30 Ekim 2024 Çarşamba

Hisar’ın Boğaziçi Mehtapları'na küçük bir çıkma

“…Bu zevki o kadar kaybettik ki meselâ Abdülhak Şinasi gibi büyük muharrir daüssılaları anlatmakta emsalsiz olan üslubuyla daha dünkü hayatımızın manzaralarını ve çoğu aramızda yaşayan çehrelerini hatırlamaya başladığı zaman çoğumuz bu yazıları garipsedi. Abdülhak Şinasi Boğaziçi’ne ait çocukluk hatıra ve hülyalarını olgun yaşının tecrübeleriyle karıştırarak asil bir terkip yapıyordu. Bu suretle Frenk edebiyatlarının hemen her merhalesinde tesadüf edilen ve geçmiş zamanı uzaklığının ilave ettiği bir şiiriyetle geriye çağıran bir yazı nevi bizde güzel nümunelerini veriyordu. Fakat etrafımıza hiçbir hülyanın ısıtmadığı soğuk bir “vazgeçtim”le bakmaya alışmış olduğumuz için bunu anlamadık. Bütün Boğaziçi’ni mevsim ve saatlerinin hususî renkleri içinde ve ancak bazı rüyalar sona ererken duyulan garip bir melâl ile beraber veren bu yazılar bize neler öğretmiyordu? Onlardan sonra biz ihtiyar yalılara, sazsız, nağmesiz koylara, bugünün gürültücü Yahudi kalabalığını yadırgayan eski bahçelere büsbütün başka gözle baktık.”
- Ahmet Hamdi Tanpınar, Mücevherlerin Sırrı

Tanpınar, Şinasi Hisar için “hatıraların ağacını kendi içinde büyütmesini o kadar iyi biliyor” demiş. Sanırım bu, Abdülhak Şinasi Hisar’ı en iyi tanımlayan cümle olabilir. Geçmişte yaşar Şinasi Hisar. Bir hayal âleminde, geçmişin getirdiği maddi delillere aklında kalan, aklının güzelleştirdiği cümleler ekler. Geçmişi bu kadar berrak nasıl hatırlıyor, diyebiliriz ama Hisar hatırladıklarını muhayyilesinde zenginleştirip öyle kâğıda döker. Öyle ki Boğaziçi Mehtapları onun çocukluk ve ilk gençlik dönemlerinin hatıralarıdır. Ama Proust gibi zaman zaman bilinç akışı ve hayalle öyle bir süsler ki bu anıları, sanki bu anılar birkaç yıl önce yaşanmış sanabilir okur. Bu açıdan çok özel bir yazardır. Fakat Şinasi Hisar -bence- her okura hitap etmeyebilir. Hem anlatımı zaman zaman yorar çünkü çok uzun cümleler kullanır. Hem de Hisar’ın anlattığı anılar sıradan, normal halkın yaşadığı veya çok da yaşama imkânı olan şeyler değildir. En azından her zaman değildir. Mehtaplarda bahsettiği yüksek tabakanın (maddi yönden) saz sefasıdır. Elbette bu saz sefasının hanendeleri, sazendeleri, yemeği, içkisi, harçlıkları, yol paraları vs. bütün ücretleri bu sazı düzenleyene aittir (Örneğin Sait Halim Paşa). Ama su sazlı sözlü mehtap gecelerine katılmak bile belli bir maddi güç ve statü gerektirir. Eski İstanbul’daki ulaşımı da göz önünde bulundurursak, bazen gün doğumuna kadar süren bu eğlencelere katılmak için en azından bir yalıda oturup bir kayığa sahip olmak gerekir. Biraz daha uzakta oturanlar için de bir kayığa sahip olmak veya bunu kiralayabilecek güce sahip olmak önemlidir.

Hisar, benim için en iyi İstanbul yazarı olabilir ama en “bizden” değildir. Ömrü konaklarda, yalılarda veya yüksek memuriyetlerde geçmiş biridir. Buna rağmen mazisinin hakkını kalemiyle vermiş, çalışkan bir yazardır. Şöyle der Geçmiş Zaman Köşkleri'nde: “ … Aynı zamanda Büyükada’da geçirdiğim günleri hep gizliden gizliye, benim için ehemmiyeti daha büyük olan, Rumelihisarı’na dönmek intizarıyla geçirdiğimi de bilirim. Beni dünyaya gelmiş olduğuma memnun eden bu uzun günleri hatırlıyorum. Bu ilahî zamanlardan gönlümde yakıcı bir toz kalmış. Ve içimi çektiğim zamanlar Rumelihisarı’yla birlikte Büyükada’yı duyuyorum. Güya ruhumun temelleri bu yerler, bu günler olmuş gibi!

Hisar, hatırladığı, hayaline taşıdığı Boğaziçi’ndeki mehtapları bütün detaylarıyla anlatır. Katılanları, yapılanları, gezilerin düzenlenme şeklini vs. hiçbir detayı atlamaz. Hatta bazen biraz fazla detay verir ve anlatımı boğabilir. Üstelik bu anılar onun çocuklukla ilk gençlik döneminin anılarıdır ve bu gezintilere çok da olumlu bakmayan bir ruh ve düşünce halindedir o zamanlar: “Ben de, kendi yaşımdaki, o zaman için alafranga bir terbiye alan bütün gençler gibi istifade ettiğim kolaylıklara muarız bir ruhla yaşardım. Duyduğum ahengi tasvip etmezdim. Çok Şarklı ve Asyalı bulduğum bu âdetleri, bu usulleri, fikrimle ve hissimle reddeder; kıymetlerini, faydalarını kabul etmezdim. Zira bunu takdir edebilmek de bir düşünce ve tecrübe, yani bir yaşlılık ve olgunluk mahsulüdür. Bütün bu meseleleri yatıştırmak ve hayatı uysal bir tarzda yaşamak ancak bir hayli zaman sonra mümkün olur” der, hâlbuki kitabın başından beri öyle bir tablo çizer ki biz Hisar’ı o zamanlar müthiş bir istekle bu mehtap gezintilerine katılmış sanırız.

Hisar, Boğaziçi Mehtapları'nda bir canlının gençlikten ölümüne kadar olan zamanını anlatır gibi bir çizgi çizer. Aslında yazara ondan yaşlılarca söylenen, mehtap gezilerinin sonuna yetiştiği, o cafcaflı zamanların geride kaldığıdır. Siyasi durumla bir görülür belki de bu dönemler çünkü Hisar’ın anlattığı yıllar, devletin de en zor zamanları, 1900’lerin başlarıdır. Buna rağmen canlı bir portreyle başlar kitap ve en son bittiğinde bizler, belki de bu gezintilerle en az bağ kurabilme olanağı olanlar, bir yakınımızı kaybetmiş gibi üzülürüz. Çünkü “şenlik dağılmış ve bir acı yel kalmıştır” geride. Artık boğaz, o muhteşem seslerden ve görüntülerden mahrumdur. Devlet gibi, bu gezintiler de ölmeye yatmıştır.

Peki, Hisar bu deneme/anı karışımı eser(ler)ini neden yazmıştır? Yazar, geçmişe çok önem verir ve geçmişte yaşar demiştim. Hisar için geçmiş, herhangi bir detayıyla (giyim-kuşam, yeme-içme, eğlence-hüzün vs.) çok önemlidir ve mutlaka kayıt altına alınmalıdır. Türk Milleti’nin maalesef yazılı kaynak bırakma huyu yoktur ve yazar bunun acısını çok çekmiştir. Bu çok renkli, cümbüşlü mehtap gezintileri, ona göre dönemin önemli olaylarındandır ve bu gezintilerin başka pek çok tarihi, kültürel olaylar gibi yazılması gerekir(di). Sitemle ve eleştiriyle karışık Türk yazar ve şairlerine yüklenir Hisar. Çünkü yabancılar mağlup Napolyon’u bile, yazılarıyla yüceltmiş, yenilmez bir imparator gibi dünyaya ilan etmişlerdir. Waterloo Savaşı’nı Fransızlar kaybetmiş ancak Hugo’nun L’expiation manzumesi basılınca Fransızlar “Waterloo ordumuz için bir mağlubiyet, fakat şiirimiz için bir muzafferiyet oldu!” demişlerdir. Yazı, sanat bu kadar önemlidir Hisar’ın gözünde. Hatta bazen savaşlardan da önemlidir. İskender’in, Homeros gibi bir şairi olmadığı için hayıflanması boşuna değildir. Bu açıdan, Hisar’ın kitabının XXIV. bölümünde, “Unutuluş” başlığı altında cevap aradığı “Sanat Neden Önemlidir” sorusu okullarda ders olarak okutulabilecek bir bölüm olmuştur. Tarih/mazi sadece savaşlardan ibaret değildir. Yazarın dediği gibi nice kahramanlık, galibiyet onu anlatacak bir şair/yazar olmadığı için yok olmuştur, unutulmuştur.

Şinasi Hisar’ın kitaplarını okurken kendimizi her zerresine vâkıf olmamız gereken bir kitap okur gibi hissediyor olabiliriz. Hisar’ın detaycılığı ve zaman zaman anlatımını uzatması aslında onu bir şiir gibi okumayı kolaylaştırır. Evet, şiirsel bir dile sahiptir Hisar. Onu okurken daha çok keyif alabilmek için bazen bilincimizi kapatmamız gerekir.

Boğaziçi Mehtapları o dönemi yaşamayan hatta o dönemde bile bu imkânları bulamayanlar için çok bir şey ifade etmeyebilir demiştim ancak sanatın ve musikinin önemi açısından da çok şey söyler. Çünkü mehtap gezintisi demek musiki demektir ve zaman zaman Hisar’ın bu musiki üzerinden dahi politik ve sosyolojik tespitleri vardır. Fakat yazar bunu asla kör göze parmak şeklinde yapmaz. Onun amacı politik veya sosyolojik tespit/eleştiri yapmak değil kültürel bir miras bırakmaktır. Onun klasik (yani muhteşem) üslûbuyla bu anı/denemeleri okumak Türkçenin en güzel hallerinden birini görmek demektir. Çünkü Abdülhak Şinasi Hisar biraz da anlatılan şey değil, o şeyin nasıl anlatıldığıdır.

Mehmet Akif Öztürk

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder