“Hz. Ebu Bekir neden Müslüman olduysa ben de o yüzden Müslüman oldum.”
- Shems FriedlanderŞüphesiz insan halifetullahtır. Bununla beraber “insan”ın ne olduğunu ya da kim olduğunu doğru tarif etmek gerekir. Büyükler “Hz. İnsan” buyurmuşlar. Şeyh Galip, “Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen” diyerek bu “Hz. İnsan”a işaret eder. Cenab-ı Hakk, Hz. Adem’in yaratılışıyla ilgili olarak ona kendi ruhundan üflediğini buyuruyor. Bu ifade insanın halifetullah oluşunun da kanıtıdır. Hilafet, makamın aslı değildir; sadece temsilidir. Hilafet yetkisini veren makam, temsil şartlarını ve şekillerini de belirler. Hilafete layık görmediği kişiden de hilafet yetkisini alır. İnsanın hangi şartlarda ve şekillerde Allah’ın halifesi olacağı da İlahî nizamla belirlenmiştir. Allah’ın esması yarattıkları içinde en çok insanda tecelli eder. Hilafet de bu tecellilerle gerçekleşir. İnsan, kendisine emanet olarak verilen bu salahiyeti kendinden bildiği müddetçe ziyandadır ve kendisine zulmetmektedir. “Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir. Böyle yaptı ki Allah, münafık erkekleri ve münafık kadınları, müşrik erkekleri ve müşrik kadınları cezalandırsın, mümin erkeklerin ve mümin kadınların da tövbelerini kabul buyursun. Allah çok bağışlayıcı, ziyadesiyle esirgeyicidir.” ayetleri de bu emanetin şartlarını ifade eder.
Bir kutsi hadiste, “Ben gizli bir hazineydim, bilinmekliği sevdim ve mahlukatı yarattım.” buyruluyor. Bu hadis bize insanın varoluş gayesinin “Allah’ı bilmek” olduğunu söylüyor. Allah’ı beş duyu organımız vasıtasıyla bilmek mümkün değildir. Eğer öyle olsaydı iman etmenin bir önemi kalmazdı. Allah’ın varlığı akıl yoluyla bilinmekle birlikte Allah’ı yakinen bilmek aşkla mümkün olur. Bundan sebep Cenab-ı Hakk, “Müminler Allah’ı şiddetle severler” buyuruyor. Merhum Ömer Tuğrul İnançer hocamız buradaki “şiddetle sevmek”ten kastın “aşk” olduğunu ifade etmiştir. Allah’ı beden gözümüzle görmek, kulağımızla duymak mümkün olamayacağına göre ona duyulacak aşkın başka bir biçimde ifade edilmesi gerekir.
Memleketten, sevdiklerimizden bize haber getiren kişiyi baş tacı ederiz. Baş köşeye oturtur, muhabbetle muamele ederiz. Memleketimizi, sevdiklerimizi ne kadar sevdiğimizi ve özlediğimizi bu kişiye göstereceğimiz hürmetten anlayabiliriz. Memleketten gelen kişi, eli boş gelmemiştir elbette. Selam kelamdan başka memleketten geldiğine kanıt olarak memleketin yiyeceğinden, giyeceğinden de getirir. Büyük şehire geldikten sonra memleketini unutmayan adam, memleketten kendisine selam getiren kişiye sırt çevirmez. Cenab-ı Hakk, aslî yurdumuzdan peygamberleri vasıtasıyla gurbet yurdu olan dünyaya selam göndermiş ve mucizelerini de birer azık torbası niyetiyle yanlarına vermiştir. Sadece peygamberlerini göndermekle de kalmamış bazı seçkin kullarına bu gurbet yurdunda kendi varlığını bildirmiş ve onlara katından rahmet vermiştir. Kulun Allah’ı bilmesi yani Allah’ı sevmesi Allah dostları aracılığıyla Hz. Muhammed’i (sav) sevmesine bağlıdır. Bezmiâlem Valide Sultan’ın mührüne kazınmış olan “Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl / Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl” dizeleri Muhammedî muhabbetin ehemmiyetini vurguluyor.
Shems Friedlander ya da dostlarının tabiriyle Şems Baba, otobiyografi özelliği gösteren Kış Hasadı kitabında arayışlarla dolu bir ömrün sonunda İlahi huzuru bulmuş bir insanın manevi kazanımlarını paylaşıyor okuyucuyla. Zen üstadları, Swamiler, Gurdjieffçiler, Gurular, Yoga üstadları ve pek çok ruhsal yolculuğun ardından İslam’la ve tasavvufla kesişiyor yolu. Muzaffer Ozak Efendi, Şems Baba’nın ruhsal yolculuğunu kemale erdiriyor. Muzaffer Efendi, Şems Baba’yı tarif ederken “…yüzü güzel, sözü güzel, mütebessim, latif, vakur bir insan.” ifadelerini kullanırken Şems Baba, hayatını ve manevi yolculuğunu şu sözlerle özetliyor: “Başkalarının halinden ibret almayanlar başkalarına ibret olurlar.” Müslüman oluşunun nedenini ise “Hz. Ebu Bekir neden Müslüman olduysa ben de o yüzden Müslüman oldum.” sözleriyle açıklıyor. Bu sözlerden onun ne denli bir hakikat arayıcısı ve Hz. Muhammed’e (sav) ne büyük bir aşkla bağlı olduğunu anlayabiliyoruz.
Şems Baba, Muzaffer Efendi’yle tanışmalarını şu sözlerle anlatıyor: “Hazret’i selamlıyorum, o da beni selamlıyor ve işte ne oluyorsa orada olup bitiyor.” Bu sözler ilk başta çok makul görünmese de İlahi sırrın taşınması ve aktarılmasında nazarın ne denli önemli olduğu düşünülürse bu iki nazarda karşılıklı bir tanışıklık oluştuğu anlaşılıyor. Şems Baba, henüz 12 yaşındayken Hafız’ın “Ayakkabılarım yok diye üzülüyordum. Ayakları olmayan bir adamla karşılaşana dek.” dizelerini okuyor ve tasavvuf fikriyle ilk olarak bu dizeler aracılığıyla tanıştığını belirtiyor. Hayat yolculuğundan bahsettiği bir bölümde şunları söylüyor: “Hayatım boyunca kontrolümün dışında bir istikamete doğru yönlendirildim. Bir şeyler arıyordum, dahası aradıklarımın bana sunulandan farklı şeyler olduğunu biliyordum, ama hâlâ dünyaya raptolmuş bir haldeydim.” Bu yolda kim ki “Oldum!” derse o kişi hamdır.
Kitapta Muzaffer Efendi ve Safer Dal Efendi ile anılarına ve bu zâtların sohbetlerine de sıkça yer veriyor Şems Baba. Muzaffer Efendi, bir sohbetlerinde yol arkadaşlığına işaret ediyor. Muzaffer Efendi bir sohbetinde, “İnsan asla yalnız seyahat etmemeli ne maddi ne manevi âlemde… Yol refikini seçerken de dikkatli olmalısın. Rastgele insanlar seyahat ederken imtihan kolaydır… Daha yüksek seviyelerde imtihan ağırlaşır. Refikin güldüğünde gülmeli, ağladığında ağlamalısın. Bir acı varsa o acı paylaşılmalıdır.” buyuruyor. Bu ifadeleri okurken Hz. Muhammed’in (sav) hicret arkadaşı Hz. Ebu Bekir’i ve Miraç esnasında kendisine bir süre eşlik eden Cebrail Aleyhisselam’ı ve Hz. Musa ile Hz. Hızır’ın yolculuğunu düşünmeden edemiyorsunuz. Bir başka sohbetinde Muzaffer Efendi, ayının arı sokmasına aldırmadan bala olan aşkından elini kovana daldırmaya devam ettiğini belirterek aşkın her türlü cefaya rağmen rıza makamında yaşanabileceğini belirtmiş oluyor.
Tasavvufa dair şöyle bir ifade kullanıyor Şems Baba: “Kibri saflık ve samimiyetle, zulmü adaletle, dünya sevgisini muhabbetullahla değiştirebilir miyiz? İşte tasavvuf bu dönüşümler için vardır. Kolay iş değildir.” Bir başka yerde Peygamber Efendimiz’in (sav) tasavvufun özü mahiyetindeki şu hadisine yer veriyor: “Namaz için kıyam ettiğinde onu son namazınmış gibi kıl. Yarın özür dilemek zorunda kalacağın hiçbir söz söyleme, insanların ellerinde bulunanları elde etme ümitlerinden vazgeç ve bir de dört şeye riayet et; emanetleri muhafaza et, konuştuğunda doğru konuş, güzel ahlak üzere ol ve yerken içerken ve hayatını sürdürürken itidal üzere olup orta yolu tut.” Yine Safer Efendi’den naklen şunları söylüyor: “Yatsıdan sonra sessizce oturur ve günümüzü gözden geçiririz. Hâlimiz, ahvalimiz nasıldı, insanlara iyi ya da kötü nasıl muamelede bulunduk? Bunları insaf ile tefekkür ederiz ki bu bize ertesi günümüzde yardımcı olsun.” Bu ifadeler Şems Baba’nın da tasavvuf anlayışını belirtmesi bakımından önemlidir.
Ömür birazda ölümlere tanıklık etmektir. Özellikle ömrümüzün sonuna doğru sevdiklerimizin bu dünyadan göç etmelerine alışmamız gerekir. Ölmeden evvel ölmeyi başarabilenler ya da ölümü öldürebilenler elbette bu süreci de çok daha kolay atlatırlar. Şems Baba, Tosun Baba’nın (Tosun Bekir Bayraktaroğlu) vefatını anlattığı bölümde ölümle barışık bir ruh hali sunuyor gözlerimizin önüne: “Bizleri gözü yaşlı bırakıp üzüntüye gark ederek sevgili Muzaffer Efendisi, Safer Efendisi ve Kemal Babasıyla yeniden zikir halkalarına oturacağı, Allah’ın vaat buyurduğu daha hayırlı âleme giden ince yola revan oldu. Hz. Muhammed Mustafa’ya (sav) sarılacağı ve nurdan bir evde yaşayacağı âlem… Onu çok sevmiş olan bizler, yaşlarla nemli yüzlerimiz ve onu tanımış olmakla daha büyük bir taharete mazhar olmuş kalplerimizle kendi sıramızı bekliyor olacağız.”
Kitabın sonunda Safer Efendi’den naklen bir kıssaya yer veriyor Şems Baba ve adeta kitabın adının neden Kış Hasadı olduğunu da böylece göstermiş oluyor. Ömrümüzün sonunda dahi olsa hakikati idrak etmişsek hasadımız başarılıdır. Kıssa şu şekilde, varın hissenizi siz çıkarın: “Safer Baba bana maymun nasıl yakalanır, öğretiyor: Küçük bir delik açıyorsun, içine ince boyunlu bir şişe koyup onu yemişlerle dolduruyorsun. Maymun elini sokup bir avuç yemiş alacak ama yumruğu şişeden çıkaramayacaktır. Maymun avcısı yaklaşır ve avını yakalar. Akıllı maymun elini açıp yemişleri bırakırsa kurtulacağını anlar. Özgürlük arzuları bıraktığında gelir.”
Erhan Çamurcu
erhan.hoca.55@hotmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder