İran deyince keşke aklıma çamurlu yollar gelmeseydi. İki arada kalmış garibanlar ve son yıllarda büyük bir sıçrama yaparak dramanın en iyi örneklerini veren ülke sinemasının anlatmaya yetişemediği acılar gelmeseydi aklıma. İran; Afganların ve Türkmenlerin berzahı aynı zamanda. Garipliğin boynunu büktüğü nice canın buralarda hayat mücadelesi verdiğini, maalesef televizyon haberleri bize göstermiyor. Çünkü haber merkezleri İran'ın nükleer planları ile ilgileniyor. Ülke hiç de dışarıdan göründüğü gibi değil. İçeriden ülkenin fotoğrafını çekenler sanatçılar oluyor.
Dikkat çekmek istediğim, insanların çektiği sıkıntıların neden siyasiler tarafından tartışılmadığı ya da haber merkezlerinin bu derde neden eğilmedikleri değil. İnsanın dünyaya gelirken yanında taşıdığı garibanlık her ülkede sarsar adamı. İnsanoğlu öteye bir şey götüremez, kefenin cebi yok derler. Öyledir. Ama dünyaya gelirken ayrılığın acısıyla gelmiştir insan. Niyazi Mısri Hazretleri, “gökte uçarken yere indirdiler/ çar anasır bendlerine vurdular/ nur iken adın niyazi koydular” beytiyle dillendirir.
Dünya insanı ağlatır. Dünyaya merhaba diyen bir bebek ilk nefesini aldığında, içine dünyadan bir pay düşmüştür. Arifler bunu “dünyayı içine alanlar ağlar” diyerek ifade ederler. Buradaysak sınanacağızdır. Asude olam diyen meydana gelmesin diye uyarmıştı Ziya Paşa. Bütün bunlara olan eyvallahımızla birlikte bir hüznü içimizde gizli gizli taşımaktır, dünyada olmak.
“Ay.. Gülcemal”, bütün bunların ve benim söylemediğim ayrılık acısının hikayesi. Kaybetmenin, iki kere kaybetmenin, en sevilenin göz önünden ağır ağır yitmesinin göğüsler dağlayan ateşinin koru. Büyük laflar etme derdine tutulmuş, Babil kulesinden ateş eden bir yazar değil Abdurrahman Deveci. Muhacerette, gurbetliğin hâlâ içinde bir yazar. Bunun için İlyar, arkadaşı Abay'ı anlatırken bir yaşanmışlığı hatırlar gibi konuşuyor. Yazıyor demedim, çünkü bunu hissettirmiyor. Zira aslolan kelamdır. Yazma eylemi ne kadar çok sohbete benzerse o kadar sahihtir bu sebepten.
Gülcemal, İlyar'ın gönlünü kaptırdığıdır. En iyi arkadaşı Abay'ın kızkardeşidir. İlyar ile Abay bir kavganın birbirine sıkı sıkıya bağladığı iki dosttur. Şehrin karanlığında pedal çeviren iki delikanlıdır. Hayat ikisini de erkenden mesuliyet sahibi kılmış, gençlik basamağını atlayarak çocukluktan adamlığa geçmişlerdir. Abay bir kamyon altında can verir. Bu ayrılıkla sarsılır İlyar. Hikaye başından beri İlyar, Abay'ın babası İdris Ağa ile konuşur ve Abay'ın gidişine birlikte ağlarlar.
Can arkadaşını kaybetmenin acısı daha dinmeden felek yeniden bir oyun oynar İlyar'a. Bağımsızlığına kavuşan Kazakistan, yurtdışındaki vatandaşlarını ülkeye geri çağırır. İran'da yaşayan İdris Ağa ve ailesi dönmek zorundadır. Yani İlyar için bir ayrılık daha peydah olmuştur. İdris Ağa ülkeyi terkederken İlyar hep yanındadır. Yüklerini hafifletmek adına zaten az olan eşyalarını birlikte satarlar ve kendi elleriyle İlyar, Gülcemal'i uzaklara yolcu eder. Yüreği Gülcemal'in ardından gider İlyar'ın. Sonraki hayatında sağsız bir sol, parmaksız bir el, dermansız bir ayak ve gözsüz bir başla yaşar gibidir İlyar. Yani eksiktir, nâtamamdır. Bu sebeple Ay... Gülcemal gözleri ağlamaktan kurumuş bir ananın hüznünü taşır sayfalarında. Hüzünle yoğrulmuş bir kitaptır. Âşığın yüreğinden çıkan bir ahdır.
Ay... Gülcemal Büyüyenay Yayınları'nın çağdaş edebiyat serisinden Nisan ayında çıktı. Bugün İran sınırları içinde kalan Türkmen Sahra'nın önemli yazarlarından biri olan Abdurrahman Deveci tarafından kaleme alınan kitap, aynı ismi taşıyan hikayeyle birlikte yedi hikayeden oluşuyor. İnsanı ağlatan hikayeler. İnsan olmanın dayanılmaz ağırlığını hissettiren hikayeler. Muhabbetle tavsiye olunur.
Ahmed Sadreddin
twitter.com/ahmedsadreddin
* Bu yazı daha evvel dunyabizim.com'da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder