Merak etme seni kelimelerin, kavramların içinde kaybetmeyeceğim. Modern Türk şiiri diye başlayan bir yazı olmayacak -olmadı da- bu sevgili okuyucu. Şairin günümüz şiirine etkileri, şairin etkilendiği şairler ve İkinci yeni şiirinin Ergin Günçe şiirine etkileri vb. sıkıcı bölümler de olmayacak. Ama yazıyı bitirdiğimizde bir Türkiye haritası açılacak göğsümüzde. Balkonlardan sokağa çay kaşığı sesleri düşecek. Karadeniz’e yağmur yağacak. Siyah önlüklü ilkokul çocukları fotoğrafları akın edecek hafızamıza. 1970’lerde bir sokağa kar yağacak. Parkalı gençler esmer kızlara aşık olacak. Eski bir Ford minibüs köy yolunda toz kaldıracak. Annem dedemden aldığı mektubu okuyacak sobanın başında. Babam kuzineye odun atacak. Sadece siyah beyaz görüntüler aktaran bir kamera koyacağız Ankara sokaklarını dolaşan kırmızı Cadillac’a…
Turgut Uyar’ın Dıranas için söylediği “Ahmet Muhip bir rastlantıdır şiirimizde. Mutlu bir rastlantı. (…) Çıkışı, Türk şiirinde hiçbir şeyle açıklanamaz.” hükmünü pekâlâ Ergin Günçe için de söyleyebiliriz. Bazı şairler vardır ki onların ismini başka şairlerle birlikte anmayız. Ziya Osman Saba, Cahit Zarifoğlu, İlhami Çiçek, Metin Eloğlu ve Ergin Günçe bu soydan şairlerdendir benim için. Hem yalnız, hem çok tanıdık, hem birden bulunuveren bir coşku gibi sahipsiz ve güzel, hem de kendilerini biricik kılan özelliklerle doludurlar. Zaman onları daima genç tutmuştur. Saydığım bu isimlerin şiiri -ikinci yeni pek çok şairi köşeye kıstırırken bile eskirken- eskimemiştir. Başka ortak özellikleri ise hayatlarını tamamladıktan çok sonra keşfedilmiş olmalıdırlar. Onların şiirinin zaman dışı var oluşunun bir kanıtı da budur. Sabahattin Ali’nin “Hep genç kalacağım” cümlesi Ergin Günçe şiiri için de rahatlıkla söylenebilir bu sebeple.
Genç ve belki çocuk. Ama ölümü aklından çıkarmayan, tarihi hafızası, coğrafyayı şiir yazdığı kâğıt haline getirmiş, cüreti sevimli bir çocuğun da şiiridir Ergin Günçe. Kırgın ama söyleyecekleri olan bir çocuk. Sınıfta öğretmenine itiraz eden, sokakları ve hayvanları seven, gözleri büyüklerin sözlerine dikkatle çevrili, unutmayan ve hatırlatan bir çocuk. 1948 yazına güzelleme gibi muhteşem bir şiir başka türlü nasıl yazılabilir ki zaten? Adsız ve Gencölmek şiirleriyle sık sık anılsa da aslında en çok 1948 yazına güzelleme şiirinde buluruz onun şiirini. Bu şiir bütün Ergin Günçe şiirin hülasası ve zeminidir de.
“Ablamlar Edirne’den döndüler” ne zaman okusam içimi sızlatan bir dizedir 1948 yazına güzelleme şiirinin bu dizesi. Çok sade, çok güzel, çok gerçek… Bilen bilir, zaten o şiir öyküye yakın bir anlatımla çocukluk hatıralarının yıllar sonra hatırlanışının şiiridir. Şiirden bize bir çocuk kalır, hatıraları ısıtan güneş ve şairin güzel bir fotoğrafı kalır.
“Ergin Günçe’nin siyaseti” de şiirini ağırlaştırmaz. Lirizm elbette yer bulacaktır onun şiirinde ve bu yazıda. Siyasi olan şiire, şiir siyasi olan yakışmıştır onda. Her şiiri birden parlayan sürprizlerle de doludur. Şair şiirinin gidişatına bambaşka müdahalelerde bulunur. Bu hem şairin çocuksu bilincinin ve tabi ki şair bilincinin, hem de dil düzeyindeki girişiminin bir sonucudur. Beklenmedik bir kelime yerleşiverir şiire. Bugünün şiirinde kimsenin pek de aklına gelmeyen kelimelerdir bunlar. Mesela sadece İbrahim Kehribar şiirinden şu kelimeleri söyleyebilirim: güveyilik, kınnap, hızar, bürümcük, bakraç, dişengi, yamçı…Bu onun dil konusundaki hünerinin bir şiir özelinde bile nasıl tezahür ettiğinin ispatıdır.
Bütün şiirlerinin yer aldığı Türkiye Kadar Bir Çiçek (YKY, 2014), ilk kitabı Gencölmek (1964), ölümünden sonra yayımlanan Türkiye Kadar Bir Çiçek (1988) ve sadece bu yeni baskıda yer alan Günlerden Eylül, Aylardan Ergin Günçe adlı üç bölümden oluşur. Gencölmek serseri bir ıslığın güzel sesleridir. İkincisi Türkiye’nin içine sığdığı bir sokaktır. Son bölüm ise şairin tanrısına ve ölümüne bakışlarıdır. Zaten ölüm ve tanrı hep gizli öznedir onun şiirinde.
Şimdi bunların ve şu güneşli ikindinin dışında, belki yukarıdaki tüm cümlelerin örttüğü o güzel şiirin bendeki yankısıyla konuşuyorum ve:
Ergin Günçe deyince aklıma ilkokul öğretmenim geliyor. Onun baklava dilimli yeşil v yaka süveteri geliyor. Doğan marka, kırmızı, gıcır gıcır jantları ile çocuk gözlerimizin hayranlığıyla önümüzden geçip giden arabası geliyor 80’ lerin… Özal'ı televizyonda görünce bir yandan sobanın ısıttığı kasaba evinde elmasını soyarken bir yandan Özal’a alayla gülümseyen namuslu bir solcu adam geliyor.
Ergin Günçe deyince aklıma Ankara sokaklarında parkalarıyla eylem yapan gençlerin siyasetini lirizme katıp şiirleştiren muhabbeti tatlı bir abi geliyor. Serin yaz ikindisinde bozkırın bir köyünde çay demleyen kadınlar geliyor, anneler geliyor.
Ergin Günçe deyince aklıma cuma namazına yetişme telaşına rağmen sana anlattıkları yüzünden namazı kaçırdığın ve namazı kaçırışınla tatlı tatlı dalga geçen bir şair geliyor.
Ergin Günçe deyince aklıma bir ucundan tuttuğu Türkiye'nin yaralarını şefkatle temizlemeye çalışan binlerce kişinin buluştuğu büyük bir kitap geliyor.
Gömleği hala bembeyaz.
"Arkadaşım, kardeşim, yavrum Ergin!" - Cemal Süreya
Arkadaşım, kardeşim, yavrum Ergin.
Ey okur! Bu yazıdan sonra gidip Ergin Günçe’nin kitabını almaya niyet ettiysen yazım kendini bahtiyar hissedecektir.
Süleyman Unutmaz
twitter.com/SUnutmaz
* Bu yazı daha önce İzdiham dergisinin 17. sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder