“Geçmişi olmayanın geleceği de olmaz” deyimi meşhurdur. Lakin biz bu deyimi sık sık dillendirmemize rağmen hakkında pek düşünmüyor ve gereğini de yerine getirmiyoruz. Anadolu’daki bin yıllık varlığımızın başlıca belgeleri olan Selçuklu döneminden günümüze ulaşan mezar taşlarından haberimiz yok. Bırakın bin yılı, bir asır önce vefat etmiş dedemizin mezar taşını dahi okuyamıyoruz. Kaldı ki bizim Anadolu’ya gelmeden önce de köklü, muazzam bir tarihimiz var ve o tarih hakkında bilgimiz çok yüzeysel düzeyde. İki elin parmak sayısı kadar araştırmacı ve akademisyen bu konular üzerine kafa yorup ürün çıkarıyor. İhtimal ki çalışmalarını çok kısıtlı imkânlarla ve bin bir türlü fedakârlıkla yapıyorlar.
Orhun Yazıtları’nı zaman zaman duyarız. Ders kitaplarında belki haklarında bir paragraf yazı görmüşlüğümüz vardır. Hepsi bu kadar!
Orhun Yazıtları, Bengü Taşları, Orkun Kitabeleri ve Orkun Abideleri şeklinde de adlandırılır. Biz bundan böyle Bengü Taşları olarak zikredeceğiz. Bu anıt kitabelerin, Göktürkler'in dil ve edebiyatları konusunda bilinen ilk Türkçe yazı olmaları nedeniyle tek kaynak olma özellikleri vardır. Bir çeşit siyasi hatırat, tarih ve beyanname niteliği taşımaktadırlar. Dilbilimciler tarafından Türk edebiyatının ilk şaheseri, hitabet sanatının muhteşem örneği ve yazı dilinin ilk belgeleri olarak kabul edilirler. Daha sonra zikredeceğimiz gibi yazıtlar farklı bilim dallarına da ışık tutmaktadır. Kül Tigin Yazıtı 732, Bilge Kağan Yazıtı 735, Bilge Tonyukuk Yazıtları ise kesin olmamakla birlikte 720’li yıllara tarihlendirilir. Bengü taşlar günümüzde Moğolistan sınırları içerisinde kalır.
Türk Kağanlığı ve bengü taşları hakkında ülkemizde yakın zamana kadar maalesef önemli sayılabilecek özgün çalışma pek yoktu. Yapılan çalışmaların çoğu birbirinin benzeri ve Batı menşeli idi. Ancak son dönemlerde bazı olumlu gelişmelere ve sevindirici haberlere de şahit oluyoruz. İşte bu alanda önemli bir boşluğu dolduracağına inandığımız ciddi bir akademik çalışma ve kaynak eser: “Türk Kağanlığı ve Türk Bengü Taşları” Kitap, Dergâh Yayınları’nın 700. yayını olarak neşredildi. Umarız yayınevi bu tür çalışmaların devamını getirir. Bu hizmeti ile takdiri hak ediyor. Çalışma, Türk dilinin önemli bilim adamlarından Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun’a ait. Müellif, Türk dili üzerine yaptığı titiz araştırmaları ve yayımladığı onlarca eseriyle biliniyor.
İçeriğinin yanı sıra kâğıdı, baskı kalitesi, kapak tasarımı ve titiz editör çalışması ile de eser göz dolduruyor. 760 sahifeden oluşan çalışma 11 sayfalık “söz başı” yazısıyla başlıyor. Üç ana bölüme ayrılmış. Birinci bölümde Türk kağanlığının tarihi, alanla ilgili geniş çaplı literatür taraması yapılarak derinlemesine inceleniyor. İkinci bölümde bengü taşlarının edebi, tarihi, siyasi, sosyolojik vb. bakımdan kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesi yapılıyor. Bölüm sonunda 13 sayfalık zengin bir bibliyografyaya yer verilmiş. Üçüncü bölümde ise üç metnin resimlerle birlikte okunması yapılıyor. Bu bölümde yazar bütün yönleri ile tek tek bengü taşı fotoğraflarına, özgün biçimde yazımına, transkripsiyonuna ve aktarmalara (açıklama) yer vermiş. Son bölümde ise 127 sahifeden oluşan notlar, sözlük ve dizin yer alıyor.
“Söz başı” yazısında Ercilasun, çalışma hakkında tafsilatlı bilgiler veriyor. Eserin hazırlanmasında izlenen yolu ve yöntemi arı, duru anlaşılır bir dil ile okuyucusuyla paylaşılıyor. İşte o yazıdan bir bölüm: "Tunyukuk, Köl Tigin, Bilge Kağan... Türk tarihinin, VIII. yüzyılın ilk yarısında yaşamış üç büyük ismi. Fakat Türk tarihinde o kadar çok büyük isim var ki! O hâlde bu üç ismi diğer büyüklerden ayıran özellik nedir? Bu üç isim, tarihte milyonlarca Türk'ün kullandığı, bugün de milyonlarca Türk'ün konuşup yazdığı ve hiç şüphesiz gelecekte de yine milyonlarca Türk'ün kullanmaya devam edeceği dilin bilinen ilk temsilcileridirler. İlk defa bu üç isim adına Türk dilinde yazılı anıtlar dikilmiştir ve bunlardan ikisi, Tunyukuk ile Bilge Kağan, bu anıtlardaki Türkçe metinlerin müellifleridir. Bir gün, daha eski metinler bulunabilir. Fakat daha eskileri bulununcaya kadar Türkçenin en eski metinleri bunlardır. 1893 yılı sonlarından, 122 yıldan beri bu böyledir…"
Müellif çalışmasının diğer çalışmalarla arasındaki farkı da izah ediyor. İşte bu ayırt edici özelliklere bir misal: “Anıtlardaki metinlerin, yazılı Türk edebiyatının ilk örnekleri olduğu da daima vurgulanmıştır. Ancak konu üzerinde duranlar, metinlerdeki birkaç edebi özelliği belirtmekle yetinmişler; üslup üzerinde kısaca durmuşlar; fakat metinlerin kompozisyonu üzerine hiç eğilmemişlerdir. Ben ‘Bengü Taşlar ve Edebiyat’ bölümünde metinleri edebi açıdan ele alanların değerlendirmelerini verdikten sonra üç metnin kompozisyonu ve üslubunu ayrıntılı olarak inceledim. Bu bölümde bir şey daha yaptım: Köktürk tarihinin ve bengü taşların modern edebiyata yansımasını gösterdim.”
Eser, Türklerin bizzat kendileri tarafından yazılmış ilk metinleri incelemesi açısından tartışmasız çok önemli. Bunun yanı sıra Türklerin tarihine ve dönemin önemli olaylarına değinerek tarih, edebiyat, Türkoloji ve sosyoloji gibi pek çok disiplini ilgilendiren konulara gelecekte ışık tutacak mahiyette. Bengü taşlarla ilgili edebi, tarihî, sosyal incelemelerin yanında arkeolojik çalışmalara, bilimsel toplantılara, çalıştaylara ve edebi değerlendirmelere yer vermesiyle de kapsamlı bir çalışma olma özelliği taşıyor. Konu üzerine bugüne kadar yapılan araştırma ve çalışmalarla ilgili kısa da olsa bilgilerin verilmesi, izahatlarda bulunulması eserin kıymetini hiç şüphesiz daha da artırıyor.
Mesleğine âşık bir bilim insanının yarım asırlık bilgi, tecrübe, azim ve gayretinin meyvesi ile karşı karşıyayız. Müellif, eserin meydana çıkması ile ilgili duygusunu sevgiliye kavuşmak yani vuslat olarak açıklıyor. O, bu çalışmasını bir vefa ve aidiyet duygusu ile hitama erdirmiş ve görevini tamamlamış. Elbette eserin yayınlanmış olması ve dolaşıma çıkmış olması önemli. Fakat hak ettiği teveccühü, ilgi ve alakayı da görmesi gerekmez mi? Böyle kıymetli bir çalışmanın hak ettiği ilgiyi görerek çok daha farklı alanlarda benzer kıymetli eserlerin çıkmasına vesile olacağına inanıyoruz.
Bengü Taşları; aynı zamanda kültürümüze, tarihimize, kısacası medeniyetimize dair her ne varsa topyekûn sahip çıkmamız gerektiğine yönelik bir uyarı ve işaret fişeği anlamı da taşıyor.
Nidayi Sevim
twitter.com/nidayisevim
* Bu yazı daha evvel dunyabizim.com'da yayınlanmıştır.