"Bir insanın sadece gerçeklerle yetinmesini aklım almıyor."
- Kurt Vonnegut
Gidiyorum Bu'nun ilk baskısını (Sel Yayıncılık, 2005) okuyup bitirdikten sonra tekrar kitabın başına dönmüş ve girişindeki ikazın altını çizmiştim. Ah Muhsin Ünlü mahlasıyla yazılmış ve klasik şiire meraklı bir okuyucu için fazlasıyla 'radikal farklılıkları' olan kitap, ciddi bir zekayı saklıyordu arkasında.
Bu ikaz, bu zekanın gelecek yaşamında neler yapacağını fısıldıyor gibiydi: "22 Haziran 1993 günü akşamı, saat altıya çeyrek kala başladığı şiir çalışmalarına, 4 eylül 1998 sabahı on biri yirmi geçe son verdi. Tekrar şiire başlamak için, uygun koşulların oluşmasını tevekkülle ummak istiyor."
Onur Ünlü'yü kimileri şair kimliğiyle tanıyor, kimileri de yönetmen, senarist. Şiirle 'aşırı' ilgilenen biri için belki de onun yaptığı bir ihanet: kâğıdın yerine beyaz perdenin tercih edilmesi. Sanki aralarında büyük bir fark varmış gibi... Halbuki biraz tanış olunca, karakterin dünyaya ve insana bakışını kavramaya çalışınca yapılacak yorumlar da daha isabetli oluyor. Bunun için de söyleşi kitapları her zaman büyük öneme sahip. Neticede Alper Kırklar, oldukça özel sorular hazırlayıp geçmiş Onur Ünlü'nün karşısına. 237 sayfa boyunca yaşantısı, şiir yolculuğu ve sinemayla buluşması üzerine kritik cevaplar almış ondan. Samimi sorular, samimi cevaplar, dolayısıyla güçlü. Buradan bir "Onur Ünlü sineması" klişesi çıkartanlar olabilir ama kitabın sunduğu mevzu üzerine daha gerçeği belki de şu: "Onur Ünlü felsefesi."
Yazdığı şiirleri kitaplaştırmak için birkaç yayınevine gitmiş Onur Ünlü. Kimi hiç ilgilenmemiş kimi de basmaya "layık" bulamamış olacak ki en sonunda kitabını kendi imkânlarıyla basmış. Elbette yeterince ilgi görememiş ve 2003'te Murat Menteş'le yaptığı röportajda söylediği gibi kitaplar balkonda çürümüş. Burada Menteş bir inisiyatif kullanmış ve kitapları Sel Yayıncılık'a götürmüş, ortaya da Gidiyorum Bu çıkmış. Sonrasında şiire verdiği kıymet ve şiir yazımı üzerine yorumlarda bulunuyor Ünlü. Hoşa gidecek, yani 'ortalama şiir beğenisi'ni hiç umursamadığını, kendi biçimini kurmaya çabaladığını sinema tecrübesini de katarak özetliyor: "Seyirci filmin kendisi için yapıldığını düşünüyor. Filmi senin için yapmıyorum, kendim için yapıyorum. İster seyredersin, ister seyretmezsin. Bunun umurumda olmadığını defalarca söyledim. Ben kendi hoşuma gidecek şeyi yapıyorum. Sinemanın en önemli parçasının seyirci olduğuyla ilgili korkunç bir yanlış anlama var. Gerçekten Van Gogh'un günün birinde falanca müzesinde resimlerine bakan insanlar için mi çizdiğini düşünüyorlar? Böyle bir şey olabilir mi?" [sf. 51]
Bu yorum şüphesiz akıllara Tarkovski'yi getiriyor. Onun, "sanatın her biçimi, Tanrı'ya yapılan bir dua" yorumu Ünlü için de geçerli. Yaşamın tüm saçmalıklarıyla, gerçekçiliğiyle ama fantastik taraflarıyla da perdede kendine yer bulabilmesi. Çünkü insan biriciktir. O biriciklikte tüm bu perdeye yansıyanlar vardır. Ancak bunu farklı biçimde aktarmak esas mesele. Ünlü de "balkondan aşağıya bir panda atmak vardır, bir de pembe panda atmak vardır" örneği veriyor. Buradan da her fikrin neticede insandan çıktığı, dolayısıyla her insanın fikir üzerine fikir inşa etmesinin de doğal olduğu sonucuna varılabiliyor. Şiirde, senaryoda, reklamcılıkta ve hatta terzilikte olduğu gibi. Buna rağmen Ünlü'nün sinemaya inancına dair söyledikleri okuyucuyu şaşırtabilir. Şiirde kendini anlattığını fakat sinemada kendini anlatamadığını, kendini açamadığını, anlattığı şeylerin belki yarısı olduğunu söyleyen biri var karşımızda. "Sinemaya güvenemem, sinemaya o kadar açık konuşamam. Ben o kadar kalbimi açamadım sinemaya." diyor.
Onur Ünlü'nün Polis'ten (2007) Kırık Kalpler Bankası'na (2017) kadar beyaz perdedeki tüm işlerini kurcalıyor Alper Kırklar. Nasıl yazıyor, fikir süreci nasıl işliyor, yazdıklarına karışılmasına müsaade ediyor mu, borç harçla nasıl onca iş çıkıyor, başına gelen aksilikler ve elbette güzellikler neler gibi birçok sorunun cevabını yakalamak mümkün. Burada Kırklar'ın söyleşi kitap alanında soru sorma seviyesini çok yükseklere çıkardığını söylemek gerekiyor. Özellikle karakter analizleri, neyin neden olduğuna yönelik değil de 'hangi kafa'yla ortaya çıktığına dair temel sorular okuyucu için önemli, bilhassa da şiirle ve sinemayla ilgilenenler için. Bazen çok düşünülmüş gibi görünen şeylerin ardında sadeliğin, doğallığın olduğunu görüyoruz böylece. Mesela bu yazının başındaki Kurt Vonnegut epigrafı, Polis filminde kullanılmıştı. Murat Menteş önermiş ve söz gerçekten Vonnegut'a mı ait bilinmiyor. Ünlü burada "umarım beni kandırmamıştır" diyor şakayla karışık. Diğer yandan Beş Kardeş dizisinde gönüllerimizi hoş eden Hangimiz Sevmedik şarkısıyla ilgili de bu doğallık var. "Hiçbir duygusal bağım yok o şarkıyla" diyor Ünlü, aklına gelmiş eklemiş. Aklına gelmek ve neden aklına geldiğiyse oldukça 'metafizik' sorular. Kimsenin aklının eremeyeceği. Mehmet Erdem'in Olur Ya'sı da hatta kendisi de öyle çıkıyor ortaya. Bu şarkıyı biraz daha düşük ritimde duymak ve filmine eklemek istiyor Ünlü. Erdem demo bir kayıt yapıyor, "kim okusun?" diye soruyor. Ünlü de şarkıyı Erdem'e okutuyor. Böylece "Mehmet Erdem belasını Türkiye'nin başına saran benim" demekte haklı oluyor... Onur Ünlü söz konusu olunca siyasetle, iktidarla, devletle ve hatta devlet-insan ilişkisiyle ilgili konuşmamak da olmuyor. Giriş mahiyetinde:
"- Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi'nde eleştirdiğin iktidarla İtirazım Var'daki iktidar aslında özünde aynı. Çürümüş ve kokuşmuş bir şeyler var o alanda.
- Fark etmiyor yani. 28 Şubat öncesi onlar vardı, sonrasında bunlar var. Zalim zalimdir, bir şey değişmiyor. Neticede önce öyle bir film yaptım, sonrasında böyle bir film yaptım. İkisinin de arkasında zalimler var. Ne fark eder ki? Sağcıymış, solcuymuş, namaz kılıyormuş, kılmıyormuş, ne fark eder?" [sf. 133]
Öğrenciliğinden beri hiçbir siyasi, dini organizasyon içinde yer almadığını, daha çok bireyci olduğunu ve bu sebeple toplumsal olaylarda tek tek bireylerin hakkını korumaya çalıştığını belirtiyor Ünlü. Bireyin önemini vurgularken iktisadi paylaşım yapılması gerektiğini söylüyor ve mülkiyet haramdır diyor. Hemen iki soruya verdiği cevabı birleştirerek konuyu derinleştirelim:
"Devletin insanlığın başından şu ana kadarki aşamalarında zorunlu duraklardan birisi, tıpkı bu demokrasi denen saçmalık gibi bir ara durak, zorunlu bir durak olduğunu düşünüyorum ve bundan kurtulunacağını varsayıyorum. Devlet fikri kendisinden kurtulunması gereken bir fikir. Daha önce bir şiirde de yazmıştım, devlet şirktir, devletle Allah aynı tarafta olamaz. Bir Müslüman, devletin tarafında olamaz. Mümkün değil... Bir Müslüman iktidarın tarafında olamaz, iktidarla işi olmaz. Müslüman doğası gereği devrimcidir ve sürekli olarak aktif alan içinde bulunması lazımdır. Dolayısıyla statükoyla Müslüman bir arada duramaz, çünkü sorunlar hayatta hiçbir zaman çözülemeyeceği için nerede bir zulüm varsa Müslüman ona işaret eder ve o zulmün çözülmesi için uğraşır. O zulümler bitmeyeceği için Müslümanın sürekli hareketi bitmez." [sf. 135]
Bu fikirleri, zamanında çok merak duyduğu ve ilgilendiği tasavvufla da arasına mesafe koymuş Onur Ünlü'nün. Tasavvufun günümüzdeki vaziyetini oldukça pasif bir iklim olarak konumlandırıyor. Oysa Müslüman'ın aktif biçimde hayatta rol alması ve daima itiraz etmesi gerektiğini söylüyor. Bu yüzden klasik fıkıh anlayışını -İtirazım Var'daki vaaz sahnesinden anlaşılacağı gibi- reddediyor. Soruyu bir kez daha tekrarlarcasına konuşuyor: "Bu dinin klasik fıkıh anlayışı, yeryüzünün sokaklarında aç gezen bir milyar insan için ne diyor?"
Onur Ünlü birçok dizinin senaryo ekibinde de yer aldığından ve hatta kendi de çektiğinden, izleyiciyi yakından tanıyor. Onların ne istediğini biliyor fakat kendi istediğinden asla vazgeçmiyor. Çekmek istediğini çekiyor, hayalindekini. Ömer Lütfi Akad'ın filmlerinde zoom tekniğini kullanmadığını, bunu izleyiciyi hapsetme ve dolayısıyla edepsizlik olarak gördüğünü okumuştum. Ünlü de flashback'ten yana dertli: "Ben flashback kullanmayı hiç sevmem. Çok kaba ve edepsizce bulurum. Ama yapman gerekiyor. Flashback yapmak zorunda kalıyorsan; bu senarist olarak senin başarısız olduğunu gösterir. Bunun başka bir manası yoktur. Flashback bir senaristin çuvallamasıdır." [sf. 166]
Bu 'ince görme' toplum ve insan ilişkisine dair sürekli düşünmesini sağlamış kendisinin. Ama soruların içinde hapsolmamış. Kendini kavramlara gömmemiş ve 'kim ne der' putuna gömülmemiş. Çıkmazlardan ve açmazlardan kaçmış. Hata kanaatimce bu ikisi arasında yaşadığı varoluşsal sancıyı filmlerine taşımış, endişelerini ve kaygılarını: "Toplum nedir? Onunla nasıl ilişki kurmalıyım? Toplum içindeki yerim nasıl olmalı? Nasıl bir yer edinmeliyim? Yarın öbür gün nasıl bir insan olmalıyım? Ne yaparsam kim beni nasıl kabullenir? Bunları hiç düşünmedim ve hiç ilgilenmedim. Ben sadece kendimle ilgilendim." [sf. 173]
Onur Ünlü'nün karakterlerine verdiği isimlerin bazıları sahabe-i kiramdan, bazıları da Murat Menteş gibi roman yazan arkadaşlarıyla arasındaki sohbetlerden geliyor. Mesela Selman Bulut ismi Selman-ı Farisî'den geliyor. Bu arada İtirazım Var'ın ilk adının Aç Köpek olduğunu da öğreniyoruz. Çok sert bulduğundan değiştiriyor. Filmlerindeki paylaşımcılığı ve mülkiyet karşıtlığını tasavvufun karşısına koyuyor ve Ebuzer Gıfari gibi isimlere temas ediyor. Burada "Bak arkadaş, bu adamın beş tane evi var, bu dört adamın evleri yok. Çok basit bir şekilde o dört tane ev, bu dört kişiye verilmeli" diyor. Tasavvufun buna bir şey diyemediğini düşündüğü için "önce bunu çözmeliyiz, nasıl çözeceğiz?" sorusunu yöneltiyor. Okuyalım: "Niye İbn-i Rüşd diyorum? Çünkü ben tümevarmak istiyorum. Bu daha zor, daha çetrefilli, daha riskli. Bu açlık ne olacak? Bu fakirliğe, bu eşitsizliğe ne yapacağız? Temel sorun bu. Dolayısıyla da şimdi çok daha fazla akla ihtiyacımız var." [sf. 187]
Goethe'nin "Bir tas sıcak çorbayı romantizme tercih ederim" sözünü şiar edinmesi boşuna değil Onur Ünlü'nün. "Senin aklın ermez!" tipi cümlelere karşı gelmesi de bundan. "Neden aklımız ermesin? Gerizekalı mıyız biz?" diye sorması da bundan. Hatta iktidarla koşut düşünmeyi insan olmanın onuruna aykırı bulmasını da buna yormak mümkün. Her zaman karşıt olmak, her zaman muhalif olmak fiziği, ruhu ayrı ayrı yorar. Onur Ünlü de bu yorgunluğu kah senaryo yazarak kah film çekerek atıyor. Sahiden atıyor mu? Bilmiyoruz. Ama attığı kesin. Yani ortaya bir şey atıyor. Üstelik kafadan atıyor, zekice. Mesela İtirazım Var'daki cemaatin namaza durduğu sahneyi hatırlayalım. Hani silah sesinin geldiği. Şimdi de okuyalım: "Silah sesiyle birlikte Selman Bulut dönüp bakıyor. Burada, Selman Bulut'un kendini kapatmış bir adam olmadığını görüyoruz. Rasyonel bir aklın yapacağı şeyi yapıp; silah sesi gelince, namazı bırakıp sesin geldiği yöne bakıyor. Oysa cemaat öldürülen Salih Kalyoncu yere düşene kadar dönüp bakmıyor ne olduğuna. Selman Bulut'un dönüp bakması bu söyleşiler sırasında da sıkça konuştuğumuz aklın öne çıkmasının ifadesi gibi geldi bana. Bu dünyada bir şeyler oluyor ve ben buna gözümü kapatamam hali." [sf. 189]
Bir Sürü Endişe'nin sonuna doğru Onur Ünlü'nün gelecek planlarını okuyabiliyoruz. Mesela İngilizce çalışıp bir kitap çevirmek istediğini. Böylece beslendiği yere bir katkı yapmak istediğini. Çünkü aldığımızın karşılığını az da olsa verebilmek elbette güzel bir duygu. Bunu endişe edinmiş. Neyden korkuyorsun sorusuna "bunun karşılığını verememekten" diyor. Öte yandan bir doygunluğu da var. Kırık Kalpler Bankası çekildikten sonra "gerçekten artık ölebilirim mesela" diyor. Buraya kadar bir okulu bitirdiğini düşünüyor. Ancak hep bir endişe: "Şu anda karmakarışık bir yer burası. Hakikati bulacak, çıkaracaksın, ama bunun için endişe duyman lazım. "Amaan, dünya zaten boş!" Bence senin kafanın içi boş. Dünya boşsa neden kendini yırttın iktidara geleceğim diye? Boşsa bırak uğraşma, biz hallederiz." [sf. 223]
Gidiyorum Bu'dan yıllar sonra Onur Ünlü'yü yeniden okumak umut verici. 'Bu tip kafa'ların yeryüzünde ve ülkemizde yaşıyor oluşu daha da umut verici.
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf