“Hayat, olması gereken bir şeydir ama bir derttir, hiçliğe geçiş, hayattaki tek mutluluktur.”
- Schopenhauer
Leo Nikolayeviç Tolstoy’un İtiraflarım adlı eseri onun dini-felsefi bir metni olarak geçmektedir.
Adı üzerinde itiraflarım olan eser Tolstoy’un içsel hesaplaşmalarını taşımaktadır. Hayatın anlamı ne sorusu üzerine başlayıp bir amaç uğruna yaşamanın gerekliliği üzerine bir sorgulayış...
Bu soru Tolstoy’un kafasını sıklıkla rahatsız eder. Bu rahatsız etme Tanrı-inanç-akıl kavramlarını da sorgulamayı gerektirir Tolstoy için. Başlarda hayatın amacını entelektüel kesimde görmüş olduğu mükemmelliyetçilik/mükemmelleşme inancı-ilerlemesi olarak alır. Mükemmelleşmeye olan inancı onu fikri anlamda etkiler, karşılaştığı her şeyi öğrenmeye çalışır. Zamanla fikri mükemmelleşmeden hareketle her türde mükemmelleşmeye iter kendisini Tolstoy. Bu kavram kendisi veya Tanrı için değildir ama. Başka insanların nazarındadır. Onlardan daha iyi, daha meşhur, daha zengin olma arzusu... Bu ilerleme kavramını da zamanla sorgular.
“Nereye kadar ilerleyeceğim, en iyi olduğum takdirde elime ne geçecek” soruları aklını kemirir.
Zamanla bir kanıya varır ki hayat ona göre bir anlamsızlıktır. Birnevi hayatının durduğunu, yeme-içme-nefes alma vs. gibi şeylerin elinden gelmediğini düşünür. Hayatın anlamını başka bir kapıda aramak ister: Bilim. Ama bu sefer de şöyle düşünür: “Bütün bilimlerde aradım. Hiçbir şey bulmamakla kalmadım, hatta şu inanca vardım ki, benim gibi bilimlerde arayan bütün insanlar, aynı şekilde hiçbir şey bulamamışlardı. Hiçbir şey bulamamaları bir yana, beni ümitsizliğe götüren şeyin, yani hayatın anlamsızlığının, insanlığın ulaşabileceği tek kesin bilgi oluşudur.”
Tolstoy varoluşu sorgulamaktadır aslında. Hayatın ne/niye olduğuyla olan hesaplaşma... Felsefe tarihinin bu soruya cevap aramakla geçtiğinin de farkındadır Tolstoy. Kant ve Schopenhauer’in sıkı takipçisidir. Hayatın sorusuna karşı bu arayışı esnasında ormanda yolunu kaybetmiş birisi olarak görüyordu kendini.
- Hayatımın anlamı nedir?
- Hiçbir şey
- Ya da hayatımın sonucu nedir?
- Hiç! ya da,
- Var olan her şey, ne içindir, ben ne için varım?
- Var olmak için!
Bir vakit sonra bu böyle olmaz/olmamalıdır der ve insanların geneline bakar. Görür ki insanlar basit bir inanç ile mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşamaktadır. Sorgulamadan kabullenmişlerdir ve belirli ritüelleri gerçekleştirirler. Varoluştan beri mevcut olan bir sorunsal olduğu için insanların bunu bir şekilde hallettiğinin farkına varır ve zorlu arayış sırasında karşısına şu tespit çıkar ki çok öğrenmek isteyen kişinin çok acı çekmesi gerek. Kabullenme/sorgulamama durumunu kendisi de denemeye başlar. Bunun yanında aklından "varoluştan bu yana bir amaç için çalışan, yaşayan insanların var olduğu" gerçeğini de atamamaktadır. Devamlı olarak hayatın amacını, anlamını bulma yolunda düşünsel bir süreç içindedir. "İnsan hayatının başladığı zamanlardan bu yana, insanlar, hayatın anlamına sahipti. Ve onlar, bana gelinceye kadar o hayatı yaşadılar. Benim içimde, benim çevremde her ne varsa, maddi olan olmayan, her şey onların hayal hakkındaki bilgilerinin meyvesidir.". Tolstoy'da bu sorgulayış onu bir seçime doğru sürüklemektedir. Akıl-inanç ikileminde bir seçim mi yapması gerekmektedir? Rahatsız olmasının ilacını inkarda mı bulacaktı yoksa? "Okumuşların ve bilgelerin temsil ettiği şekliyle akıl yoluyla elde edilen bilgi, hayatın anlamını inkar etmektedir. İnsanların muazzam toplulukları ise, bütünüyle insanlık ise, bu anlamı, akla dayandırılmamış bir bilgide fark ediyor. Akla dayandırılmamış bu bilgi ise, inançtır, ani benim iyice reddetmem gereken inanç. Bir ve üçlü bir Tanrıya, dünyanın altı günde yaratılmış olduğuna, şeytana ve meleğe ve benim aklımı kaybetmediğim sürece kabul edemeyeceğim her şeye inanç."
Aklı kabul ettiğinde hayatı inkar ettiğini düşünmektedir. Anlamsız, başıboş bir şekilde bu evrende yer kapladığını düşünmektedir. Din-akıl-bilgi meselesi ile ilgili Nurettin Topçu şöyle demektedir, "Din müsbet ilim değildir. Dinin hakikatleri deneyle açıklanmaz ve dinde deneyle kontrolü yapılabilen evrensel kanunlara ulaşılmaz. Matematikte olduğu gibi dinde aklın yapısına bağlı prensipler de yoktur. Onun prensipleri vicdanın yapısına bağlıdır; ilham ve inançlarla beslenir. Bütün hayat tecrübelerimizin yükseldiği sonsuzluktan tekrar varlığımıza dönen ilahi bir aks-i seda halinde benliğimizi kucaklar. Sonsuzluğun kollarıyla kucaklanma ruh için sonsuz kuvvet kaynağıdır. Durkheim'in bu manada 'din insanlar için bilgi kaynağı değildir, kuvvet kaynağıdır.' deyişi bu hakikati ortaya koyucudur."
Tolstoy bu ikilem karşısında sorusuna kendi aklının verdiği cevaplarla doğruya ulaşıp ulaşamayacağını sorgular. İnsanlığın hayat sorularına/insana yaşama imkânı veren cevaba inancın cevap verdiğini düşünmeye başlar ve bu inancın hayatına anlam katmaya başladığını söyler. "İnanç, beşer hayatının anlamının öğrenilmesidir.". Fakat inanca yönelişi kafasındaki ikilemi kaldırmamıştı. Bunun yüzünden Tolstoy'un hayata bakışı kötümserliğe, ölüp gitmeye yöneliyordu zaman zaman. Bu süreçte Tanrı'yı arayışı, düşünmesi sürekli aklını meşgul ediyordu ve bir noktaya ulaşmıştı bu arayışın sonunda: Öyleyse, O vardır. O, onsuz yaşanmayan şeydir. Tanrı'yı bilmek ve yaşamak, bir ve aynı şeydir. Tanrı hayattır. Tanrı'yı arayarak yaşa, o zaman Tanrısız hayat olmaz.
Tolstoy'un hayatına yönelik bu itirafları, inanca yönelik sorgulayışı Gazzâlî'nin bir sözünü hatırlatır: "Şüphe duymayan, hakikati bulamaz.". Her şey zıddıyla kaimdir. Bu yüzden hakikati bulma sürecinde imanı, inancı bulmanın ölçütü bir sorgulayış ile başlar ve sonrasın bir inkarı getirtir ki bizde bunun karşılığı "Lâ İlâhe İllallah" lafzıdır. O'nun dışındakileri reddettikten sonra ancak O'na iman edersin. İmana, inanca ulaşmanın şartı budur.
Hasan Basri Yapıcı
twitter.com/hbasriyapici