"Annem yıllar önce bana "Bir kadın aramak istemiyorsa, onu asla arama. Bazı kadınlar, sen onları ara diye aranmak istemiyormuş gibi yapabilir. Onları da arama. Aranmak isteyen bir kadını da arama, bırak o seni bulsun," demişti. Annemin bütün öğütlerine uysaydım zaten şimdi bambaşka yerlerde olmam gerekirdi."
Barış Uygur, memleket edebiyatımızın yeni polisiye yazarlarından. İlk romanı da "Feriköy Mezarlığı'nda Randevu" oldu, İletişim Yayınları'ndan çıkıp girdi zihnimize. İyi de etti. Akrobatik cümleler, artık klasikleşmeye yüz tutan bir "polis edebiyatı" ve gözünüzde canlanacak ağlak sahneler hayal ediyorsanız, kırıklığa uğrarsınız. Son dönemdeki "yalın üslup" başarısı gittikçe artıyor. Barış Bıçakçı'dan sonra başka bir Barış olan Uygur da bize sade bir anlatımla neler yapılabileceğini gösteriyor.
"Bu kadarı artık benim için fazla yorucuydu. Zaten böyle bir adamımdır. Orta karar. Hayır, en son söylenecek şeyi en başta söylemem ama en sonda da söylemem. Ya da aslında en sonda söylerim çünkü genellikle söyleyeceğim şeyi söyledikten sonra konuşacak başka bir şey kalmaz."
Şak diye "ben de böyleyim" dedirten anlatımlar var. En azından küçükken mahallede çok fazla hırsız-polis oynayan ve daima "başarılı polis" imajı çizen ben, bu anlatımlardan nasibimi aldım. Annemin sözünü de pek dinlemezdim o zamanlar. Pişman mıyım? Pek bilmiyorum.
Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler
21 Ağustos 2012 Salı
18 Ağustos 2012 Cumartesi
Egosunu koyacak yer bulamayanlara
“Benim bütün istediğim, pek yakın bir zaman öncesinin
tiplerinden birini herkesin gözü önüne daha açık olarak sermektir.” diyor
Dostoyevski kitabının başında. Ama geçmişten birini değil her an yanımızda,
odamızda, ruhumuzda olan birini anlatıyor. Yirmi birinci yüzyılın bilgi
kirliliği içinde kaybolan, sürekli bir şeyler için koştururken kendini kaybeden
sonra da kendini değersiz, işe yaramaz, rezil bir durumda bulan bireylerin
toplumdaki yerlerini görmelerini, bazen de bulundukları yerden endişe etmelerini sağlıyor.
Ümran Kio
Aydın olmak ne demektir? Bu kadar çok şey varken mutlak bir
aydınlık söz konusu mu? Egonun sınırları nerede başlar, nerede biter? Karakter
bu sorulara çoğu zaman cevap bulamasa da hepimizin zevk aldığı ama kaçındığı şeyi yapıyor: kendini aşağılıyor. Bazen kendimizi herkesten önce
aşağılamak en rahatlatıcı eylemdir. Çünkü kendini aşağılamak maskelerden
arınmayı, kendi kötülüğümüzün içinde mutlu olmayı gerektirir. Şüphesiz ki burası
gün geçtikçe “koşmaktan” yorulan ruhlarımızın saf huzuru bulduğu yerdir. Ama bazen
insan kendisiyleyken bile dürüst olmayabilir. Çünkü her şeyi anlamak
korkutucudur. Her şeyi anlayan insanın kendine saygısı kalmaz. Bu yüzden de
bazen insan egosunu ön plana alarak bundan kaçınmaya çalışır ve sonunda da bu hastalığından kurtulmak için yardım alması gerekir.
Dostoyevski de okuyucularına bu yardımı sunuyor. Aydın olacağım diye kendinden bile uzaklaşan insanları gerçekle yüz yüze getiriyor. Egosunu yere göğe sığdıramayanların ne ile karşı karşıya olduklarına edebi bir ayna tutuyor.
Dostoyevski de okuyucularına bu yardımı sunuyor. Aydın olacağım diye kendinden bile uzaklaşan insanları gerçekle yüz yüze getiriyor. Egosunu yere göğe sığdıramayanların ne ile karşı karşıya olduklarına edebi bir ayna tutuyor.
Ümran Kio
15 Ağustos 2012 Çarşamba
Masal dinleyerek dinlenenlere
Şiir yazmaktan daha çok şiir okuyan biri olarak şunu söyleyebilirim ki; İsmet Özel şiirinde "son darbe" olması, kendisini baştacı yapmıştır. Son darbe, şiirin son dizelerinde İsmet Özel'in bizi perişan etmesidir. Bu perişanlık duygusal anlamda kalbimizi büker, dilimizi suskunlaştırır. İsmet Özel, özel bir şairimizdir. Eskiler, "mümtaz bir şahsiyet" ya da "nev-i şahsına münhasır" derlerdi bu tip durumlarda.
"Belki dilimi çözer, aşkımı başlatırım
Aşk yazılmamış olsa bile adımın üzerine
Adımı aşkın üstüne kendim yazarım."
"Bir Yusuf Masalı"nın ilk baskısı 1999'da yapılmış ve bu ilk baskıdaki 1000 kitap numaralandırmıştır. Kısmetiniz varsa zor bir ihtimal de olsa sahaflarda rastlayabilirsiniz. Kitap şu sıralar 15. baskısını yapmıştır. Her baskıda içi sızlayan şiirler yeniden hareketlendirmiş duygularımızı.
"Sızıyı gideren su
Suyun sızladığını kimseler bilmez."
Kitaptaki bölüm isimler şöyledir; Münacaat, Naat, Sebeb-i Telif, Dibace. Bu da bize Divan Edebiyatı'nı hem edebi hem de musiki anlamındaki güzel eserlerini anımsatır. Kitap bazen tasavvufi anlamda ruh iklimimize bahar ayları yaşatır, bazen de kışın soğukluğunu alnımıza yapıştırır.
"Başkalarının aşklarıyla başlıyor hayatımız
Ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla."
"Halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti
Demedim dilimin ucuna gelen her ne ise
Vay ki gençtim
Ölümle paslanmış buldum sesimi."
Baştan sona bir masal anlatır İsmet Özel bize. Dinlemezseniz, ruhunuzu dinlendiremezsiniz.
Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler
"Belki dilimi çözer, aşkımı başlatırım
Aşk yazılmamış olsa bile adımın üzerine
Adımı aşkın üstüne kendim yazarım."
"Bir Yusuf Masalı"nın ilk baskısı 1999'da yapılmış ve bu ilk baskıdaki 1000 kitap numaralandırmıştır. Kısmetiniz varsa zor bir ihtimal de olsa sahaflarda rastlayabilirsiniz. Kitap şu sıralar 15. baskısını yapmıştır. Her baskıda içi sızlayan şiirler yeniden hareketlendirmiş duygularımızı.
"Sızıyı gideren su
Suyun sızladığını kimseler bilmez."
Kitaptaki bölüm isimler şöyledir; Münacaat, Naat, Sebeb-i Telif, Dibace. Bu da bize Divan Edebiyatı'nı hem edebi hem de musiki anlamındaki güzel eserlerini anımsatır. Kitap bazen tasavvufi anlamda ruh iklimimize bahar ayları yaşatır, bazen de kışın soğukluğunu alnımıza yapıştırır.
"Başkalarının aşklarıyla başlıyor hayatımız
Ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla."
"Halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti
Demedim dilimin ucuna gelen her ne ise
Vay ki gençtim
Ölümle paslanmış buldum sesimi."
Baştan sona bir masal anlatır İsmet Özel bize. Dinlemezseniz, ruhunuzu dinlendiremezsiniz.
Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler
12 Ağustos 2012 Pazar
Kendini didiklemek isteyenlere
Ender ve Çetin. Birbirine son derece bağlı ve birbirini daima anlamak üzerine kurulmuş sıkı bir dostluğa sahipler. Bu sıkı dostluğu bozabilecek ya da aralarına gölge düşürme ihtimali yüksek olacak bir şey oluyor. Nihal giriyor hayatlarına. Bu genç kızın girmesiyle birlikte artık olanları daha çok düşünmeye, geçmişi daha çok hatırlamaya ve dolayısıyla birbirlerini daha çok didiklemeye başlıyorlar.
"Nihal'e başından beri olduğumuzdan farklı göründük. Böyle gerekmişti. Koruyucu, kollayıcı, soğukkanlı, ne yapması gerektiğini bilen, Nihal düzgün yürüsün, üniversiteyi uzatmadan bitirsin, yaşadığı felaketten makul adımlarla uzaklaşsın diye asfalt döşeyen iki orta yaşlı, deneyimli erkek. Biri göbekli, diğeri kel."
Barış Bıçakçı'nın daha önce 2 kitabını tanıtmıştık Ruhuna Kitap'ta. Laf kalabalığı yapmaktan çok uzakta, kelimeleri ip gibi dizen, ırmak gibi akan romanlarla aklımızda ve gönlümüzde yer edindi kitaplarıyla. Bu vesileyle kitap tanıtımlarına devam edeceğimiz muhakkak. Yazarın da daima yazmasını diliyoruz.
"Gençlik sancılarının hayatı anlamsız kılan ani ölümlerle birleştiğinde neler olabileceğini ikimiz de seziyorduk."
"Çok şey konuşmak istiyor, konuşamıyorduk."
"Bütün sıkı ilişkiler bir azınlıktır çünkü. Sırtlarını "dışarıya" bir güzel dönmüş iki insanın oluşturduğu azınlık."
2011 yılında sinemada da izleme fırsatı bulduk okuduklarımızı. Seyfi Teoman'ın kitaba bağlı kalmak suretiyle yönettiği filmde İlker Aksum, Fatih Al ve Güneş Sayın iyi rol oynamışlardı. Ancak bazı kitapların yerini maalesef o kitapların filmleri tutmuyor. Bizim Büyük Çaresizliğimiz de böyle kitaplardan.
Kendinizi didiklerken sağlıklı kalmaya da özen gösteriyorsanız mutlaka okuyun. Yaza veda edeceğimiz Ağustos ayında çok iyi gidecektir.
Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler
"Nihal'e başından beri olduğumuzdan farklı göründük. Böyle gerekmişti. Koruyucu, kollayıcı, soğukkanlı, ne yapması gerektiğini bilen, Nihal düzgün yürüsün, üniversiteyi uzatmadan bitirsin, yaşadığı felaketten makul adımlarla uzaklaşsın diye asfalt döşeyen iki orta yaşlı, deneyimli erkek. Biri göbekli, diğeri kel."
Barış Bıçakçı'nın daha önce 2 kitabını tanıtmıştık Ruhuna Kitap'ta. Laf kalabalığı yapmaktan çok uzakta, kelimeleri ip gibi dizen, ırmak gibi akan romanlarla aklımızda ve gönlümüzde yer edindi kitaplarıyla. Bu vesileyle kitap tanıtımlarına devam edeceğimiz muhakkak. Yazarın da daima yazmasını diliyoruz.
"Gençlik sancılarının hayatı anlamsız kılan ani ölümlerle birleştiğinde neler olabileceğini ikimiz de seziyorduk."
"Çok şey konuşmak istiyor, konuşamıyorduk."
"Bütün sıkı ilişkiler bir azınlıktır çünkü. Sırtlarını "dışarıya" bir güzel dönmüş iki insanın oluşturduğu azınlık."
2011 yılında sinemada da izleme fırsatı bulduk okuduklarımızı. Seyfi Teoman'ın kitaba bağlı kalmak suretiyle yönettiği filmde İlker Aksum, Fatih Al ve Güneş Sayın iyi rol oynamışlardı. Ancak bazı kitapların yerini maalesef o kitapların filmleri tutmuyor. Bizim Büyük Çaresizliğimiz de böyle kitaplardan.
Kendinizi didiklerken sağlıklı kalmaya da özen gösteriyorsanız mutlaka okuyun. Yaza veda edeceğimiz Ağustos ayında çok iyi gidecektir.
Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler
9 Ağustos 2012 Perşembe
Uzun bir yolculuk hayali kuranlara
Ruhuna Kitap, bu yazıyla birlikte farklı bir formata da el sallıyor. Şöyle ki, daha önce bir yazar tarafından önerilmiş kitabı, diğer bir yazar da önerebilecek. Böylece okuyucularımız farklı önerilerle iyi bir değerlendirme yapabilecek. Temmuz ayında yazarlarımızdan Tuna Bahar'ın önerdiği Italo Calvio kitabı olan "Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu", bu kez de Ahu Akkaya'nın kaleminden sizlerle buluşuyor.
***
"Okumak yeni oluşmaya başlayan bir şeye yaklaşmak demektir..."
Post-modernizm akımının en başarılı temsilcisi İtalyan yazar İtalo Calvino’nun hem yazar, hem kahraman ve hatta kendi okuru olduğu ; kurgusunun orjinalliği, geometrisinin kusursuzluğu ve içeriğinin yarattığı anlamla bir başyapıttır.
Okur kendini, kahramanının yine kendi olduğu bir öykünün, yolculuğun içinde bulur. Varış değil, yolculuktur asıl amaç.
"Okuduğum şeylerin öyle ayan beyan ortada olmasından hoşlanmam, kim bilir neyin işareti olan, şimdilik ne olduğu bilinmeyen şeylerin varlığının belli belirsiz hissedildiği konuları yeğlerim."
Klasik bir kurguya sahip diğer romanlardan çok farklı, okurla muhabbet ediyormuşcasına yazarının sesinin duyulabildiği, içinde on bir farklı romanı matruşka misali barındıran, roman nasıl okunurun romanıdır Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu. Zaman zaman yorucu ama oldukça keyifli bir yolculuğun kitabı.
Sözcüklerle yap-boz oynar gibi oynayan, üstün gözlem yeteneğine sahip Calvino’nun, bu romanını iki temel üzerine oturttuğu görülür:
Her şey başladığı yere geri döner.
Her hikaye başladığı yerde biter.
Yazar karmaşık ve zengin diline karşılık oldukça samimidir. Hayalgücü çok yüksektir ve insanın varolan durumunu hiç varolmamış hikayelerle betimler. Çok tanıdık gelen olguları, sıra dışı durumların arkasına gizler.
Siz de bu sıcak yaz günlerinde kışa hasret kalıp uzun bir yolculuk hayali kuranlardansanız Calvino’nun bindiği trene bir bilet almalısınız.
Ahu Akkaya
twitter.com/diviniacomedia
***
"Okumak yeni oluşmaya başlayan bir şeye yaklaşmak demektir..."
Post-modernizm akımının en başarılı temsilcisi İtalyan yazar İtalo Calvino’nun hem yazar, hem kahraman ve hatta kendi okuru olduğu ; kurgusunun orjinalliği, geometrisinin kusursuzluğu ve içeriğinin yarattığı anlamla bir başyapıttır.
Okur kendini, kahramanının yine kendi olduğu bir öykünün, yolculuğun içinde bulur. Varış değil, yolculuktur asıl amaç.
"Okuduğum şeylerin öyle ayan beyan ortada olmasından hoşlanmam, kim bilir neyin işareti olan, şimdilik ne olduğu bilinmeyen şeylerin varlığının belli belirsiz hissedildiği konuları yeğlerim."
Klasik bir kurguya sahip diğer romanlardan çok farklı, okurla muhabbet ediyormuşcasına yazarının sesinin duyulabildiği, içinde on bir farklı romanı matruşka misali barındıran, roman nasıl okunurun romanıdır Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu. Zaman zaman yorucu ama oldukça keyifli bir yolculuğun kitabı.
Sözcüklerle yap-boz oynar gibi oynayan, üstün gözlem yeteneğine sahip Calvino’nun, bu romanını iki temel üzerine oturttuğu görülür:
Her şey başladığı yere geri döner.
Her hikaye başladığı yerde biter.
Yazar karmaşık ve zengin diline karşılık oldukça samimidir. Hayalgücü çok yüksektir ve insanın varolan durumunu hiç varolmamış hikayelerle betimler. Çok tanıdık gelen olguları, sıra dışı durumların arkasına gizler.
Siz de bu sıcak yaz günlerinde kışa hasret kalıp uzun bir yolculuk hayali kuranlardansanız Calvino’nun bindiği trene bir bilet almalısınız.
Ahu Akkaya
twitter.com/diviniacomedia
7 Ağustos 2012 Salı
Sait Faik’le daha yakından tanışmak isteyenlere
Sait Faik, Türk öykücülüğünün en bilinen
isimlerinden biri. Yazmazsa çıldıracağını dile getiren, meselesi hep
yazıyla ve hep insanla olan bir güçlü kalem. Bu kıymetli kalemin
sözcüklerinin peşi sıra gitmek isteyenlere tavsiye:
Lüzumsuz Adam.
Lüzumsuz Adam, Sait Faik’in dördüncü hikaye kitabı. Bu kitapla birlikte Sait Faik öykücülüğünün ikinci döneminin başladığı söylenir. Lüzumsuz Adam’daki on dört öyküde, evvel öyküleriyle kıyaslandığında, klasik cümle yapısının yerini devrik cümleler ve insan sevgisinin yerini hafif bir umutsuzluk almış olsa da Sait Faik sahiciliği ve yalınlığı yine olanca gücüyle sizi içine alıyor.
“Ben hikâyeciyim diye sizlerden ayrı şeyler
düşünecek değilim. Sizin düşündüklerinizden başka bir şey de düşünemem. O
halde bu adamın hikâyesi ne olabilir? Sakın benden büyük vakalar
beklemeyin, n'olur?”
Gerçek insanların hikayelerini anlatıyor Sait Faik.
Yedi sene sonra sokağa ilk kez çıkan adamların, her gün aynı işi hiç
aksatmadan yapanların, her şeyi bırakıp gitmek isteyenlerin ama hep
kalanların ve yanımızdan geçip gidenlerin, mahallemizdekilerin,
tanıdıklarımızın hikayelerini…
“Sokakta,
bir dükkânda, kalabalık bir yerde durup herhangi bir adamın yüzüne
bakarak hayatının hiç olmazsa bir kısmını hikâye etmek mümkündür,
hülyasına kapıldım."
Öykülerindeki
gerçeklik ve yalınlık çarpıyor okuyucuyu. Günlük telaşların, hayat
gailesinin fotoğrafını çekiyor sanki Sait Faik… Sokakların, yalnızlığın,
insanların, ekmek kavgasının, umudun ve ince ince sevdaların
yer aldığı kocaman bir insanlık fotoğrafı çekip sözcüklerle,
başucumuza koyuyor usulca.
“Sevgilimin etrafını kalabalık gördüğüm zamanki gibi bir yalnızlığa kapılıyorum."
Sait Faik’le daha yakından tanışmak isteyenlere, Türk öykücülüğünün naif ve güçlü kaleminin peşi sıra gitmek isteyenlere iyi gelecek bir kitap Lüzumsuz Adam; ve öykü severlere, Sait Faik deryasına dalmak isteyenlere, iyi bir kitap okumak isteyenlere…
“Kimdir bu
sokakları dolduran adamlar? Bu koca şehir, ne kadar birbirine yabancı
insanlarla dolu. Sevişemeyecek olduktan sonra neden insanlar böyle
birbiri içine giren şehirler yapmışlar? Aklım ermiyor. Birbirini
küçük görmeye, boğazlaşmaya, kandırmaya mı? Nasıl birbirinden bu kadar
ayrı, birbirini bu kadar tanımayan insanlar bir şehirde yaşıyor?”
Merve Uzun
twitter.com/merveuzun
twitter.com/merveuzun
6 Ağustos 2012 Pazartesi
Soru-cevap oyunlarını sevenlere
Temmuz 2012’nin başlarında günlük takip ettiğim blog olan Sirenin Sesi’nde iki kitap
naçizane tavsiye ediliyordu. Birisi Juan Pablo Villalobos’un Tavşan Deliğinde Fiesta’sı,
diğeri Paul Auster’ın Timbuktu’su. Ertesi gün gittiğim kitap dükkanında Villalobos’u görüp hemen aldım (Paul Auster’ın kitabını bulamayınca Thomas Bernhard’tan yana tercihimi kullandım).
Eve geldim ve şok: Kitap gerçekten de çok iyiydi! Bu kadar iyi bir kitap beklemiyordum doğrusu. Tavşan Deliğinde Fiesta, novella denilebilecek türde kısa bir eser. Üstelik sayfa düzeninde satır aralarına mesafe konularak okumanın ritmi rahatlatılmış. Kitabın kapağında ise farklı bir karton malzemesi kullanılarak özenli basıldığı açıklanmaya çalışılmış. (Daha önce böyle bir karton kapak malzemesini, Orhan Pamuk’un İngilizce kitaplarının basımında görmüştüm).
Tavşan Deliğinde Fiesta, 1973 yılında doğan Villalobos’un ilk romanıdır. Portekizce, Almanca, Fransızca, İngilizce gibi birçok dile çevrilmiştir. Meksikalı karakterlerimiz alışageldiğimiz Meksika mafyasının bir kısmını sunuyor bizlere. Hiikâyeyi Meksika’nın en büyük mafya babalarından birinin oğlunun ağzından okuyoruz. Bir nevi, çocuk ağzından anlatılan ve içine masumiyet serpiştirilen narko-terör edebiyatına göndermedir.
Hikâyeyi mafya babasının oğlu Tochtli’nin ağzından dinlerken, babasının mafya işlerini merak edebilirsiniz ya da işin polisiye kısmını. Ancak Tochtli bunların hiçbirine değinmiyor, çünkü babasının gerçek hayattaki dünyasını tam anlamıyla bilmiyor. Babası onu duvarları sağlam bir şatoda yaşatıyor ve Tochtli dışarıyı sadece özel öğretmeni tarafından kendisine anlatıldığı kadarıyla biliyor. Tochtli’nin bu hayatta en çok istediği şey ise Liberyalı bir cüce suaygırına sahip olmak. (Bu istek hikâyenin ana iskeletini oluşturuyor). Ayrıca şapkadan tavşan çıkarır gibi sözlükten kelime çıkarıyor, bu yüzden her gece yatmadan önce sözlük okuyor. Küçük yaşına rağmen zor kelimelerin anlamını bilebiliyor. Dünyanın her köşesinden gelen devasa şapka koleksiyonu ise onun için ayrı bir önem taşıyor.
Tochtli’nin üslübuna dair bu cümleyle bitirelim o vakit: “İşte burada hikâyenin sefil kısmı başlıyor: Biri milyonlarca peso kazansın ve sonra da aslında yazar olmak istediği için mutsuz olsun. İşte bu sefil bir durum.”
Tuna Bahar
twitter.com/tuna_bahar
Eve geldim ve şok: Kitap gerçekten de çok iyiydi! Bu kadar iyi bir kitap beklemiyordum doğrusu. Tavşan Deliğinde Fiesta, novella denilebilecek türde kısa bir eser. Üstelik sayfa düzeninde satır aralarına mesafe konularak okumanın ritmi rahatlatılmış. Kitabın kapağında ise farklı bir karton malzemesi kullanılarak özenli basıldığı açıklanmaya çalışılmış. (Daha önce böyle bir karton kapak malzemesini, Orhan Pamuk’un İngilizce kitaplarının basımında görmüştüm).
Tavşan Deliğinde Fiesta, 1973 yılında doğan Villalobos’un ilk romanıdır. Portekizce, Almanca, Fransızca, İngilizce gibi birçok dile çevrilmiştir. Meksikalı karakterlerimiz alışageldiğimiz Meksika mafyasının bir kısmını sunuyor bizlere. Hiikâyeyi Meksika’nın en büyük mafya babalarından birinin oğlunun ağzından okuyoruz. Bir nevi, çocuk ağzından anlatılan ve içine masumiyet serpiştirilen narko-terör edebiyatına göndermedir.
Hikâyeyi mafya babasının oğlu Tochtli’nin ağzından dinlerken, babasının mafya işlerini merak edebilirsiniz ya da işin polisiye kısmını. Ancak Tochtli bunların hiçbirine değinmiyor, çünkü babasının gerçek hayattaki dünyasını tam anlamıyla bilmiyor. Babası onu duvarları sağlam bir şatoda yaşatıyor ve Tochtli dışarıyı sadece özel öğretmeni tarafından kendisine anlatıldığı kadarıyla biliyor. Tochtli’nin bu hayatta en çok istediği şey ise Liberyalı bir cüce suaygırına sahip olmak. (Bu istek hikâyenin ana iskeletini oluşturuyor). Ayrıca şapkadan tavşan çıkarır gibi sözlükten kelime çıkarıyor, bu yüzden her gece yatmadan önce sözlük okuyor. Küçük yaşına rağmen zor kelimelerin anlamını bilebiliyor. Dünyanın her köşesinden gelen devasa şapka koleksiyonu ise onun için ayrı bir önem taşıyor.
Tochtli’nin üslübuna dair bu cümleyle bitirelim o vakit: “İşte burada hikâyenin sefil kısmı başlıyor: Biri milyonlarca peso kazansın ve sonra da aslında yazar olmak istediği için mutsuz olsun. İşte bu sefil bir durum.”
Tuna Bahar
twitter.com/tuna_bahar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)