Derviş Zaim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Derviş Zaim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Eylül 2019 Cuma

Bir hatıratın eşliğinde insanın anlam arayışı

Rüyet'i sözlük anlamına göre ele alırsak görmek, kalp gözüyle görmek gibi anlamlarla açıklayabiliriz. Tabutta Rövaşata, Filler ve Çimen, Çamur, Balık ve Rüya gibi filmleriyle tanınan, ilk kitabı Ares Harikalar Diyarında (1995) ile Yunus Nadi Roman Armağanı’nı kazanan yönetmen/yazar Derviş Zaim’in ikinci romanı Rüyet’i okumadan önce kelimenin ne anlama geldiğini bilmek, nasıl bir kitap okuyacağımızın da ipucunu veriyor.

Rüyet, Sine’nin 'anlam arayışı’nın kitabı diyebiliriz. Yani kitabın başkarakteri Sine’nin hayatı üzerine bir anlam kurma çabası üzerinde ilerliyor. Rüstem ve Mecnun amcasının mimarlık şirketinde çalışan Sine, hayatından memnun değildir ve hem kendi zevkine göre mesleğini yapabilmek hem de rüyalar üzerinden yola çıkarak bir çağdaş sanat performansı göstermek istemektedir. Şirketin maddi durumu ve hayatındaki iki erkeğin arasında kalmaktan bunalıp bir çıkış yolu aramaya koyulur. O zamanlarda küçük amcası Mecnun’un ona verdiği bir Osmanlıca hatırata -Muhip Muhabbetoğlu adlı bir Osmanlı subayının yazdığı- iyice gömülen Sine, bu hatıratla kendi hayatı üzerinde küçük paralellikler olduğunu fark eder. Fakat hatırat yarım kalmıştır. Daha doğrusu Sine’nin elinde devamı yoktur.

Kitap üç bölümden oluşuyor: Giriş, Âgâz-ı Destan ve Hatime. Bu bölümler aynı zamanda bir mesnevinin on iki bölümden üçünün isimleridir. Aslında bu kitabın özünü Sine’nin elindeki hatırat oluşturuyor. Diğer her şey -Sine’nin özel hayatından tutun da şirketin maddi durumuna- bu hatıratı destekleyen hikâyeler olarak yer alıyor kitapta. Giriş bölümünde de yazar, okuru kitaba hazırlıyor. 262 sayfalık kitabın 94 sayfası giriş bölümüne ayrılmış. Yazarın bu bölümü biraz uzun tuttuğunu kabul etmekle beraber, bölümün okumayı sekteye uğrattığını düşünmüyorum. Çünkü kitap zaten genel olarak okuru hikâyesinden koparmıyor ve arkasından sürüklüyor. Giriş bölümünde hatıratın Sine’nin eline geçişi veriliyor fakat bu hatıratın içeriği ve bundan sonra olayların hangi minvalde akacağı hakkında bir bilgi yok.

İkinci bölüm Âgâz-ı Destan bir mesnevide olduğu gibi kitapta da asıl hikâyenin geçtiği bölüm. Sine burada hatırata iyice yoğunlaşıp çeviri faaliyetine tam anlamıyla giriyor ve asıl bu bölümde hatırat ve kendi hayatı arasındaki paralellikleri yakalamayı başarıyor. Zaten bir anlam arayışı çabasındayken bu benzerlikleri fark etmesi de hatırata olan ilgisini diri tutuyor:

Oysa kendisini hayatını anlamlandırmasına yardım edecek net bir hikâyesi ve iradesi pek yok gibiydi. Bu da muhtemelen teğmenle aralarındaki en büyük farktı. Belki de Muhip’in hatıratına bu yüzden ilgi duymuştu. Belki de, kendi öyküsünü kurmak için gereken ipuçları ile cesareti başka insanların hikâyelerinden çekip çıkarabileceğini umduğu için işten kaytarıp hatırata göz atıyordu.

İkinci bölümde yazar olayları hikâye ediş tarzına polisiye bir heyecan da katmış. Rusya’da bulunan bir el yazmasını amcalarının almak istemesi ve bunu kötü olan maddi durumlarından çıkış yolu olarak görmeleri ve başlarına gelenler, okura aynı zamanda bir polisiyenin en heyecanlı yerlerini okuyor hissi vermiş. İçerdiği kısımlar olarak Derviş Zaim çok katmanlı olan hikâyesine bu polisiye kısımları iyi yedirmiş. Çünkü içinde Hüsn-ü Aşk, Şeyh Galip, Spinoza, Doğu Batı dünyası gerginliği olan kitaba polisiye kısımlar da katmak çiğ durabilirdi. Alınan risk kitabı bir üst seviyeye taşımış. Çünkü sadece başkarakterin kendi ruhunu ve hayatını anlamlandırma çabası peşinde geçecek bir anlatı okuru bir süre sonra sıkabilirdi, hele ki böyle bir ruh halinde olmayanları.

Kitabın bir düğüm noktası var. Bu bölümü açıklamak kitaptan alınacak edebî zevki öldürecektir. O yüzden bunu söylemeden son bölüm hakkında verilecek kısa bir bilgiyle yetinmek istiyorum. Son bölüm hatime, yani son, sonuç. Bu bölümde kitabın bütün şifresini çözmüş yazar. Elbette çözülmemiş karakterler var fakat aslî unsuru yerli yerine oturtmuş ve okuru rahatlatmış. Şaşırtıcı bir son diyebiliriz buna. En azından beni ters köşe yaptı. Daha basit kurgulanmış bir son beklerken sürrealist bir sonla karşılaşmak yazarın beyninin o kadar da basit çalışmadığının en güzel örneğini oluşturmuş kanaatimce. Muhip Muhabbetoğlu ve Sine’nin hikâyeleri de böylece nihayete erdirilmiş.

Çok iyi, duru, sade, yalın bir anlatımı var yazarın. Bu tür bir anlatı daha akıcı anlatılamazdı sanırım. Cümle yapılarından seçilen kelimelere kadar gayet başarılı. Diyaloglarda bazen eğreti duran birkaç nokta dışında bir problem görmedim kitapla ilgili. Karakterler bazında da başkarakter Sine gerçekten çok iyi işlenmiş. Hayret karakterinin üzerinde biraz daha durulsaydı daha mı iyi olurdu acaba, diye sormaktan kendimi alamıyorum sadece.

Bir anlam arayışında olan kimsenin felsefesiz bunu yapmaya çalışması çok kolay bir şey değildir. Bu yüzden içinde felsefe olgusu da olan bir kitabın bu üslûba sahip olması kitabın okunma oranını da artıracaktır. Rüyet yeni bir kitap. Geçtiğimiz Nisan ayında yayımlandı Yapı Kredi Yayınları’ndan. Fakat şimdiden, yılın en iyi romanlarından biri olacağını söyleyebilirim.

Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10