3 Şubat 2021 Çarşamba

Muhatap arar şair kendine

Yağız Gönüler, Kırılınca Klarnet ve Minnet Eylemem'den sonra okuyucusunu Profil Kitap vesilesi ile Freud’un Göremediği Rüya ile selamlıyor. Hayatını şiirle şiirini de hayatla karan, dünyayı hayra yormanın peşinde, hayatın iki yakasını şiirle kavramaya çalışan bir dil işçisi Yağız Gönüler. İnsan denen sır küpünü çatlatmaya; yekten tecime sergi olmuş çivisi çıkmış dünyanın derdine ortak aramaya devam ediyor bu kitabında yer verdiği şiirlerle. Yağız Gönüler, daha çok nereden geldik nereye gidiyoruz sorusuyla başına bela açmış bir şair. Bu sorunun peşinde düşe kalka, el yordamıyla, şaşkınlıklar ve hayal kırıklıklarıyla ama hep umutla cevaplar arıyor. “Topraktan” gelip “Toprağa” uzanan ortak maceramızın içinde her bir hayatın gölgesi bir başkasının üzerine düşüyorsa şair biraz da bunun izini sürüyor; gölgelerin dostluğu adına konuşuyor.

Şiir sofrasında göresidiğin bir dost yüzünü görüyorsun Yağız Gönüler’in şiirlerinde. Bittiği yerden başlayan aslında başlarken bitmeye yakınlaşan bir yerden, “Herkesin son dediği / yerden geliyorum” diye hatırlatıyor ortak hikâyemizi.

Hayra yorulacak bir rüya mı şu hayat? Ekmeğin, suyun, sabahın, akşamın, diline dolanan şarkının, ciğerine işleyen türkünün yakıcı üslubuyla “elinde kırılmış kumanda” yla insan neye muktedir şu dünyada? Yorgun akşamüstlerine benzemiyor mu hayat, her gün tazelense de gün. Belki de ondan: “Erkek anaları dünyaya dalgın bakar / işte bundan otuzlarımın çıtı çıkmıyor.

Şiddeti muhtelif depremlerden incinen, hayatın her sarsıntısına katlanarak yorulan; şüphenin, endişenin uyanık tuttuğu bir bilinçle ekmek, şiir ve türkü ile hayret kapılarında gezen Yağız Gönüler, hayatın bağışlanamaz taraflarına işaret ediyor: “Bir simitçi her zaman endişelidir / çünkü zaman en çabuk onu bağışlamaz.

Şairin Muhyiddin İbnü’l-Arabi, Yunus Emre ile kurduğu ünsiyetten Jung da nasipleniyor sanki hiç yadırgamadan. Psikolojimiz, yaralarımız ve üstümüze basılan tuzlar onu da bağlıyor hiç umulmadık yerlerinden. Şairin önce dizlerine çöken bir ağırlık sonra dizelerinde çağıldıyor. Cevaplarında kendini izhar ediyor insan. Cevaplarıyla cerahatini boşaltabiliyor, öyle ya: “İnsan aslında cevaplarının toplamıdır.

Şaşırıp kalmak bize artık ne kadar uzak” diyorsa şair yolda susamışlara yahut yasak sulara kanmışlara “Haydi, durma!” diyor: “kaybettiğin o hayret için biraz daha gayret.

Oğluma Ömer dedim dünya aynı dünya / her gün yeni bir put diken kim” derken okunuyor endişesi bir babanın sözünden. Yüzünden düşen bin parça değil mi zaten herkesin şu ara. Değil mi ki: “İnsanın hakikati olmuş bir ev, bir araba.

Bu toprakların diye söze başlayanların ezberinde kaç türkü var ola? Yed-i emini sayılacaksa türküler memleketin, muhannete minnetin ne anlamı var? Mademki: “bazı borçları yalnız türküler ödeyebilir.

Uzak, nedir?” diye soran şairi herkes hatırlar. Kendisinin ücrasında yaşayanlar en çok. Yakından bahsi açıyor Yağız Gönüler, yakınını çağırarak yapıyor bunu. Hep kıyısında dolaştığımız çocukluğun bilincimizin tersini düz yapan etkisinden söz açıyor: “yakınlara küstün yakınlara küsme / uzaklar her zaman gerçek değildir / dünyaya küs dünyanın haberi olmasın / unutma hep çocukluğun kenarındasın.

Adı Yağız olanın kaderi atla elbet birleşir. At sırtı görmedi bizim nesil biliyorum ama rüyamız at sırtından inmedi hiç.

Büyük resmi görene madalya takmıyorlar. Ama herkes ona müşteri, kime ne diyesin? “Büyük resmi hiç görmesem de olur canım” dese de şair elbet yalandır diye bakmazlar ona bu kesin.

Hayatın zor dönemeçleri, ağır yükleri vardır. İmtihanın büyüğü insanın kendi iddiasındandır. Kitabın başından, ortasından ve sonundan mesulüz ancak “kitabın en ağır yeridir ortası / her şey apaçıktır orada.

Yağız Gönüler, emeğin duyarını kasmaz. Onun ne kasılmasına ne de büzülmesine gönlü razı olur. Resmi veriler itimat ister kendine ancak şair buna hemencecik kanmaz: “emek can veriyor ey resmî veriler / madende şantiyede asansör boşluğunda.

İğneyi kendine ne kadar batırdınsa, ele çuvaldız o kadar. Kendinden söz et denince başlayan sahte senfoni Taptuk’un kapusuna varamaz bir türlü. Şair, bunu da yazar tahtaya; Kant, Hegel ve Heidegger bakakalır: “Yunus Emre’yi de okuyamadın anca Kant ve Hegel / ben öyle varlığın öyle zamanın ve Heidegger.

Dünya, bir gölgeliktir o da pek vefasızdır. Üzerinden yaratılmış olmanın şaşkınlığını atamayana şair denir hem: “Yaşam fazlasıyla şaşırmaktır, doyamıyorum”. Koşan yorulmaz, durgun suda üreyip durur mikrop. Boş vermenin en güzel yolu kuşku yok yürümektir: “dinlenirsek yoruluruz biz boşver yürüyelim.

Şairin görüp de Freud’un hiç göremediği rüya nasıl bir rüyadır gerisin geri toprağa varınca anlayacağız sanırım. Bilincin ne altında ne üstünde bir teselli var. Buzdağının üstünden ne fayda gördük altından umalım. Arifin tarife muhtaçlığı yoktur lakin arar şair yine de bir çift kulak kendine.

Orhan Gazi Gökçe
twitter.com/OGGokce

2 yorum:

  1. Yalnızlık Allah'a mahsus her canlı bir eş arar taşın kalbi yok ama onu bile yosun sarar. - Hz. Mevlana

    Kaleminize sağlık Orhan Hocam.

    YanıtlaSil
  2. Yalnızlık Allah'a mahsus her canlı bir eş arar taşın kalbi yok ama onu bile yosun sarar. - Hz. Mevlana
    Kaleminize sağlık Orhan Hocam

    YanıtlaSil