Düşlerinin ve yazılarının farklı olduğuna inandığım güzel insanlar var şu dünyada. Onlardan biri de Mine Söğüt. İlk tanışmamız Deli Kadın Hikâyeleri ile olmuştu, Tüyap Fuarı’nda ikinci bir kitabını daha alayım diye YKY standına uğrayınca dayanamadım, ne var ne yoksa topladım. Elimdeki yeni kitapları eritmeye de Söğüt’ün ilk kitabı olan Beş Sevim Apartmanı ile başladım. Ne de iyi yaptım.
Bir psikanaliz romanı mı demeliyim bu anlatı için, bir korku romanı mı yoksa fantastik bir kurgu mu, emin olamıyorum. Zira okurken yer yer tüylerim ürperirken bazen de “hadi canım, öyle şey olur mu hiç?!” dedim. Ama kitabın beni en çok etkileyen kısmı da bu oldu sanırım; gerçeküstü ögelere psikolojik bir altyapı sunuyor olması. Böylece sizin “neden olmasın ki” sorusu ile bu gerçekdışılıklara mantıklı zeminler yaratmanız sağlanmış oluyor. Sanırım en doğru özet kitabın kapağında, kendi adında “Rüya Tabirli Cinperi Yalanları” denerek yapılıyor. Peki, Beş Sevim Apartmanı ne anlatıyor?
Pürtelâş Mahallesi’nde beş katlı tuhaf bir bina; Beş Sevim Apartmanı. İçinde yaşayan birbirinden tuhaf beş insan... Bir de doktor Samimi. Her biri kendi cinli perili masalının içinde kaybolmuş, benliklerini kaybetmiş birer psikolojik vaka. Evet evet, doktor Samimi de öyle. Zaten her şey onun deneyiyle başlıyor. Otuz yaşında nihayet hissettiği aşkı, sevdiği kadına itiraf etmesi durumunda hayatını mahvedeceklerini ilan eden cinlerin ve perilerin, otuz yaşına kadar sadece rüyalarında görse de Samimi’nin en yakın dostlarının, yokluğunu ispat etme isteğiyle. Bu yaratıkların yokluklarına inandırırsa dünyayı, onların da insanlar üzerindeki karşı konulamaz etkilerinin kaybolacağına olan inancıyla. “Ama önce kendi inancını dağlayacaktı.” Samimi ve hikâye işte böyle başlayacaktı.
Anlatıda önce Beş Sevim Apartmanı’nın ve bu apartmanın sahibi Huriye Hanım’ın tuhaf hikâyesini öğreniyoruz. Doktor Samimi’den öncesini yani. Onunla değil, öncesinde de zaten ilginç olan bir bina bu. Bir türlü erkek çocuk doğuramayan, doğan tüm çocuklarına Sevim adını veren, bununla kalmayıp baktığı kedileri de kız olsun erkek olsun Sevim diye çağıran, beş Sevim’ini de toprağa veren ve kendisi de bir gün bu alemden üzerinde kedilerle göçen Huriye Hanım’ın binası. Doktor Samimi de bu hikayeyi öğrendiğinde cinlerin oyunu olmasından şüpheleniyor zaten. Kim bilir o binaya belki de “onlar” tarafından çekildi, öyle değil mi? Biz kafamızdaki soruları bir kenara bırakalım şimdi.
Beş katın tümünde Doktor Samimi’nin biraz hile ile biraz da tanıdıkları vasıtasıyla ruh sağlığı hastanelerinden getirttiği beş kimsesiz hasta ikamet ediyor. Yoksa cinlerin perilerin oyununa gelmiş, kafaları karışmış insancıklar mı demeliyiz onlara? Nasıl çağırırsak çağıralım onları, biz tek tek bu katlara konuk oluyor, hastaların “zannettikleri” hayatlarını, sonra gerçekte ne yaşadıklarını, ne durumda olduklarını öğreniyoruz. Kendini cüce sanan bir katil, seksen yaşında sanan bir genç kadın, intihara meyilli Yusuf, cinsel kimlik sorunu ile boğuşan Elif, babasız dünyaya gelmiş ve babasını cinperi sanan Melike… Ve tabi tüm bu dairelin en alt katında, kazan dairesinde ikamet eden Samimi.
Bu beş karakterin hikayelerine girip çıkarken aralarda da Doktor Samimi’nin günlüğünü düzenli bir şekilde okuyoruz. Cinperilere karşı nasıl bir savaş verdiğini görüyoruz günlüğün her sayfasında ve o da aklının sınırlarının zorlandığını hissediyor her geçen gün. Bu sırada okuyucu olarak bizler de sürekli bir soru işaretiyle karşı karşıya kalıyoruz: Doktor Samimi gerçekten cinli mi yoksa o da nevrotik bir hasta mı? Cevap çok gecikmiyor, kitabın sonunda bu sefer de Samimi’nin gerçek hikayesini okuyoruz. Son derece şaşırtıcı gerçek neymiş, öğrenmek için kitabı alıp okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Belki sonrasında ilk başta yazdığım sorunun cevabını siz bana verirsiniz: “Bir psikanaliz romanı mı demeliyim bu anlatı için, bir korku romanı mı yoksa fantastik bir kurgu mu, emin olamıyorum.”
Not: Işıklarınız açıkken okumanızı öneriyorum :)
Feyza Gönüler
twitter.com/feyzagonuler