Kimi görkemine sığınır, kimi acısını emzirir kendi kendine, kimiyse her yeri kaplayan ışığının ateşine vurur kanatlarını… Her ne türlü yaşanırsa yaşansın, bir aşktan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve o boşluğu dolduramayacaktır başka hiçbir kelime. Ne menem bir şeydir, yenilir mi yutulur mu, okunur mu yazılır mı, öyle kolayca hazmedilir mi? Aşk…
“Aşkın anlamının olmayışı düşünür ve filozofların çoğunu düşkırıklığına uğratır: Öyleyse hemen bir anlam bulmalı aşka; bu, Platon’da derin derin İdeaları düşünmek, Hıristiyanlar için Tanrı’nın Krallığının gelişi, Marksistlerde devrimin tamamlanışı olur…”
Öyle çok ses/tını bırakıldı, öyle çok söz söylendi, öyle çok şey yazıldı ki o kelime üzerine; kitabın kırmızı kapağını kaldırdığımda irkildim önce. Bir yanda kapağın sade albenisi ve diğer yanda adı: “Aşk Paradoksu”. İsmiyle müsemma bir kitapla mı karşı karşıyaydım yoksa o bol keseden attıkları ‘cilalı imaj çağı’ s/imgelerinden biriyle mi?
‘Aşil Paradoksu’nu biliyordum bilmesine, ancak ‘Aşk Paradoksu’ndan haberdar değildim onu görene dek. Okuduğum en hoş tanımlardan biriydi şu ‘paradoks’ tanımı: “Kâğıt-kalem veya mantık illüzyonu”. Sahi, yazıdan daha büyük bir illüzyon var mıdır okur-yazarlar için? Onlardan başka kim adar kendini ‘aşk ile’ yazıya bu kadar?
İlgimi çeken, ‘Aşk’tan ziyade ‘Paradoksu’ydu. Çünkü herkes, o ilk kelimenin peşindeydi de ‘paradoksu’nu es geçiyordu sanki. Var iken yok, yok iken var gibi duran bir duygunun anlatıldığı kitap kendinden başka neye benzerdi ki. Adı üzerinde: “Aşk Paradoksu” bu! YKY tarafından (cogito serisinden) yayımlanan kitabın yazarı Pascal Bruckner, çevirmeni ise Olcay Kunal.
‘Sonsöz’ü ‘Utanmayın!’ olan kitabın ‘İçindekiler’deki başlıkları da hayli çarpıcı: ‘Büyük Bir Kefaret Düşü’, ‘İnsan Kalbini Azat Etmek’, ‘Bir Piyasa Olarak Baştan Çıkarma’, ‘Aşk Evliliğinin Soylu Meydan Okuması’, ‘Harika Beden’, ‘Eros İflas mı Ediyor’, ‘Marcel Proust’un Terlikleri’… Bir de ‘Çerçeve İçindeki Metinler’ var: ‘Bir Eski Eş Nedir?’, ‘Ayrılık, İncelik Sanatı’, ‘Eski Âşıkların İntiharı’, ‘Kaltak İmparatorluğu’, ‘Vücut: Barok Süsleme’… gibi.
Kırmızı kapağın albenisinden başka çevirinin yetkinliği de çekici kılıyor kitabı. “Aşık olmak, şeylerin değerini artırmaktır, dünyanın yoğunluğunda yeniden var olmaktır ve onu tahmin ettiğimizden daha zengin, daha yoğun bir biçimde keşfetmektir. Aşk, var olma günahımızdan bağışlatır bizi: Başarısız olduğundaysa, bu yaşamın hafifliğiyle, nedensizliğiyle ezer bizi. Tek başıma, aynı zamanda hem boş hem de tıka basa dolu hissederim kendimi: Benden başka bir şey değilsem, fazlayımdır…”
Elinizdeki bir düşünce kitabı, ancak dili insanı hiç yormuyor; yalın, etkileyici ve öğretici de hem. Bir dünya dolusu bilgiden damıtılmış cümlelere sahip: “’Büyük dinmek bilmeyen aşk tutkularının hepsi, bir varlığın en gizli kendi ben’ini, bir başkasının gözleri ardından kendini gözlerken gördüğünü düşlemesidir aslında.’ (Robert Musil)”
Kendini görünür kılan, benzerleri arasından sıyrılan ve “Ben buradayım!” diyen bir kitapla karşılaştığınızda ne yaparsınız? Hemen söyleyeyim: Okursunuz! Düştüğünüz notlarınızı paylaşmak istersiniz. Okurken ve dahi okuduktan sonra o büyülü kelime üzerine kafa yorarsınız. Binlerce soru biriktirirsiniz sizden önce başkalarının yaptıkları gibi. Bazen soruların cevabı kendi içindedir, bazen de ‘yok’tur. Hem boşuna çizilmemiştir kitaptaki şu satırların altı: “Olmayan şeyden daha güzel hiçbir şey yoktur,” demişti Rousseau, aşk karşılaşmasında düşgücünün rolünü vurgulayarak. “Olandan veya olmayandan bağımsız olarak beklenti başlı başına muhteşemdir.” diye yazmıştı Andre Breton da.
Pascal Bruckner, ‘deneme’ cümleleriyle insanlık kadar eski bir kavramın izlerini düşürmüş zamana. ‘Aşk Paradoksu’ndaki yazıları, hem hayatın içinde hem de kıyısında köşesinde rastlayabileceğimiz tespitlerle dolu. “… her âşık iki dil konuşur; kaçınılmaz bir bağlılığın dili ile kendi kendini serbestçe yönetmenin dili. Günümüz ilişkilerine aynı zamanda hem rengarenk hem de tekdüze romans görünümü veren işte bu iki dilin üst üste gelişidir…”
‘Aşk Paradoksu’nda, zor olanın zorluğu ‘öteki’ kavramının farkına varışımızla başlar. “Modern bir düş (dünya tarihi kadar eski ama bugün büyük ölçüde paylaşılan bir düş) varsa eğer, büsbütün bu iki özleme dayanır. Ötekiyle ortak yaşamaktan zevk almak, ama bir yandan da kendi yaşamının hakimi olmak.”
Anlaşılan odur ki: ‘Aşk’ kendi paradoksuyla ‘ben, sen, o’ ve ‘biz, siz, onlar’ı kapsayan bir kavram olarak her yerde karşımıza çıkmaya devam edecek. Hem varlığıyla hem yokluğuyla yaşamını sürdürecek. Çünkü, “… Sevilen her varlık doğası gereği öldürücüdür: O olacaktır, başkası değil öyle çok kişi de yok zaten bunu yapabilecek, son nefesimize kadar kaderin çizgilerini koruyacaktır, bizi terk etmiş olsa bile.”
Her daim izini sürdüğümüz büyülü kelimelerden biri olan ‘Aşk’ kendini bir kitaba ‘Paradoksu’yla yerleştirmişti. Öyle zihnimizden gelip de geçen değil; bir şeyler katan, zenginleştiren, çoğaltan ve düşündüren denemelerdi okuduklarım. Kitabı kapattığımda altı çizili birçok cümle, zihnimde gezdireceğim bir dolu fikir ve de tüm çıplaklığıyla kendini gösteren bir ‘illüzyon’ kalmıştı geriye. “İyi ki okudum!” diyerek…
Merve Koçak Kurt
twitter.com/mervekocakkurt
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder