Ahmed el-Shamsy etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ahmed el-Shamsy etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Temmuz 2023 Salı

İslâmî eser geleneğinde dönüşüm ve aktörler

Ahmed el-Shamsy, doktorasını yaptığı yıllarda Kahire’de bulunan Mısır Milli Kütüphanesi’ndeki Arapça el yazmalarını keşfetmeye gider. Burada bir sürprizle karşılaşır. Yakın zamanda yapılan akademik çalışmalarda kaybolduğuna hükmedilen Ebu Ya’kub el-Büveyti adlı bir Mısırlının 1200 yıl önce İslam hukukuna dair yazdığı kitaba rastlar. Eserin müstensihinin adı Kazanlı Abdurrauf’tur ve yazmanın kopyalandığı yıl da 1325’tir. Ahmed el-Shamsy, defterine bu notu yazarken kendi kendine “Neden hicri karşılığını not almadan sadece 1325’i kaydetmiştim?” diye düşünür ve cevabı ertesi gün bulur: 1325 miladi değil, hicri tarihtir. Dolayısıyla Büveyti’nin kitabı 1907 gibi yakın bir tarihte istinsah edilmiştir. Ortaya çok önemli bir soru(n) çıkar: Neden bu kadar önemli bir eser 20. yüzyılda el ile kopyalanmıştı?

Ahmed el-Shamsy kitabın hikâyesinin izini sürmeye devam eder ve İstanbul’daki Süleymaniye Kütüphanesi’ne gelir. Burada eserin ikinci bir yazma nüshasını bulur ve 20. yüzyıl tarihiyle yeniden karşılaşır. Bu nüsha miladi 1228’de yazılmış ve nüshaya “Ben, Allah’ın fakir kulu Kazanlı Abdurrauf, bu eserin bir nüshasını 1325 Cemâziyelâhir’in yedinci gücü (18 Temmuz 1907) tamamladım” notu eklenmiş. Böylece Kahire’deki nüshanın İstanbul’daki yazmadan kopyalandığı da ortaya çıkmış. Böylece kitapların hikâyelerini seven bir meraklı için birkaç soru daha doğuvermiş: Mısır’da yazılan bu eserin yolu İstanbul’a nasıl düşmüş, onun bir kopyası Mısır’a nasıl ulaşmış? Eserin Kahire nüshasının bir köşesinde kitabın Ahmed Bek el-Hüseyni’ye ait olduğunu gösteren mühürle karşılaşan Ahmed el-Shamsy, 1914’te vefat eden bu Mısırlı avukatın hatırı sayılır miktarda el yazma eseri olduğunu öğrenir. Mısır’a döner dönmez Hüseyni’yi araştırmaya başlar ve Mısır Milli Kütüphanesi’nin kataloğunda gizemli bir adı olan bir kitabın yazarı olarak karşısına yine Hüseyni çıkar: Mürşidü’l-enam li birri ümmi’l-imam (Halk için imamın annesine hürmet rehberi). Günün geri kalanını, Hüseyni’nin esere yazdığı kapsamlı girişi okuyarak geçirir. “Akşam olduğunda bir gün elinizdeki kitabı yazacağımı biliyordum” diyor Ahmed el-Shamsy. Bir kitabın, o kitabın yaşam serüveninin, yazarının ve hatta yazarının yazısının nelere vesile olabileceğine dair ilham verici bir hikâye. Devamını yazardan okuyalım:

Kahire ziyaretlerim sırasında, Ezher civarındaki kitapların, genellikle de birden fazla baskısıyla yer almasını beklersiniz: Sibeveyhi’nin 8. Yüzyıl nahif eser, Eş’ari’nin 10. Yüzyıl kelam eserleri, Taberi’nin 9. Yüzyılda kaleme aldığı hacimli Kur’an tefsiri, Mekki’nin 10. Yüzyıl tasavvuf risalesi, Şafii’nin 9. Yüzyıl fıkıh risalesi ve İbn Haldun’un 14. Yüzyıl tarih sosyolojisi eseri. Aynı klasiklerin, benim Harvard’da yeterlik sınavına hazırlanırken dikkatle incelediğim oryantalist bilimin kurucu metinlerinin temelini oluşturuyor. Bugün derslerimde İslam dünyasının ‘önemli eserleri’ olarak okuttuklarım da aynı kitaplardır. Ancak 20. Yüzyıl başlarında Hüseyni’nin karşısında, bugün artık klasik kabul edilen kitaplar yoktu. Yaygın olmak şöyle dursun, bu kitaplar çok nadirdi; bulunması imkânsız olmasa da çok zordu. Birçoğu henüz tahkik edilmemiş ve basılmamıştı; yazma nüshaları çok nadirdi, az sayıda olanların da yeri çoğunlukla bilinmiyordu. Bunların birçoğu da orijinal eserlerin yazılmasından yüzyıllar sonra kaleme alınmıştı. Hüseyni’yi, oldukça hacimli kitabının giriş bölümünde anlattığı büyük maceraya atılmaya iten de işte bu durumdu.

Ketebe Yayınları tarafından Haziran 2023’te Ayşe Mutlu Özgür çevirisiyle neşredilen İslâm Klasiklerini Yeniden Keşfetmek, “Editörler ve Matbaa Kültürü Bir Entelektüel Geleneği Nasıl Dönüştürdü?” alt başlığını taşıyor. Kaybolan kitapların, klasik dönem sonrası kitap kültürünün, matbaanın başlangıcının, yeni nesil bibliyofillerin, editörlerin yükselişinin, kitaplarla gelen reformun, klasik sonrası düşünceye yönelik tepkilerin incelendiği bu çalışmada önemli bir gerçeği görüyoruz: 19. ve 20. yüzyılda Müslüman dünyasının editörleri, entelektüelleri, bibliyofilleri ve hatta reformcuları bu çok kritik çabaları göstermeseydi; 9. ve 15. yüzyıl ile 16. ve 19. yüzyıl arasında yazılmış metinlere ulaşmak mümkün olmayacaktı. Kitapta zikredilen ve okura hikayesi sunulan isimler, işte bu dönemlerde yazılmış fakat sonradan pek çok sebeple bulunamaz olmuş kitapları yeniden ulaşılabilir kılmak, canlandırmak ve yaymak için olağanüstü gayretler göstermişler. Peki, klasik İslami metinler ve kitaplar neden ortadan kaybolmuştu?

Ahmed el-Shamsy’e göre bunun pek çok sebebi var: Savaşlar, nüfus değişiklikleri, vakıf kültürünün giderek kaybolmasıyla kütüphanelerin hızla azalması, batılı ‘kitap avcıları’nın önemli finansal yatırımların da gücüyle seri olarak kitap toplayıp bu kitapları kendi ülkelerine taşıyabilmesi ve elbette sömürgeci zihniyetini kültürel ortama da aktarıp kitap hırsızlığını iş edinenler.

Napolyon'un oryantalistleri Mısır'a gelip yazma eser bulmak için kütüphaneleri, çarşıları ve camileri karış karış aradığı donemde, Arap-İslâm yazılı geleneğinin, okuryazar nüfusun taleplerini karşılayacak metin çoğaltma tekniklerinin de tesis edildiği bin yıldan daha eski bir geçmişi vardı. Bununla beraber yazma eserlerin kaçınılmaz bir şekilde kısa ömürlü olması, eğitim müfredatında yer almayan eserlerin -bilhassa eski olanların- kaybolmaları anlamına geliyordu. Zira kullanımı yaygın olmayan eserler varlıklarını devam ettirmelerine yetecek sayıda çoğaltılmıyordu. İslâm'ın kökenlerini ve Doğu'nun eski bilgeliğini keşfetmeye çalışan oryantalistlerin koleksiyonlarına katmak istedikleri eserler, tam olarak erken döneme ait nadir eserlerdi. Bu yolda sarf ettikleri çabalar Avrupa toplumlarının büyük mali ve askeri kaynaklarıyla destekleniyordu. Ayrıca özel bağışlarla ayakta duran klasik kütüphaneler ekonomik çöküş nedeniyle, Arapların ilmi merkezlerinde ise Arap topraklarının taşralaştırılması nedeniyle büyük ölçüde zayıflamıştı. Bu gelişmeler söz konusu koleksiyonların birçoğunun kısmen veya tamamen dağılmasını kolaylaştırdı. Sonuç olarak Arap toplumları edebi miraslarının önemli bir kısmını yitirdiler; zengin kitap koleksiyonları önce eserlere erişimin sonradan zorlaştığı İstanbul'a, ardından bunların muhtelif amaçlarla kullanıldığı Avrupa'ya götürülerek İslâm araştırmalarında kullanıldı.

Kitabın bu sayfalarında bir okurun içinin cız etmemesi mümkün değil zira göz göre göre bir edebi miras ortadan kaybolmuş. Araplar içinde tüm bunlara şahit olup ses çıkarmayanı da var, rüşvet karşılığında yol gösterip kolaylık sağlayanı da. Kimisi parasızlıktan, kimisi daha iyi imkanlarda yaşamak istemesinden, kimisi de yapacak başka hiçbir işi olmadığından. Hakkını yemeyelim, elindeki mirasın farkında olup onu ‘çakallardan’ korumak isteyenler de olmuş elbette. İngiliz yazar ve diplomat Andrew Archibald Paton, Ahmediyye Kütüphanesi’ni ziyaret ettikten sonra ‘cömertçe bir ücret’ karşılığında kütüphanenin bir kataloğunu almak istemiş. Müstensih, Paton’a söz verse de ne yapıp edip bu talebini karşılamamış. Böylece 3000 ciltten oluşan 1400 eseriyle Ahmediyye Kütüphanesi ömrünü uzatabilmiş. Kütüphanelerin bakımsız ve yöneticisiz kalması, terk edilmesi, batılıların işini kolaylaştırmış. Bir de şöyle hikâyeler var: “Torunlar vakfedilen mülklerin tasarrufuyla ilgili yetkili olduklarını düşünüp genellikle bu mülklerin doğasını değiştirmeye kalkıyordu; vakfedilen malı başka bir şeyle değiştirmek gibi. Örneğin, daha önce bahsi geçen Rifâî ailesi, 19. yüzyıl ortasında Şam’da ailenin büyükleri tarafından bir asır önce bağışlanan kütüphaneyi bir meyve bahçesiyle değiştirmeye karar verdi. Bu bahçenin, ailenin daha sonra 1853’te Alman Saksonya eyaletine kütüphaneyi sattığı miktarın sadece yarısı değerinde olduğu göz önünde bulundurulursa, yapılan takas son derece kârlıydı.

İslâm Klasiklerini Yeniden Keşfetmek’te, klasik metinlerden itibaren gelen edebi mirasın nasıl kaybedildiğine, söz konusu coğrafyadaki birbirinden farklı bakış açılarının nasıl etkin olduğunu da görebiliyoruz. Klasik kaynaklar yerine şerhlere odaklananlar kadar sufilerin kitaba dayalı bilgiyle bir yere varılamayacağı öğretisini benimseyenler sebebiyle de klasik metinler okunma ve yayılma gücü kaybetmiştir. El-Shamsy burada hem skolastisizmi hem de ezoterizmi tenkit eden bir akımın kuvvetinden de bahseder. Zira bazı akademisyenler eleştirel filolojiyle uğraşmış ve bu anlamda önemli çalışmalar yürütmüşlerdir.

19. yüzyıla gelindiğinde matbaanın Arap coğrafyasındaki gelişimiyle birlikte editörler de faal bir yerde konumlanmış, kütüphaneler gerekli önemi görmeye başlamış ve araştırmacılar için önemli bir saha genişliği söz konusu olmuştur. Etrafa dağılan kitapları toplamakla uğraşanlar, bu konuda devlete ya da devlet yöneticilerine önemli fikirler aşılayanlar, vakıfları yeniden ayağa kaldırma noktasında mücadele edenler, kütüphaneler için koruma ve organize olma anlamında yeni düşünceler teklif edenler, entelektüel anlamda Müslümanların gerilediğinin iddia edildiği bir dönemde tabiri caizse başkaldırmış, kritik reformların konuşulmasında önemli roller oynamıştır.

Şu rahatlıkla söylenebilir ki günümüzde artık klasik metinlere ve sonraki çalışmalara çok daha kolay ulaşılabilmesi, kitapta bahsi geçen isimlerin ve eylem planlarının katkısıyla mümkün olmuştur. Dolayısıyla İslâm Klasiklerini Yeniden Keşfetmek, ‘zamanın gölgesinde kalmış kahramanların hakkını teslim etme’ kitabı olarak da görülebilir.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf