karaca Ahmed, Dûğlu Baba, Postinpûş Baba (Mehmed Hammârî), Emir Sultan, Somuncu Baba (Şeyh Hamidüddin Aksarâyî), Abdal Mehmed.
İkinci zümre fakihler. Kelime olarak “bilmek, bir şeyi iyi anlamak, bir konuda derin bilgi sahibi olmak” anlamlarına geliyor. "Fakihler gittikleri bölgelerde mensubu oldukları mezhebin gereklerini yaydıkları gibi, bazen iki ülke arasında elçilik vazifesiyle görevlendirilebiliyor, bazen de hükümdarların yanında savaşlara da katılabiliyorlardı. Mensup olduğu mezhebin gereklerini yayma konusunda en faal olan fakihler Nizamiye Medresesi'nden yetişenlerdi." diyen Haşim Şahin; Dursun Fakih'ten Süleyman Çelebi'ye kadar birçok fakih hakkında bilgi verdikten Davûd-ı Kayserî, Tâceddin Kürdî, Alâeddin Ali Esved ve Molla Fenârî gibi oldukça önemli ve hem hükümdarlara hem de halka önemli hizmetler sunmuş mutasavvıf müderrislerden de bahsediyor.
Üçüncü zümre Osmanlı'nın kuruluş ideolojisinin en dikkat çeken zümresi, gaziler. TDV İslâm Ansiklopedisi'ndeki yazdığı maddede Abdülkadir Özcan "Gazi" kelimesi için (çoğulu guzât, guzzâ, guziy) "hücum etmek, savaşmak, yağmalamak; din uğrunda cihad etmek” mânasına gelen gazânın (gazve) ism-i fâili olup savaşta başarı kazanan kumandanlara, hatta hükümdarlara şeref unvanı olarak verilmiştir" diyor. Gazi, din uğruna savaşanlara verilen bir isim olarak tarihin en çetin sayfalarında en sık rastlanan kelime olarak yer alıyor. Üstelik Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk kurucusu olarak kabul edilen ismin de hemen yanına ekleniyor: Osman Gazi... Haşim Şahin, Halil İnalcık'a göre de gaza ve yerleşmenin Osmanlı fetihlerindeki temel motivasyon olduğunu hatırlatıyor. Osman Gazi'nin en fazla tercih edilen beylerden biri olmasının sebebi ise akınlarda elde edilen ganimetleri gazileri arasında paylaştırması. İmparatorluk için hem devletin başındaki zâtın hem de onun yanındakilerin ne kadar savaşçı olduğu her dönem ciddiyetini korumuş. "Cengâverlik ruhu ve ganimet propagandası" ile gaza heyecanı her zaman diri tutulmuş ve böylece beylikten imparatorluğa doğru yürüyen sürecin siyasî hedefi tayin olunmuş.
Dervişler, Fakihler, Gaziler'in en lezzetli bölümlerinden biri ikinci bölümü. Burada ilk Osmanlı sultanlarının dini yaşantıları, dinî zümrelerle ilişkileri, tarikatların yapılanmaları, sultanların vakıfları ve yaptırdıkları kurumlar yer alıyor. Dolayısıyla Ertuğrul Gazi ve Osman Gazi devirlerinden Yıldırım Bayezid dönemi de dahil olmak üzere kritik yıllarda dini zümrelerle olan ilişkiler ve yayılma stratejilerinde ne gibi roller üstlendikleri net biçimde görülebiliyor. Haşim Şahin, kitabın son bölümünde dinî zümrelerin işlevlerine ve faaliyet gösterdikleri kurumlara yer ayırmış. Böylece Osmanlı'nın kuruluş sürecinde savaşanların ardında kalanları boş bırakmayan ve onlara bir anlamda manevî güç sağlayan kimselerin eylemleri de belirginleşmiş oluyor. Diğer yandan istimalet politikası, ihtida olayları, imar ve yerleşim konusunda katkılar incelenirken ribâtların, hankâhların, kervansarayların, zaviyelerin, tekkelerin, camilerin ve medreselerin özellikle 1500'lü yılların başına doğru iyice zenginleştiği görülüyor.
"Sufiler Türklerin İslam dinini kabul ettikleri dönemden itibaren toplumun en önemli kesimlerinden birisini temsil etmişlerdir. Osmanlı sufiliğinin altyapısı ucu Horasan'a kadar uzanan geniş bir arka plana sahiptir. Gerek Büyük Selçuklu, gerekse Anadolu Selçuklu devirlerinde sufiler son derece faal olmuş, merkezî iktidarla yakın ilişkiler kurmuşlardır. Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda bu zümrenin etkisi Şeyh Edebalı'nın şahsında adeta kuruluşun en temel dinamiklerinden birisi hâline getirilmeye çalışılmıştır. Bilhassa, devletlerin kuruluşunda bir mit olarak sürekli karşılaşılan efsanevî rüya hadisesi bu gayretin kronik yazarları tarafından ne kadar benimsendiğini açık bir şekilde ortaya koyar."
Haşim Şahin'in Dervişler, Fakihler, Gaziler çalışmasıyla Osmanlı'nın hem en merak edilen hem de bu meraka karşın oldukça 'sırlı' kalan kritik bir dönemi, tüm meraklılar için kolay anlaşılır bir dille analiz ediyor. Son olarak, bu çalışmanın yanına Feridun M. Emecen'in Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş ve Yükseliş Tarihi (1300-1600) ve Ahmet Demirhan'ın 'Kuruluş Sarmalı'ndan Kurtulmak: Osmanlı ve Hâkimiyet Telakkileri adlı kitapları da eklenirse okuyucunun ciddi verim alacağını düşünüyorum, naçizane.
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf