12 Şubat 2020 Çarşamba

Tarihi farklı okumak - II

Tarihi farklı okumak başlıklı yazıda resmî tarih kurgusunun dışına çıkabilen tarih yazımının gerçekle ilişkisinin çok daha tutarlı olduğundan bahsetmiştim. Aynı şey salt batı merkezli tarih anlayışı için de geçerli. Muhalif düşünce için alternatif tarih yazımı… Fakat bu sefer de hesaplaşma içine girmemeye dikkat etmek gerekiyor. İçine doğduğumuz ve içinde yoğrulduğumuz sistem maalesef bize batı merkezli resmî tarih anlayışını dikte ediyor. Bu bakış açısının tam karşısında yer alan anlayış ise rövanşist tavırlı olduğundan gerçekle sağlıklı bir ilişki kurulamıyor. O da resmî tarih gibi ideolojik, hamaset içerikli, popülist söylemleriyle tarihi keyfince eğip büküyor. Hakikat açısından daha sağduyulu, daha tutarlı, daha metodolojik bir bakış açısı geliştirilebilir mi sorusu boşlukta öylece savruluyor. Bu yazı, bağlantı eklenen yazıda da olduğu gibi tarihi farklı okuyabilme ihtimalini sorguluyor.

Düz mantığa göre ‘malumat’ ne kadar çok tekrar edilirse etkisi o doğrultuda büyük olacaktır. Daha açık söylemek gerekirse; çok tekrar çok iz, çok etki bırakır diye düşünülür. Yalnız, bu düşüncenin geçerlilik payı düşünüldüğü gibi olmayabilir. Yani çok tekrar istenilen etkiyi yapmayabilir. Sosyal bilimlerin araştırma alanlarından iletişim ile ilgili oluşmuş literatürde ‘doygunluk’ denilen bir olguya yer verilir. Bir olay ya da duruma dair her türlü bilgi/belge, duygu veya düşüncenin doygunluk eşiğini aşacak seviyede tekrarı hissizliğe yol açar ve muhatap ya da hedef kitle iletiyi algılasa bile içeriği alımlamamaya başlar. Dolayısıyla etki derecesi de ortadan kalkarak amaç ıskalanmış olur. Elbette iletinin içeriğinin alımlanması isteniyorsa böyledir. Yoksa günümüz dünyasında istenen şey zaten doygunluk eşiğinin aşılmış olmasıdır. Böylelikle kitleler tepkisizleştirilerek pasifize edilir ve kolaylıkla yönlendirilir/yönetilir.

Sosyal medyada uzun zamandır takip ettiğim Emrah Safa Gürkan’ın bu aşamaya geldiğini düşünüyorum. Tarih konusunda toplumun ilgisizliğini ve saplantılı/patolojik tarih yazıcılığının pervasızlığını ‘popüler tarih’ anlatımıyla etkisizleştirmeye çalışan Gürkan’ın yönteminin bir yerden sonra popülist söylemden farkı kalmayacak gibi görünüyor. Aslında, Emrah Safa Gürkan Türkiye şartlarında bir akademisyenin sahip olması gereken bilgi ve donanımın fazlasına sahip. Tarihi doğru anlamak ve anlatmak konusunda canhıraş mücadelesinde son derece samimi olduğunu da gönülden kaniyim. Benim dikkat çekmek istediğim mevzu, tıpkı Gürkan’ın tarih konusunda metodolojik bir bakış açısını oluşturmaya çalışması gibi teknik bir konu. Ne yazık ki haklılık ihtimalimiz ters orantılı. Umarım benim düşündüğüm şey yerine toplumda Gürkan’ın ‘hayalini kurduğu’ metodolojik tarih anlayışı/yorumlaması oluşur da o entelektüel seviye yakalanır.

Yeni nesil akademisyen olarak kullandığı ‘dil’ ile gençlerin nabzını tutmayı başaran Emrah Safa Gürkan yalnızca akademik çalışmalarda bulunmuyor. Çok geniş bir spektrumda at koştururken dijital oyunlardan bahsediyor, sinemaya dair bilgisini konuşturuyor, videolar çekiyor, televizyon programınlarında boy gösteriyor, ödüller alıyor ve sosyal medya fenomeni olarak karşımıza çıkıyor. Elbette alanındaki yetkin birikimiyle kitaplar da yazıyor. Son yılların tarih yayıncılığının lokomotifi hâline gelen Kronik Kitap tarafından yayınlanan Bunu Herkes Bilir, Gürkan’ın yeni kitabı. Tarihteki Yanlış Sorulara Doğru Cevaplar alt başlığını taşıyan eser üç yüz dört sayfadan oluşuyor. Önsöz ve Sonsöz haricinde on iki bölüme ve birkaç dili içeren kapsamlı bir kaynakçaya yer verilmiş. Yazar, metnin akademik bir çalışma olmadığını ve olmaması için çaba sarfettiğini belirtiyor. Kitaba dair yapılan tanıtımlarda ‘bilginin mizahla birleşimi’ şeklinde lanse ediliyor. Evet, kitabın dilinin akademik olmaması doğru fakat mizahi yönü de yansıtıldığı kadar değil. Sözlü ve yazılı iletişim farkı kendini belli ediyor. Gürkan’nın konuşurkenki mizahi üslubu yazarken o kadar ortaya çıkmamış lakin bilgi kısmı için söylenecek çok fazla bir şey yok. Zira bilgi ve yorumlama konusunda üst düzey bir kitap. Bu bağlamda anlamak için de belirli bir seviye gerektirdiğini kabul etmek lazım. Bunların yanında kitaptaki bazı tekrarlar ve özellikle denizcilik/korsanlık konusundaki detaylar yoruyor. Fakat hepsinin ötesinde son bin yıllık tarihe güzel bir panoramik bakış yapılmış. Elbette arada önceki dönemlere de değinilmiş ama asıl olarak Osmanlı’nın kuruluş dönemi ve sonrasında dünyada meydana gelen gelişmeler ele alınmış. Kitapta izi sürülecek en önemli detayın Osmanlı ve Batı’daki gelişmelerin eşzamanlı olarak anlatılışı diyebiliriz. Bu yöntem her iki yapının geçirdiği aşamaları karşılaştırmalı olarak anlamayı mümkün kılıyor. Batı’da yaşanan bilimsel ve teknolojik gelişmeler sırasında Osmanlı İmparatorluğu özelinde doğunun neden ve ne ile meşgul olduğu gösterilmeye çalışılmış. Emperyalizm ve kapitalizmin kurumsallaşma süreçleri ile Batı’nın dünya genelinde tahakküm kurma aşamasında elini güçlendiren determinist ve konjonktürel unsurlar başarılı şekilde sıralanmış. Osmanlı başta olmak üzere doğu toplumlarının Batı’nın gücü ele geçirmesine zemin sağlayan zorlu şartlara maruz kalmayışı net olarak açıklanmış. Doğuluların görece rahatlığı rehavete neden olduğundan batı gibi kabuğunu kırmaktan uzak durduğu anlaşılıyor. Batı risk alırken doğu garantici davranıyor. Gürkan, doğu ve batıyı birlikte ale alarak bildiğimiz Batı merkezli tarih yazımının az da olsa dışına çıkmayı başarmış. Bu açıdan hakkının verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu yaklaşım bugünkü dünyayı anlamayı kolaylaştırıyor.

Metnin en önemli özelliğinin, eğitim sistemimiz başta olmak üzere hayatımızın her alanında fazlasıyla maruz kaldığımız hamasete, ideolojiye ya da popülizme kapı aralamayışı olduğu kanaatindeyim. Zira bizler tarihi bu kalıplarla öğrenmiş olan ve meşrebimize göre devam ettiren bir toplumuz. Bu özelliğimiz kurumsallaşamama sorunumuzu ortaya çıkarıyor. Metinde çok öne çıkmasa da beni en heyecanlandıran yaklaşım Anadolu üzerindeki Farisî etkiye dikkat çekilmesi diyebilirim. Şahsen bu etkinin/etkileşimin dini, siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda sanıldığından çok daha fazla olduğunu düşünüyorum.

Emrah Safa Gürkan eserinde toplum tarafından doğru bilinen hatta kanon kabul edilen konuları masaya yatırıyor. Efsaneci, rivayetçi tarihçiliğin açmazlarına işaret ediyor. İdeolojik kutuplaşmaların sırf mevzi ve dolayısıyla rant kazanmak için öne sürdüğü görüşlerde eldeki veriler doğrultusunda neden tutarsız olduğunu ortaya koymaya çalışıyor. Gerçekçi davranarak ve aklı kullanarak yapılacak yorumlarda tarihe belli bir disiplinle metodolojik bakmayı öneriyor. Bu önerisini, “çağın bilgiyi elde etmekten öte farklı alanlardaki bilgileri meczederek yorumlayabilme çağı” olduğu savıyla destekliyor. Hasılı, tarihe ve dolayısıyla hayata esaslı ve kapsamlı bir bakış açısı oluşturabilmeyi deniyor. Bunu Herkes Bilir sadece giriş yazısı için bile okunması gereken bir kitap. Bunu herkes bilmeli.

Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder