"Seni kaybeden neyi bulmuş, seni bulan da neyi kaybetmiştir?"
- Atâullah el-İskenderî, Hikem-i AtâiyyeTen kafesine giren insan, göğsündeki ateşin ocağını harlayıp yangınların içinden geçmek pahasına özündeki cevheri de bulabilir, kafesin demir parmaklıklarına kafasını vura vura kendini helâk da edebilir. Kulun imtihanı bu seçimle başlar. Gönlünde İlâhî bir nur olduğunu idrak eden insan, bu nurun kaynağını aramaya başlar. Bu arama ve bulma yolculuğunda mürid ve mürşid ilişkisi oldukça mühimdir. Bu hususta tasavvuf büyükleri, “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır.” buyurarak menzile varmanın rehbersiz olamayacağını vurgulamışlardır. Bir mürşidin kapısına varmak, nasibince o kapıdan feyz ve bereket almak, bir mürşidin sözlerine kulak misafiri olmak ve yine nasibince o sözlerden ibret almak gönüllerdeki aşk ateşinin harlanmasına vesile olur.
Şeyh el-Arabî ed-Darkavî’nin eşitli vesilelerle kendisine sorulan sorulara dair cevapları ve izahı istenen konularla ilgili açıklamalarını bir araya getiren Bir Mürşidin Mektupları adlı kitap İnsan Yayınları arasından çıkmış. İlk baskısı 1996’da yapılan kitap 2020’de yedinci baskıya ulaşmış. Açık ve anlaşılır bir dille çevrilmiş olan eser, taliplilerine nice sırları açacak derin bir anlama sahip sanatlı bir dile de sahip. Takdir olunmalıdır ki mektup dahi niyete göre okunur. Niyeti salih olanın gönlüne aydınlık dolar. Kitaptaki mektupların bir nevi sarhoşluk hâli içinde okunması, mektuplardan alınacak lezzeti artıracaktır. Kuşeyrî Risalesi’nde sarhoşlukla ilgili yapılan şu açıklama ne demek istediğimizi daha iyi açıklar: “Kul, sarhoşluk durumunda hâli, uyanıklık durumunda ise bilgiyi müşâhede eder. Dolayısıyla sarhoşluk, manevî halin kişiye tamamen hâkim olması, onu bütünüyle ele geçirmesidir.” Manevî sırlara vakıf olmak isteyen kişinin iradesini Allah’ın iradesine teslim etmesi gerekir. Bu konuya dair Darkavî şunları söylüyor: “Kim Allah’ın olursa Allah da onun olur. Ne mutlu ona ki o Allah’ın, Allah da onun olmuştur.” Burada “Allah’ın olmak” ifadesiyle kastedilen, iradesini Allah’ın iradesine teslim etmektir. Ayrıca Sîdî Atâullah’tan yaptığı bir alıntıda şu ifadelere yer veriyor: “Allah’ın kendisini arzularından kurtaracağını ve gafletten uzaklaştıracağını uzak gören kişi, ilâhî kudreti küçük görmüş olur; Allah ise her şeye muktedirdir.” Darkavî bir başka örnekte Ebu’l-Abbas el-Mersî’nin şöyle dua ettiğini belirtiyor: “Allah’ım! Basiretimizi aç, sırlarımızı aydınlat, bizi bizden geçir, bizi kendinle baki kıl, bizimle değil.” Mektupların bu idrak ile okunması okuyucuda da nice sırların açılmasına vesile olacaktır.
Tasavvuf ehli zikre ayrı bir ehemmiyet vermiş ve sohbet halkalarını, ilim halkalarını ve zikir halkalarını daima canlı tutmuştur. Mürşidin sohbeti ustanın çekiç darbesi gibi tatlı ama kararlı bir biçimde çivinin tahtaya sabitlenmesi gibi sırrın dervişin gönlüne sabitlenmesini sağlar. Bir kutsi hadiste Cenab-ı Hakk, “Ben, beni zikredenin dostuyum.” buyuruyor. Darkavî de mektuplarda sıklıkla Allah’ı zikretmenin ehemmiyetine değiniyor. Sufilerin şöyle söylediğini belirtiyor Darkavî: “Sen sadece tek kapıyı çal, sana kapılar açılır! Tek bir efendiye boyun eğ, sana bütün boyunlar eğilecektir!”
Mektuplar, hem kişinin iç dünyasını hem de sosyal ilişkilerini şekillendirebileceği öğütleri barındırıyor. Bir mektupta şunları söylüyor: “Düşmana gerçekten düşmanlık etmek, dostun sevgisiyle meşgul olmakla olur. Eğer sen düşmanına düşmanlık etmekle uğraşırsan o seninle ilgili muradına ermiş, sen de dostun sevgisinden mahrum olmuş olursun.” Bir başka mektupta ise Tâceddin b. Atâullah’a ait şu ifadelere yer veriyor: “Allah’ın halkın eliyle sana ezâ ettirmesi senin onlarla oturup kalkmaman içindir. Seni her şeyin rahatsız etmesini istiyor, ta ki hiçbir şey seni meşgul edip ondan alıkoymasın.” Dünyanın bir imtihan yeri olduğunu akıldan bir an bile çıkarmamak gerek. Bir anlık gaflet, gönülde bir şüphe tohumunun filizlenmesine neden olur ki bu filiz büyür ve kökleşir. Bir bahçıvan titizliğiyle bu filiz gönül bahçesinden temizlenmezse zamanla bütün bahçeyi mahveder. Darkavî bir mektubunda dünya sevgisine dair şunları söylüyor: “Kalbinden dünya sevgisini atmadıkça hiç kimse, geceleri namaz kılsa, gündüzleri oruç tutsa, dediğimiz gibi, yine de dosdoğru olamaz.”
İnsanın manevî sırlara ermesi benliğinden sıyrılmasıyla mümkün olabilir, bu da nefsi öldürmeyi gerektirir. Hikem-i Atâiyye’den şöyle bir alıntı yapıyor Darkavî: “Vücudunu bir tek araziye göm! Gömülmeyenden bir şey yetişmez ve sonuç alınmaz.” Sahabilerden bazılarının şöyle dediğini belirtiyor Darkavî: “Bütün amelleri izledik, ahiret işi için dünyadan zühd etmek kadar tesirli olanını görmedik.” Dünyadan el ekmek, nasibini Allah’tan istemek olacağı için Allah böyle kullarına kendi sırlarının kapılarını açacaktır. Sîdî Bûsrî’nin şu dizeleri de nefse karşı koymanın ehemmiyetini gösteriyor: “Nefsine, isteklerini mübah gören / hevasını ilahlaştırmış olur.”
Her cübbe giyip sarık saran derviş olamayacağı gibi her öğüt de dinleyene ya da okuyana tesir etmez. Darkavî’nin mektuplarının manevi gücü sözün sahibinin gönül paklığından geliyor. Atâullah el-İskenderî, Hikem-i Atâiyye’de şöyle söylüyor: “Söylenen her sözün üzerinde içinden çıktığı kalbin kisvesi, elbisesi vardır.” Nitekim tasavvuf büyüklerinin de şöyle söylediğini belirtiyor Darkavî: “Zahirine itina göstereni gördün mü? Anla ki bâtını haraptır.” Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav) Kur’an ahlâkıyla ahlâklanmış ve “Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.” buyurmuştur. Kulluk imtihanından geçmenin yolu da Muhammedî bir ahlâka sahip olmaktır. Hikem-i Atâiyye’de, “Kim ilâhî rahmetle ahlâklanmadan kulların sırlarına muttali olursa bu bilgisi onun için bir fitne ve vebal kazanma sebebi olur.” denilmektedir. Kulların sırlarına dahi ilâhî bir ahlâka sahip olmadan erişilmemesi gerekirken ilâhî sırlara mazhar olmak için nasıl bir ahlâka sahip olunması gerekir, iyice bir düşünmek lazım.
Mektupların özünde, Hikem-i Atâiyye’den alıntılanan şu ifadelerinin yer aldığını söylemek mümkün: “Seni kaybeden neyi bulmuş, seni bulan da neyi kaybetmiştir? Senin dışındaki bir şeye razı olan kesin kaybetmiş, senin yerine başka bir şey isteyen de kesin hüsrana uğramıştır.”
Allah kaybedenlerden değil, bulanlardan eylesin cümlemizi.
Erhan Çamurcu
twitter.com/erhancmrc