Albert Espinosa’nın hayata tutunma hikâyesi. Kanser. Bacağı kesiliyor. Akciğerinin yarısı gidiyor. Karaciğerinin bir parçası da… Ancak o, hepimizden mutlu. Kayıpların esasen birer kazanç olduğunu öğretiyor bize. Öylesine çimdikleyici tavsiyelerde bulunuyor ki… Öylesine kandil oluyor ki… Üç günlük ve üç kuruşluk dünyadaki misafirliğimizi gözden geçirmemiz yolunda muzipçe fiskeler atıyor ruhumuza. Hastahaneler, doktorlar ve hemşireler üzerine keskin gözlemlerini okurken tebessüm etmemeniz ise imkânsız. Hele hele hastahanede yattıysanız ve ziyaret edenleriniz de olduysa veya mezardan önceki son istasyon algısını kafanızdan bir türlü atamıyorsanız okurken zevkten dört köşe olacaksınız. Tam anlamıyla “kafa adam” Espinosa.
“Kanser” kelimesinin yaydığı o ürkütücü havayla dalgasını geçmiş Espinosa tatlı tatlı. Susan Sontag’ın çetrefilli cümlelerinde kaybolanlar için bir lunapark şenliği vaat ediyor Sarı Dünya. Birkaç yıl önce ciddi bir ameliyat geçirdiğim ve dört gün hastanede ikamet ettiğim için anlattıklarını daha bir keyif içinde okudum. Kimseye zararı dokunmayan küçük takıntılarımızdan bahsettiği kısımlarda kendinizi boy aynasında görme ihtimaliniz kuvvetle muhtemel. Ölüm ile hayat arasına kurduğu hamakta sallanırken, cin gibi gözleriyle bulutlara bakıp bizi de o ele avuca sığmaz yaşama coşkusuna ortak ediveriyor çaktırmadan, Espinosa.
Bu keyif veren okuma sürecini tatlandıran gayet kıvrak, temiz bir Türkçesi var kitabın. Mütevazı bir mihmandar, sohbeti şeker şurup bir yol arkadaşı… Unutmadan ekleyeyim; ölüm hiç de korkulacak bir şey değil.
Adnan Algın
twitter.com/Exsertus