6 Eylül 2021 Pazartesi

Yaşarken karşılaşılan sıkıntılar, geçirilen sarsıntılar

Öyküler vardır, üç dört yaşlarında bir çocukken, geceleri babaannenizin başucunuzda çektiği tesbihin şıkırtısı gibi gelir okudukça. O sarhoşluk verici tesbih şıkırtısı gibi hem uykunuzu getirir hem uyandırır. Dinlendirir, dinlettirir. Uzunca bir yolculuğun üstüne içtiğiniz demli bir çay gibi, tatlı bir acılık bırakır dilinizin ortasında. Güzelliğini Gördükçe Ağlayasım Geliyor, böyle öykülerden oluşan bir kitap işte.

Güzelliğini Gördükçe Ağlayasım Geliyor, Ethem Baran’dan okuduğum ilk öykü kitabı oldu. Kitap, “Boş Geçmeyelim” ve “Baş Dönmesi” olmak üzere iki kısma ayrılıyor. Birinci kısımda iki öykü, ikinci kısımda altı öykü var. Birçok öykü kitabında olduğu gibi, bu kitapta da öyküler arasında incelikli bağlantılar söz konusu olabiliyor bazen. Örneğin “Furkan” öyküsündeki olaylar ile “Nisa” öyküsündeki olaylar, bir cama tırmanma hadisesiyle birbirine bağlanıyor. Öykülerde kullanılan bu tarz teknikler ise okur için öyküleri daha çekici ve etkileyici yapıyor. Kitapta, öykülerin geneline hakim bir konu var ki, o da yaşamak meselesi. Yaşarken karşılaşılan sıkıntılar, geçirilen sarsıntılar anlatılıyor kitapta. Tabi bunların okura aktarımı her zaman çok net olmuyor ve anıştırmalardan faydalanılıyor. Öykülerde kullanılan anıştırmalar, öyküleri daha ucu açık, yaşanan olayları okur açısından tamamlanabilir ve yorumlanabilir hale getiriyor. Karakterlerin bilhassa yaşamlarını, çocukluklarını ve ailelerini sorguladığı paragraflarda, karakterin zihninden geçen olaylar, okurun zihnine isabet ettiğinde bütünlük kazanıyor.

Bomba imha uzmanı olmak istiyorum, var mı diyeceğiniz! Hayatla aramdaki bağ o tel kadar olsun istiyorum. Ama öncesinde geçici bir iş bulmalıyım. Annemin ve babam olacak o pislik herifin dilinden kurtulmalıyım. Sonra şöyle kocaman bir revolver alacağım mutlaka; elimde viski şişesiyle bu bankta oturup şu saksağanları tek tek havaya uçuracağım.

Pek çok psikolog, insanın çözemediği sorunların kaynaklarını bireyin geçmişinde, çocukluğunda arar. Bireyin büyürken yaşadıkları, büyürken ailesinden ve çevresinden gördüğü tavır ve tutumlar kişinin hayatında pek çok şeyi belirleyecektir. Nitekim, imam çocuğu camiden kovar, çocuk hayatı boyunca ezan duyduğu yerden kaçar. Kitaptaki bazı öykülerde, karakterlerin iç çatışmalarının çoğunun çocukluk ve gençlik dönemleriyle olduğu görülüyor. Bu nüans da okura çok önemli bir psikolojik ipucu veriyor, insan dışarıdan nasıl bir tutum görürse, öz benliğine karşı da aynı tutumları geliştiriyor, bir o kadar da çevresinden nefret etmeye başlıyor, böylece insan, olması gerekenden farklı, insanlardan uzak, hayattan kaçan, duygusal olarak zayıf bir birey olarak topluma dahil oluyor.

Annem abimin yanındadır. Onun biricik evladı o. Yoruldun mu oğlum, meyve getireyim mi oğlum, canın ne istiyor, ne pişireyim oğlum? Ee, kolay değil markette kasiyerlik yapmak. Eve para getiriyor tabii. Benim gibi hazır yiyici değil. Beni evden atıp yurda gönderirken, evin kokusuna, odamın duvarlarına, babamın bağırıp çağırmalarına, dik dik bakışlarına bile hasret bırakırken abimi gözünüzün önünden ayırmaya kıyamadınız değil mi? Sorumsuz, serseri, tembel olan benim; çocukluğu kötü geçen, koruyup kollanması, sevilmesi gereken o.

Babam benim için bitmiş görünen ama aslında yarım bir resimdir. Resim derslerini, hiçbir resmi tamamlayamadığım için sevmezdim. Hocamızın verdiği ödevi anlardım anlamasına; yapardım da. Bizden istenen konuyu resmederdim ama sayfanın geri kalanını nasıl dolduracağımı bilemezdim. Konu sayfanın ortasında kalır, gerisini boyayarak doldurmam gerekirdi. Hoşuma gitmezdi sırf sayfayı doldurmak için boş boş boyamak; bir de boyaya yazıktı. Çabuk biterse babam kızıyordu. Sayfanın boş kalan kısımlarını gereksiz yere boyayarak doldurmak babamdan bir kez daha boya istemek demekti. Olacak şey değildi yani.

İnsan bazen bazı metinleri hem şaşırarak hem de kahkahalar atarak okur, kitapta tam da bu tanıma uyacak bir öykü de mevcut ki, o da kitabın son öyküsü olan İthaf. Bu öyküde bahsedilen kişi ve olayların çoğu, kendi hayatımızda da örneklerine sık sık rastlayabileceğimiz kadar doğru, hem de oldukça tebessüm ettirici. İthaf öyküsünde yazar, yazmış olduğu bu öyküyü, günlük hayatta kendisini kızdırmış olan herkese ithaf ediyor, öykün ithaf edildiği kişilerden bazıları şunlar:

yıllardır tıraş olduğum, zorunlu konuşmalar dışında tek kelime etmediğimiz ve bana bir kez bile adımla hitap etmeyen berberime,(…)

en sağ şeritte kendi halimde ve trafiğin belirlediği hız sınırları içinde insan gibi sakin sakin giderken, orta ve sol şerit müsait olduğu halde arkamdan gelip bana selektör yapan hayvan oğlu hayvana;(…)

bankamatikte, cihazı ilk defa görüyormuş ya da o an makineyi yeniden icat ediyormuşçasına düşünüp duran; yıllardır kullandığı menüyü defalarca okurken verilen süreyi kaçırdığı için ek süre isteyeceğine kartını alıp tekrar takan, aynı uzun yolculuğa arkasındaki uyruğa aldırmadan yeniden koyulan ve dayanamayıp kafamı uzattığımda hesap özetini görünce, ona, ben ve benim gibilerin en az iki katı maaş veren kurumuna içimden küfürler yağdırdığım paçavra kılıklı herife;(…)

Güzelliğini Gördükçe Ağlayasım Geliyor’u, bir buçuk saat içinde okudum, ama okurken aldığım keyif bir buçuk saatten fazlasını dolduracak kadardı. Kitapta en sevdiğim öykü, "İthaf" oldu. Hem müstakil olarak öyküleriyle hem de bütün bir kitap olarak feyiz ve keyif alınacak bir eser olduğunu düşünüyorum. Kitabı okuyacak olan herkese, keyifli okumalar diliyorum.

Nida Karakoç
twitter.com/nida_karakoc

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder