Ahmet Mithat Efendi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ahmet Mithat Efendi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Temmuz 2023 Salı

Aşırıya kaçan bir sevdanın getireceği felaketler

Tanzimat devrinin önde gelen yazarlarından biri olan Ahmet Mithat Efendi, 1844 yılında İstanbul'un Tophane semtinde dünyaya gelmiştir. Yazı hayatına ise gazetecilikle başlamıştır. Amacı halkı eğitmek olmuştur. Bu sebeple yüz elliyi bulan eser kaleme almıştır. Dürdane Hanım romanı da Tercüman-ı Hakikat gazetesinde 1881 yılında tefrika edilmiş ve daha sonra kitap hâline getirilmiştir. Bu yıl ise Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından günümüz Türkçesine uyarlanarak okuyucuya takdim edilmiştir. Kitap, kahramanlarının adlarını taşıyan beş bölümden meydana gelir.

Roman ise Ulviye Hanım ile başlar. Ulviye, Mısır’dan gelen yirmi dokuz yaşında güzel bir kadındır. Edebiyata düşkün olmakla birlikte sıkı bir roman okurudur. Aynı zamanda meraklı ve güçlü bir karaktere sahiptir. Bir gün İstanbul’daki konağında yaşarken komşusu Dürdane Hanım'ın hayatını merak eder. Nitekim Dürdane Hanım henüz on sekiz, on dokuz yaşlarında genç bir kızdır. Küçük yaşta annesini kaybetmiş, babası ve Gülbeyaz Kalfa adındaki dadısıyla beraber yaşar.

Fakat bu durgun, sakin hayat Ulviye'nin gözünden kaçmaz. Mutlaka bu genç kızın hayatında başka şeyler de vardır diye düşünmeye başlar ve bir gün baba dostu olan İngiliz doktor konağa gelir. Sohbet sırasında telefondan bahseder. Ulviye’nin ise bu konu oldukça dikkatini çeker. Aklına şeytanca bir düşünce gelir ve telefonu kısa bir zaman içinde aldırarak odasına koydurur. Maksadı kuracağı bağlantı ile Dürdane Hanım’ı dinlemektir ki bu emeline zor da olsa ulaşır ve konuşmaları büyük bir zevkle dinlemeye başlar. Fakat çok geçmez duydukları onu şaşkına uğratır.

Zira Dürdane Hanım, nikâhı olmadan Mergup Bey’den hamile kalmıştır. Üstelik Mergup Bey’de çocuğu istemez. Bu durum Ulviye’yi çok öfkelendirirken, adamın alçaklığını asla kabul edemez ve aklına bir plan gelir. Olaylar da bu aşamadan sonra başlar.

Öyle ki Ulviye Hanım, Acem Ali Bey adında erkek kılığına girer. Galata meyhanelerinde Sohbet Bey ile arkadaş olur. Bu arkadaşlık ise onları gitgide birbirine bağlar ve bir vakitten sonra Dürdane Hanım’ın doğumu için Ayşe Ebe adında bir kadını kaçırırlar. Bebek doğunca Ulviye Hanım’ın konağına götürülür, orada bakılır. Ancak zaman geçince değil Mergup Bey, nikâhı kıymak, pişman olmak, çocuğuna dahi sahip çıkmak istemez. Bunun içindir ki Ulviye Hanım, Dürdane Hanım’ın müsaadesini alarak Mergup Bey’in icabına bakmak ister. Günler sonrada arkadaşı Sohbet ile birlikte Mergup Bey’i bulup Dürdane Hanım’ın konağına getirirler. Dürdane Hanım ise orada herkesi şaşırtacak bir konuşma yapar. Zira bu konuşmadan Mergup Bey’de etkilenir. Fakat ne çare ki olan olur ve Dürdane Hanım içtiği zehirden dolayı herkesin gözü önünde çırpınarak can verir. Nitekim amacı sevdiği adamın vicdan azabıyla yaşamasıdır ki, altı ay sonra bir kadınla evlenen Mergup Bey, karısının eski sevgilisi tarafından öldürülür. Böylece kitabın sonunda da ifade edildiği gibi “dava mahşere kalmaz.” Ulviye Hanım da hayat hikâyesini, çilesini bildiği yiğit bir adamla yani Sandalcı Sohbet Bey ile evlenir.

Açıkçası Ahmet Mithat Efendi’nin kitabını ilk kez okuduğum için hem bakış açısını hem de yazım tarzını oldukça farklı buldum. Zira dönemin diğer yazarlarından hayli başka. Örneğin; normalde romanları ilk okuduğumuzda karakterleri ve olayları yeni yeni öğrenirken bu romanda kitabın ortasından okumaya başlıyormuş gibi oluyor. Haliyle de kafa karışıklığına, önyargıya sebep oluyor. Bunu şu nedenle yazıyorum ki: Ulviye Hanım başta kadın olarak okuyucuya yansıtılmaz. Acem Ali Bey olarak yansıtılır. Sohbet Bey’le aralarındaki muhabbette farklı anlaşılmaya sebep olur fakat bu bir iki sayfa sonra toparlanır ve Acem Ali Bey’in esasında Ulviye Hanım olduğu açıklanır. Özetle, kitap ifrata yani aşırıya kaçmış bir aşkın sonunda insanın başına ne gibi felaketlerin geleceğini anlatır. Zira hayatta her şeyde olduğu gibi sevdada da ölçülü olmamız gerektiği öğütlenir.

Şu sözlerle de yazıyı sonlandıralım: “Sevmek, sevilmek dünyada ayıplanacak bir şey olmadığı gibi, adeta kutsanacak bir şeydir. Lakin bir şartla! O şart da dinen tâbi bulunduğumuz İslam’a ve medeniyete, tâbi olduğumuz adetlere ve genel ahlaka uygun olmasından ibarettir. Eğer sevda insanın gözlerini bürüyerek bu şartı görmezse o sevdanın kabul olması şöyle dursun, bilakis ondan nefret edilir ve iğrenilir olması gerekir.

Kitaptan sevdiğim birkaç alıntı:

"Zira çehre yüreğin aynasıdır derler."

"İnsan bir şeyi çok istediği zaman zorluk denilen engel o kişiyi asla ümitsizliğe düşüremez."

"Sevdada ben ısrar ve inat etmiyorum. Sevda gönlümle inat ediyor da ben mağlup oluyorum."

Fatma Saldıran
twitter.com/Fatmasldrn_