16 Şubat 2023 Perşembe

Yeni muhafazakâr kültür ve zamanın nimetleri

Sosyo/ekonomik, sosyo/kültürel hızlı değişen, hızla değişen bir coğrafyada yaşıyoruz. Ve yaşadığımız toplumda değişime, dönüşüme direnmesi gereken ya da değişimi kuşkuyla karşılaması gereken toplumsal gruplar değişim ve dönüşüme öncülük ediyor. Dünyanın başka coğrafyalarında muhafazakârlar varolanın değişmesini çok da istemezler. Ekonomik, kültürel, sınai değişimlere ayak direrler. İçine doğdukları geleneksel yapının parçalanmasını endişe ile karşılarlar… İçinde bulundukları dünyanın değişmesi güvenlik alanlarının değişmesi demektir aynı zamanda. Geleneğin, kültürün geçmişten gelen sağlam bağlarının güç kaybına uğraması demek. Ülkemizde ise son yıllardaki hızlı değişimin dinamosu olarak muhafazakâr/dindar kesimler görünüyor. Bu aynı zamanda küresel sisteme, liberal piyasaya, kapitalist değerlere angaje olma anlamına da geliyor. Aslında burada zihnimize takılan bir soru var. Bu değişimler toplumsal bir talep sonucu mu oluyor, yoksa gerçekleşmesinde başka iradelerin bir etkisi var mı? Sürekli değişmek, dönüşmek, ilerlemek diyoruz da bu değişim ve dönüşüm bizatihi değişen ve dönüşenlerin inisiyatifinde mi? Gidilecek yer belli mi?

Türkiye’de ortalama bir zekânın fark edebileceği gibi ister legal olsun ister illegal olsun bütün siyasi, ekonomik, kültürel, sanatsal muhalefet ya da varolanı eleştirenler gerçek muhaliflerden oluşmaz. Eleştirilen her ne ise onu ele geçirememenin, ona sahip olamamanın sancısıyla muhalefet yapılır. Sahicilik yoktur. Her şey gücü, inisiyatifi ele geçirene kadardır. Diyelim ki bugün ekonomik ve kültürel iktidar muhafazakâr/dindar gruplarda. Buna muhalefet eden, eleştiren sol yada başka gruplar gidişatı düzeltmek, varolanı değiştirmek için hareket etmezler. Niçin dümende biz değiliz, niçin gidişata biz yön vermiyoruz yada iktidarın nimetlerinden biz niye faydalanamıyoruz diye bağırıp çağırırlar. Bu açıdan baktığımızda aslında değişen paradigma değil, paradigmanın etrafındakiler. Ayrıca ülkemizin küresel sistem içinde işgal ettiği yer konusunda fikirler berrak değil. Dünyayı adeta bir ağ gibi çeviren sistem kendinden habersiz kuş uçurtmaz. Hepimiz bilmediğimiz, görmediğimiz bir sistemle çevrilmiş durumdayız. Burada bütün hareketlerimiz kontrol altında. Yönlendirilmeye açık. İktidar her yerde yani… Buradan baktığımızda akademik alanda yapılan çalışmaların özellikle toplumsal değişme, dönüşme ve sosyolojik bağlamdakilerin iyice sorgulanması gerekir. Türkiye’de merkez tarafından bir dönem ötekileştirilen, kategorize edilen gruplar (dindarlar, Kürtler, aleviler, solcular…) başka bir dönemde baş tacı edilebiliyor. İşte burada bu durum acaba bu grupların kendi gayretleriyle ve çabalarıyla mı gerçekleşiyor yoksa sistem her dönem bir gruba ihtiyaç duyuyor da işine yarayan grubu mu yanına çekiyor?

Evet, bu kadar kelamdan sonra gelelim asıl mevzumuza. Geçtiğimiz yıllarda Aksu Akçaoğlu’na ait Zarif ve Dinen Makbûl: Muhafazakâr Üst-Orta Sınıf Habitusu adlı kitap yayınlandı. Kitap hepimizin gördüğü gibi siyaseten, iktisaden… daha görünür hale gelen muhafazakârların orta ve üst sınıfının Ankara Çukurambar’daki hayat tarzlarını, hal, hareket, düşünce, zevk ve beklentilerini inceliyor, irdeliyor. Dünün çekingen, sistem tarafından ezilmiş(!), öteki ilan edilmiş, merkez tarafından dışlanmış dindar çevrenin yükselişini, ekonomik güç haline gelişini ve bunun şehre yansımış yüzünü sosyolojik disiplinler açısından ele alıyor. Yukarıda değindiğim gibi bizi sosyolojik disiplinlerle anlamlandırmak çok zor bir iş. Bizim muhafazakârlarımız şimdilerin neoliberal beyleri. Osmanlı’nın yıkılıp cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte merkezde yer alanlar ya da Batıcılar bugün her türlü değişime, dönüşüme kuşkuyla yaklaşıyor. Muhafazakârlarımız ise zamanın nimetlerinden sonuna kadar faydalanma arzusunda. Muhafazakâr demokrasi zaman zaman zikzaklar çizmesine rağmen AB’ye katılma, neoliberal sürece eklenme hususunda çok hevesli.

Yıllar önce muhafazakârlar Batı hayranı, Batıcı düzen partilerinin İslam ahlakını, gelenekleri yıktıklarını, Batı taklitçiliğiyle faizi, Siyonist politikaları başımıza bela ettiklerini iddia ediyorlardı. Neredeyse bütün paradigma Batı düşmanlığı ve Mustafa Kemal Atatürk düşmanlığı üzerine bina edilmişti. Milli Görüş dindarları seküler cendereye sokan bu vasattan Müslümanları kurtarma imkânı olarak görülüyordu. Adil Düzen programı tek kurtuluştu. Bugün baktığımızda ise bunlar nostaljik birer öğe gibi görünüyor. Rasyonelleşen Müslümanlar bu tip durumları ütopya olarak değerlendiriyor. Zarif ve Dinen Makbul kitabının 31. sayfasındaki şu cümleler: “Türkiye’de inşa edilen sadece binalar değil, aynı zamanda muhafazakâr iktidarın yeni Türkiye idealidir: Ekonomik kalkınmacılık, teknik modernleşme ve kültürel muhafazakârlık. Çukurambar bu muhafazakâr yeni Türkiye idealinin somutlaştığı küçük bir laboratuvarı andırıyor. Bu nedenle de, Türkiye’de mekânın ve toplumsal hayatın yukarda belirttiğim idealler doğrultusunda dönüşümü “Çukurambarlaşma” olarak tartışılıyor.

Aksu Akçaoğlu’nun kitabı aynı zamanda bir saha araştırması da. Pierre Bourdieu’nun geliştirdiği analitik yöntemi temel alan bir anlayışa sahip. Kitabın ilk bölümleri sosyolojik disiplinlerin ele alındığı teorik bir yöne sahip. Muhafazakârlık tanımları tartışılmış. “Muhafazakâr düşünce tarzı toplumsal dünyayla kurulan özgün bir zamansal ilişkinin neticesinde, sosyalizmin gelecek zaman merkeziliğine ve liberalizmin şimdiki zaman odaklılığına karşı geçmiş zaman demir atarak doğdu.” Akçaoğlu’nun bu cümleleri önemli.

Akçaoğlu Çukurambar mevzusunu kitabın 44. sayfasında. “Beğenideki bu dönüşüm ilk olarak, muhafazakâr orta sınıfların şehrin gözde muhitlerinde lüks sitelere yerleşmelerine ve fiziksel uzamın büründüğü yeni forma yansıdı. Muhafazakâr orta sınıf beğenisinin dönüşümünde sınırları belirleyen, Kur’an, sünnet ve hadisle uyumlu yaşamaya gösterilen hassasiyet oldu. Yine de bu sınırlar dâhilindeki yeniden inşa sürecinde, muhafazakâr orta sınıflar, mobilyalarına, kıyafetlerine ve bedenlerine alışık olmadıkları bir tarz verdiler. Bu yeni hayat tarzını toplumsal hayatta sunma konusunda eskiye nazaran daha rahat hissettiler ve böylelikle muhafazakâr çekimserlik ya da içe kapanıklık buharlaştı.” Evet, siyaseten ve madden rahatlamanın sonucunda Ankara’nın gecekondu olan, yolu, elektriği olmayan Çukurambar Semti bugün Muhafazakâr bir sosyete mekânı haline geldi. Milletvekili lojmanlarının boşaltılması bu semte siyasetçi akınını başlattı. Siyasetçiler yakın olmak isteyen ticaret adamları, girişimciler, inşaatçılar da buraya gelerek bir gecekondu semtini, erik, elma bahçeleriyle dolu bir yeri cazibe merkezi haline getirdiler.

Aksu Bey’in işaret ettiği gibi geçen zamanlarda Müslümanlar dinlerini iyi yaşayamadıklarını düşünerek toplumdan ayrılmaya, kendi sitelerini inşa etmeye, kendi içine kapanmaya dayanan bir sistem kurmuşlardı. Bundan önceki birçok kooperatif projeleri (Akevler Kooperatifi) daha İslami bir hayatı bir arada yaşamak amacı taşıyordu. Bugünse bunun yerini daha iyi yaşamak ve dünya nimetlerinden azami faydalanmak düşüncesi aldı. Dün kendilerine toplumun üstten baktığını söyleyenler bugün giyim kuşam, yaşam ve harcamalarıyla farklılıklarını gözlerimize sokuyor.

Çukurambar’ı besleyen sadece inşaat ya da evler değil. Yeni muhafazakâr kültürü yayan dergiler, gazeteler, televizyon dizileri var. Müslüman moda… Zarif ve Dinen Makbûl bir dünyada asansörlü seccadeler, kimsenin giyemediği kıyafetler, yurtiçi yurtdışı tatiller, özel okullar, sıkı güvenlikli, her dakika silinen konutlar var. Kısaca Müslümanları tüketim dünyasına sokan, onların cebindekini sonuna kadar boşaltmaya yemin etmiş abdestli bir piyasa var. Bu piyasanın sunduklarını kullanarak ayrıcalık kazanan bir de zengin dindarlar var.

Zarif ve Dinen Makbûl kitabı muhafazakâr yenidünyayı anlama açısından okunması gereken bir çalışma. Hem teori var hem de pratik… Saha çalışmasıyla daha bir önem arzediyor.

Muaz Ergü

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder