Ve'l-Asr etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ve'l-Asr etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ocak 2025 Cuma

"Ben ne kadar iyi isem sen de o kadar iyisin"

“Cümleler doğrudur sen doğru isen
Doğruluk bulunmaz sen eğri isen.”
- Yunus Emre

Hayat dediğimiz başlangıçların ve bitişlerin bir manzumesi değil midir; geldik bir başlangıç, gidiyoruz bir bitiş… Bu yazıyla da niyetimiz, hayatı kuran tüm bu başlangıçların ve bitişlerin içinde hem yazar hem de okur açısından bir başlangıcın daha heyecanını tatmak ve bitişine hüzünlenmek, tam da bu heyecanın ve hüznün arasında, İsmet Özel’in deyişiyle, üzerimize yüreğimizden başka muska takmadan konuşabilmektir.

Yanlış hatırlamıyorsam, müzik grubu MFÖ ile gençlik yıllarında gerçekleştirdiği bir televizyon programında, şiirlerinin evvela başlıklarını belirlediğini, buna müteakip şiirlerini yazdığını söylemişti İsmet Özel. Onun yazılarına koyduğu başlıklar, yazılarından müstakil, başlı başına inceleme nesnesi olabilecek anlam ve çağrışım zenginliğine sahiptir. Çünkü insanın tüm varlığına dokunan, tüm varlığını okşayıp ısıtan, yönünü yörüngesini şaşırtan, akılları meşgul, kalpleri savunmasız kılan başlıkları, en az şiirleri kadar şaşırtıcı ve sarsıcıdır. İsmet Özel’in nesirlerini okumamış olsalar dahi herkesin Erbain ile az buçuk mesaisi olduğuna gönlüm kani. Hatta okumasının lüzumu yok, eline bir kere bile Erbain’i alıp şöyle bir karıştıranlar, içindekiler kısmına göz atanlar başlık hususunda bu demek istediğimi anlayacaklardır. Benim nazarımda; Erbain’de, içindekiler başlığı altında yer alan şiir başlıkları da birer İsmet Özel şiiridir ve Erbain’e, yani “Kırk Yılın Şiirleri”ne dahildir. Özel, şiirlerindeki bu başlık özenini ve özverisini, düz yazılarında da sürdürmektedir. Hatta diyebiliriz ki, düz yazılarının başlıklarını daha da ince eleyip sık dokumaktadır. Özel’in şiir haricinde düz yazılarına verdiği başlıklarını da onu diğer yazar ve düşünürlerden ayıran bir vasıf olarak düşünebiliriz. Zira kendisinin de böyle düşündüğünü söyleyebiliriz. Bu çıkarımı, yine Ve’l-Asr’da mündemiç olan, başlığı; insani mantığa aykırı gibi duran, mütenakız görünen ve okuru, okuması için cezbeden, çağıran ve dahi okurun varlığında bir soru oluşturup dolayısıyla bir yokluk meydana getiren, okura emreden, dikte eden yani klasik bir İsmet Özel söz dizimine sahip olan; “İyi Şeyleri Kabul Etme, Kötü Şeyleri Reddet” başlıklı yazısının giriş paragrafında sarf ettiği şu cümleden çıkarabiliriz: “İşte sizi yine benim tipik başlıklarımdan biriyle yüz yüze getirdim.” Hatta, bu cümlenin peşi sıra kuracağı şu cümlede, tipik bir İsmet Özel okuru olmak için böyle başlıkları yadırgamamayı okura şart koşar: “Eğer bu yazının başlığında dizgi yanlışı yapıldı sananlar arasında iseniz benim tipik okurlarım sırasına henüz girmiş sayılmazsınız.” Başlıklar üzerinden Özel’e dair, yorumun tüketilemezliğini de göz önüne alarak nice yorum üretilebilir.

Hakkında konuşmak niyetinde olduğum ve muhtevası; İsmet Özel’in Türk siyasetine, tarihine, kültürüne, gündelik yaşantısına, toplum yapısına dair olup bitenleri ve olacak olanlara yönelik öngörülerini; İslam ve Müslümanlık dolayımında nasıl algıladığı ve değerlendirdiğini içeren düşünce yazılarından oluşan Ve’l-Asr kitabının adı, yani başlığı da alelade konulmuş bir başlık değildir. İsmet Özel, bu başlık ile Asr suresine uzanmamızı istiyor. Kudreti sonsuz yüce Allah, Asr suresinde biz yaratılmışlara, yaratılmışlık sıfatını yüklenmemiz sebebiyle bu sıfat dahilinde bir paket halinde gelen diğer sıfatlara da sahip olan bizlere; yani kusurlu olanlara, noksan olanlara asrın tam göbeğinde savrula savrula ziyan olan insanlar arasında felaha erişmek isteyenlere bir çıkış kapısı sunar: “Hakkı tavsiye etmek!” Özel de bu kitabıyla, hakkın ve hakkı tavsiye edebilmenin peşine düşmüştür, diyebiliriz.

Türk milletinin şiirler ve şairlerle kurduğu irtibat hayati öneme sahiptir. Geçen yazımızda bahsettiğimiz teklif meselesini, yazımızı okumuş olanlar anımsayacaklardır. O yazımızda da teklifi olan, teklifi hak olan bir millet olduğumuzun altını çizmiştik. Teklifi olmaktan ziyade; insanı, insan onuruna yaraşır bir çerçevede tahayyül eden bir teklife sahip oluşumuzdan sebep, tarihin hiçbir merhalesinde başımızdan kara bulutlar eksik olmamıştır. Tam da bu bunalımlı devirlerde; yol başçılarımız, iz sürenlerimiz, sevgi yiğitlerimiz, birbirimize ve tüm yaratılmışlara içtenlikle uzandığımız ellerimiz, aşka yürekten bel bağlamış olanlarımız, sırtımızı sıvazlayanlarımız, fikir ve eylem ateşleyicilerimiz şairlerimiz olmuştur. Dolayısıyla, biz şiirle ve şairlerle irtibatı derinlerde olan bir milletiz. Şiir bizim için yalnızca sanatsal bir üretim değil, var kalarak oluş sürecine girişimizin bir anahtarı, bir mekanı, en nihayetinde bir imkanıdır. Bir fikir, kurumsal manada ise bir teklif, büyüklük iddiası güdüyorsa şiirleşmek, bir şairin ellerinde işlenmek zorundadır. Şiirleşemeyen fikir yahut teklif; kendini dondurur, atıl hale gelir, kurur ve kalır. Şiir ve fikir, şair ve fikir arasındaki ilişkiyi, Özel’in fikriyatına girebilmek için göz önünde tutmak gerekir. Çünkü Özel, Türk edebiyatının tarihsel gidişine son derece önemli etkileri olan ve damgasını vuran düşünce ve eylem adamıdır, ancak evvela şair, ardından düşünce ve eylem adamıdır. Bu sebeple şiir ve fikir ilişkisine dair böyle bir paragraf gerekliliği meydana çıkmıştır. Onun, şiiri benimseyiş biçimini ve şiir ufkunu nasıl ki tek bir şiiri üzerinden yorumlayıp açımlayamıyorsak; fikriyatı hakkında da tek bir yazı yahut tek bir kitabından istifade ederek düze çıkamayız. Böyle güdük bir çalışma neticesinde ancak kırıntılar düşer tabağımıza. Hülasa Ve’l-Asr, Özel’in fikriyatının, düşün dünyasının bin bir veçhesinden yalnızca biridir. Dolayısıyla bu yazı da Ve’l-Asr’ın bin bir veçhesinden birkaçının soluk bir yüzüdür.

Yazdığı dil, dilimiz olduğu için talihli olduğumuz Türkmen kocası Yunus, insan ilişkilerindeki özü süzerek ulaştığı neticeyi, yılların duvarlarına meydan okuyup bize ulaşan: “Cümleler doğrudur sen doğru isen, doğruluk bulunmaz sen eğri isen.” saptamasıyla ifade etmiştir. Yunus’un diğer dizeleri gibi bu dizeler de çağımızın sözlüğünden alınma bir tabirle; adeta yüzlerce veriyi içinde barındıran sıkıştırılmış, yani zip’li dosyalar gibidir. Bu dizelerde etrafına taşan, insanın insan üzerindeki etkisini anlamak için çepeçevre sunulacak sayfalar dolusu bilgilere bedel bir görü, bir sezi, bir anlayış, bir aktarım vardır. Özel’in, kapısının eşiği biraz yüksekte kalan bu kitabına girebilmek için Yunus’un bu dizelerini bir basamak, bir merdiven olarak kullanmamızın fayda sağlayacağı kanaatindeyim. Özel, kitaba da adını veren Ve’l-Asr başlıklı yazısına, Yunus’un bu sözleriyle hayli ilintili olan şu paragrafla başlar: “Ben ne kadar iyi isem sen de o kadar iyisin. Kötü olduğum için seni kötüleştireceğim. İyi olduğum için seni iyileştireceğim. Eğer istediğin kötülük ise benden yararlanabilirsin. Beni kötüleştirmek senin elinde. Benim iyiliğimi istiyorsan iyileşmek de sana düşüyor. Sen iyilik gösterdikçe ben iyileşeceğim. Aynı durum benim senden ne istediğim, seni ne olarak istediğim bakımından da geçerli. Bir mürşidin söylediğini müridin kendine dönük bir ifade bularak her zaman tekrar etse gerek: ‘Allah'ı arıyor iseniz niçin bana geldiniz? Allah'tan gayrısını arıyor iseniz niçin bana geldiniz?’ Ve sonra Albert Camus: ‘Dünyanın herhangi bir yerinde bir tek insan mahpus ise kendimi asla özgür hissedemem.’ İnsanlık tarihi her insanda teker teker mündemiçtir. Madem ona bilinç kazanma yeterliği verilmiştir, madem her insan dua edebilir; o halde her insan, insanlığın bizatihi kendisidir. İnsanların, kültürlerin, toplumların ve medeniyetlerin eşzamanlı olmadığını ileri sürenler her şeyden önce kendi hakikat arayışlarındaki eş zamansızlığın kusuruna baksınlar.” İnsanlar arasında bağları tesis edenin Allah olduğunu, bu bağın insan üzerindeki biçimlendirici gücünü de hesaba katarak nankör insanlardan olmamak gerektiğinin altını çizen Özel, bu bahsi, menşei Batı olan hümanizme bağlar ve hümanizmin bir isteksizlik hali olduğunu ve biz insanlara hakkı tavsiye etmeye hiç niyeti olmadığını bildirerek bitirir ve hakkı tavsiye etmenin, uzantısı yabanda olan akımlara kapılarak değil, ancak bizim Yunus’a kulak vererek olabileceği mesajını verir.

Ve’l-Asr’ın içindeki bazı yazıların bulunduğu sayfaları koparıp, katlayıp cebinize yahut cüzdanınızın bir kenarına sıkıştırasınız, çerçeveleyip duvara asasınız gelebilir. Bu bir latife, elbette bunu yapmayın. Bu latifeyle demek istenileni anlamak esas mesele. Demek istenilen ne öyleyse? Bunlar öyle yazılar ki, insanın gün ortasında, gece yarısında, sabahın köründe aniden okuyası gelebilir. Gündelik olaylar; sinir uçlarımıza dokunan, insanlığımızı zedeleyen, merhametimizi, sevgimizi ayaklandıran birtakım durumlar bizi bu yazılardaki şifaya, iyileştirici güce iter. Bu yazılardan biri de yalnızca başlığı bile birçok mevzuyla didişen, birçok olayın nedenini açıklayan “Medyanın Gücü Yok, Gücün Medyası Var” başlıklı yazıdır. Bu yazıda iktidar gruplarının medya aracılığıyla girdiği düzen oluşturma süreçlerinden söz ederken alaycı, güldürücü bir dille kurulmuş şu anlatıdan yararlanır: “Medyanın yaygınlık alanının şaşırtıcı boyutlara ulaştığını kabul etmemek mümkün değil. Hatta bunun şakasını da yapıyorlar: Bir sinekle bir devlet başkanı arasında ne benzerlik vardır? Her ikisi de gazeteyle öldürülebilir.” Bu yazılardan bir diğeri ise “Düşünceyi Karartan Terör” başlıklı yazıdır. Bu yazıda terörün insanlar üzerindeki etkisini mütalaa eden Özel, terörün asıl amacının düşünceyi ve düşünmeyi karartmak olduğu saptamasında bulunur. Bu yazıda altı çizilecek ve Özel’in de bu yazıyla varmak istediği amacı açıklayan şu anekdotun ise kıymeti haizdir: “Terör bir toplulukta birkaç insanı yıldırmamış olsa bile yapacağını yapmış sayılır. Korkuya kapılmayan insanlar hareketlerini korkmuş bulunanlara göre ayarlamak zorunda kalacaklardır. Yani asıl yapacaklarını erteleyip, ilk iş olarak terörün yıkıcı etkisini silmeye çalışacaklardır. Tıpkı şu anda benim yaptığım gibi.

Öte yandan Ve’l-Asr’ın içindeki bazı yazılar da var ki, iyileştirici güçlerine ihtiyaç duymak bir yana sıcak bir yaz günü bir bardak soğuk suyu arzular gibi ihtiyaç duyarız onlara. Öyle anlar gelir ki, bu yazıları da bir bardaktan su içer gibi lıkır lıkır okuyup; yıpranan, büzülen, tıkanan zihin dünyamızın arklarını açıp ferahlatasımız gelir. Bu yazılardan birisi de “Kepazelik Var, Kimse Kepaze Olmuyor” başlıklı yazıdır. Başlıktan da anlaşılacağı üzere Özel; toplum vicdanını rencide eden, küçük düşüren olayların niteliklerini, sebeplerini, faillerini; bu olayların Türk toplumundaki yeriyle Batı toplumlarındaki yerini kıyas ederek izah ediyor ve insanın aklını gıdıklayan şöyle bir belirlenimde bulunuyor: “Türkiye’de kamu vicdanının hassas olduğu hususlar Avrupalınınkilere benzemez, dolayısıyla bu ülkede skandal vasıtasıyla yıpratılmak istenen kimselerin sahip oldukları makamlara hangi özellikleri ile ulaştıklarına bakmak lazımdır. Eğer bir insan bir mevkii elde ederken gücünü namuslu ve iffetli kabul edilmekten almış ise; namussuz ve iffetsiz olduğu ortaya çıktığı zaman gücünün kaybolmasını anlarız. Bir iktidar ancak dayanaklarından mahrum bırakılırsa çöker.” Bu belirlenim takdir edileceği üzere pek sivri durmaktadır. Fakat Özel’in fikriyatını düşününce sivriliği pek de göze batacak kadar değildir. Türk edebiyatındaki en gözü pek açıklamaların arkasında adı bulunan, kendisinin deyişiyle dedikleri yenilir yutulur şeyler olmayan, şiirle bir şekilde irtibat kurabilme nasibine erişmiş olan herkesin şiir bahsinde hakkını teslim ettiği ancak fikirlerinin dik başlılığından sebep herkesin fikriyatına tam olarak nüfuz edemediği yahut etmeyi tercih etmediği kişidir, Özel. Bu belirleniminde ve devamındaki şu cümlelerinde de bu özelliği az biraz sezilmektedir: “Ortada kepazelik olduğu halde kimse kepaze edilemiyorsa bunun açıklaması toplumun işlenen suça bilkuvve iştirak etmesidir.

Bu yazıyı, bir kitabı tavsiye etmek için kaleme alınmış bir yazı olarak görenleriniz olacaktır. Bir bakıma öyle de. Fakat düşündüm, ben de Özel gibi tavsiyelerden pek hoşlanmıyorum sanırım, bilhassa kitap tavsiyelerinden. Kitaplara, tavsiyelerden ziyade rastgele ulaşmayı seviyorum, bir kitapçıda yahut kütüphanede raflar arasında gezerken yazgımın ve evvel bildiklerimin; beni, sürüklediği kitaplarda ayrı bir lezzet buluyorum daima. Bundan sebep bu yazıyı bir tavsiye olarak görmenizdense, naçizane bir takdim yazısı olarak görmenizi yeğlerim. Özel’in, tavsiyelerden bilhassa kitap tavsiyelerinden hoşlanmadığını da nereden çıkarttın diyenlerinizi de işitir gibiyim, izin verirseniz böyle diyenlerinizi, bu dediğime, yine Ve’l-Asr’a uzanarak, Özel’in “Size Tavsiyem Odur Ki” başlıklı yazısından bir alıntıyla mutmain edeyim ve bu vesileyle yazımızın sonunu da başına bağlayayım: “Yıllar önce bana topluluk içinden bir genç şöyle sormuştu: ‘Bize ne tavsiye edersiniz?’ Ender karşılaştığım bir soru değil bu. Dolayısıyla böyle bir soruya hazırlıklı olmam gerekirdi. Oysa ben bu ve bunun gibi sorulara cevap vermekten hep geri durmaya gayret ederim. Çünkü herkes gibi ben de tavsiye etmenin kolaylığını ve buna mukabil tavsiyenin bedelini ödemenin zorluğunu bilirim.” Görüldüğü üzere Özel, tavsiye nitelikli sorulardan uzak durduğunu belirtmektedir. Bu açıklamaların ardından, bu bahisteki soruyu soran gence şöyle karşılık verdiğini bildirmektedir: “Tavsiyelere kulak asmayın.” Özel’in aktardığına göre bu cevabını, genç Müslüman daha nüktedan ve akıllıca bir cevapla: “Buna bu tavsiye de dahil.” diyerek karşılamış ve ortaya okurda tebessüm oluşturan böyle bir diyalog çıkmıştır. Tavsiyeye ilişkin görüşlerini ve başından geçen bu diyaloğu aktardıktan sonra Özel, “Ne okumamı tavsiye edersiniz?” sorusunun tatsızlığına da değinerek sık sık bu sorunun muhatabı olduğundan söz eder. Özel’e göre okumayı ciddiye alan birisi böyle bir soru sormaz çünkü onlar, yani okumayı ciddiye alanlar; kitapların, insanları kitaplara götüreceğini bilirler. Özel, okurlar için, okuma seyirlerinde şiar edinebilecekleri, “Okumanın rehberi okumaktır.” biçiminde bir söz ederek tavsiye bahsinde son eleştirilerini sunarken önceki paragraflarda değindiğimiz Asr suresi ve Ve’l-Asr başlığı arasında kurduğumuz ilgiye de selam verir gibi durduğu şu cümleleri sarfeder: “Görüyorsunuz bu tavsiye meselesi gündelik mantık esas alınarak çözülecek cinsten değil. En doğrusu, gelin birbirimize hakkı tavsiye, sabrı tavsiye edelim demektir; ama kimin tavsiye etmeye ve tavsiye olunmaya liyakat kesbettiğini düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum.

Biterken aklıma geldi, değinmesem içimde kalırdı. Ve’l Asr’da yer alan bir başka yazıda milletimizin İslam’la olan bağlantısı üzerine düşünüp, kazı yaparken sizin de lezzetini deneyimlemenizi istediğim şöyle hoş bir anekdot aktarır İsmet Özel: “Arabistan’a giden Anadolu köylüsü şöyle demiş: Bu Araplar da pek tuhaf! Adamların ezanı Türkçe, Kur’an’ı Türkçe; fakat konuşmaya gelince karıştırıyorlar işi!

Geldik dayandık bir bitişin daha kapısına, fakat gönlünüz daralmasın, şu an, hayatta her an yüz göz olunabilecek, fazlasıyla hafif bir bitişin muhatabısınız. Çünkü; kapısından geçilmez gibi, eşiği aşılmaz gibi görünen ve sayısı çok fazla olan bitiş çeşitlemeleri de hayatın kendisinde mündemiçtir. Bu bitiş anıyla yazarın ölümü de gerçekleşmiştir, rahmeti sonsuz Rabbimiz, taksiratını affetsin. Bu ölümle beraber okuyucu doğmuştur, hayırlara vesile olsun. Yazar, bitişin hüznüyle boğuşurken; okur, başlangıcın heyecanını tadacaktır. Herkes İsmet Özel’e ve Ve’l-Asr’a dair bu yazıdan, kendi kabınca bir şeyler toplayacak, yazıyı bozup üstüne katacak veya yazıyı düzeltmek isteyip tekrardan kuracaktır. Bu yazının yazgısı okuyucusuna bağlı olacak, ona göre şekillenecektir. Tam da biterken virdimizi tekrarlayalım ve yüce Allah’tan son bir niyaz edelim; hepimize hakkı tavsiye edenlerden olabilmeyi, kitaplarla, en önemlisi de aşkla kalabilmeyi nasip etsin.

Doğuş Bektaş
dgsbkts@outlook.com

4 Kasım 2020 Çarşamba

Çağının yeminli tanığı

Şüphesiz her yazar çağının tanığıdır ancak bakmakla görmek arasındaki derin fark tanık olmakla tanımak arasında da vardır. Tanımak, tanık olunan şeyin zihnen kavranmasıdır. Şayet bir yazar, içinde bulunduğu çağa tanık olmakla birlikte o çağı tanımamışsa çağa dair söyledikleri yüzeysel görüntülerden ibaret kalır. Tanıklıktan tanımaya geçmek ise büyük resme çok daha yukarıdan bakabilmek için yükselmeyi, resmin aslına nüfuz edebilmek için derinlere inmeyi gerektirir. 

İsmet Özel’in, kimilerince sıkça eleştirilen üslubundaki savrukluk işte bu iniş çıkışla izah edilebilir. Aynı metinde toplumun birbirinden çok uzak eğitim, kültür ve zihin dünyalarına sahip bireylerine hitap edebilmek için kendi dil dünyasını oluşturmuş güçlü bir hatip olarak çıkıyor karşımıza İsmet Özel. Onunki bir hitabet dilidir; çünkü topluma söyleyecek sözü vardır. Onunki bir edebî dildir çünkü o, estetik bir duyuşla konuşuyor. “Önce benim söylediğimin de herkesin söylediğine benzer bir lâf olduğu fikrini zihninizden sileceksiniz.” diyerek kendi üslûbuna dair önemli bir ipucu veriyor. 

İsmet Özel’in metin kurma yöntemi, yer yer hikâye anlatma geleneğimizle örtüşüyor. “Kıssadan hisse” çıkarırcasına kendi oluşturduğu örnek hikâyelerden konuyu daha sarih bir şekilde anlamamızı sağlıyor. İnsanların doğru bildikleri yanlışlara dair çok net ve oldukça sert ifadelerle açıklamalar getirerek bir çeşit zihinsel irşat görevini yerine getiriyor. Böyle bakıldığında kalem erbabı, modern bir şeyh gözüyle bakabiliyoruz ona. İsmet Özel, çağını tanımış; Müslümanlar üzerinde oynanan oyunu görmüş ve bu oyunu bozmak için çığlık atan bir meczuptur adeta.

Ve’l-Asr, İsmet Özel’in doksanlı yıllar Türkiye’sinde gündeme ve Müslümanların kadim gündemine dair yazdığı yazılardan müteşekkil. Yazıların ekseriyeti, 1945- 1990 yılları arasında yaşanan askerî, siyasî ve toplumsal olayların Müslümanlar açısından nasıl okunması gerektiğini göstermesi itibariyle önemli. Pek çok yazıda sistemli bir şekilde Müslümanlar üzerine yeni oyunlar oynandığını, Müslümanların bu oyunlar karşısında edilgen kaldığını vurguluyor. Bu milleti millet yapan asli unsur İslam olmasına rağmen toplumsal ve iktisadî hayatın şekillendirilmesinde Müslümanların yok sayılmasına haklı bir karşı duruşun adı oluyor yazar.

Kalabalık, tek başına bir kuvvet teşkil etmez. Kalabalığın kuvvete dönüşmesi şuurla mümkün olabilir. İsmet Özel; “Bir tarağın dişleri gibiyiz. Aynı sapa (hatta aynı sopa) bağlıyız; ama en yakın çevremiz bomboş. Bu boşluk içinde iyi ve kötü oluyoruz, iyileştiriyor ve kötüleştiriyoruz.” derken bu şuura işaret ediyor. Bu sözü Mehmet Akif’e dair anlatılan bir kıssayla birlikte düşünmek daha iyi olabilir: Akif’e, "Üstat ne zaman düzelecek bu ümmetin hali?" dize sorulduğunda; tereddüt etmeden; "Cuma namazına gelen cemaat sabah namazına da geldiği zaman!" der. Cuma namazında safları doldurup camilerin dışına taşan kalabalığa ümmet hüviyeti kazandıracak olan şey, şuurdur. İşte böylesi şuurlu bir kalabalık ciddi bir kuvvet demektir.

İsmet Özel, doksanlı yılların Türkiye’sinde konuşurken günümüz Müslümanlarına yönelik bazı öngörülerde de bulunuyor: “Daha da ilginç olan şu ki Türkiye’deki Müslümanlar şimdiye kadar kendilerinden esirgenen uğraşı alanlarına girmekle daha çok söz geçirme gücüne sahip oldukları zehabına kapılıyorlar. Bir alanda söz geçirdikleri zaman kullanılan yetkinin semeresini bir süre sonra yalnızlık olarak toplayıp toplamayacaklarını düşünmeleri gerek.”. Bu tespiti günümüz Müslümanları için değerlendirdiğimizde çok da isabetsiz olduğunu söyleyemiyoruz. Kamusal alanda ciddi makamlara gelen, ekonomik alanda geniş fırsatlar yakalayan Müslümanların, İslami tavır geliştirmek konusunda ne derece başarılı olduğunu görebiliyoruz. Yazar bu öngörünün ardından bir de uyarı yapıyor: “Rasulullah’ın sünnetinin ihyası bizim diktatör yalnızlığına uğramayacağımızın da bir güvencesi olacaktır.

İsmet Özel’in özellikle vurguladığı bir husus da “bu toprakları vatan kılan unsurun İslamiyet oluşu”dur. Türk tarihi boyunca Anadolu coğrafyasının uğradığı bütün felaketler İslam dininin birleştirici rolüyle atlatılmıştır. Bütün Avrupa birleşip bir yağma niyetiyle üstümüze Haçlı Seferleriyle yürüdüğünde bu toprakları ayağa kaldıran İslam’dır. Moğol İstilasına rağmen küllerinden yeni bir medeniyet kurduran İslam’dır. Birinci Dünya Harbinden sonra işgal edilen Türk topraklarını emperyalist güçlerin elinde oyuncak olmaktan kurtaran İslam’dır. İslamiyet Türk milletini öyle bir harçla yoğurmuştur ki artık Türk’ü Müslüman’dan, Müslüman’ı Türk’ten ayrı tarif etmek mümkün değildir. Bakın bu durumu nasıl izah ediyor İsmet Özel: “Eğer bu toprakları vatan kılan unsur Müslümanlıktan başka bir şey değilse ve bu ülke küçük veya büyük bütün badireleri atlatmak için Müslümanlıktan başka hiçbir toplumsal değere başvuramaz durumdaysa bizler ne dünyadaki Müslümanların bazıları, ne de Türkiye’de bulunan Müslümanların bazılarıyız. Bizler hiçbir açık kapı kalmayınca dahi geçilecek yerin bulunduğunu bilenlerin, herkesin her taraftan geçilebildiğini zannettiği zamanlarda ise sadece bir geçidin emniyet sağladığını bilenlerin varisleriyiz. Eskilerin en eskisinde ne vardı diye merak edenler e; en yeni, yepyeni ne var diye merak edenler de bize baksın.”. Bu değerlendirmeyi yaptıktan sonra Türkiye’de, özellikle dış siyasette güdümlü bir politika izlenmesini eleştiriyor. Bu güdümlü siyasetin esas sebebi olarak da insanımızın benliğini unutmuş olmasını gösteriyor. “Dolayısıyla kendi insicamının, kendi istikrarının ve kendi tesanüdünün şuuruna varmış bir Türkiye dünya sisteminin pençelerinin geçmeyeceği bir siyaset gütme kolaylığına da erebilir” diyerek bunu izah ediyor.

İsmet Özel’in yazılarının ve konferanslarının amacını şu ifadelerden çıkarabiliriz: “Ben tutturdum ülkemizde Müslümanların aralarından ‘güzide bir zümre’ çıkarmaları gerektiğini söylüyorum. Bu zümrenin, bu seçkin kesimin bir zihniyeti olduğu kadar, bir tutumu da temsil etmeleri gerektiğini savunuyorum.”. Bu amaçtan hareketle, İsmet Özel’in bir geleneğin takipçisi olduğunu da söyleyebiliyoruz.

İsmet Özel, cumhuriyetin kuruluşuna ve emperyalist devletlerle kurduğu ilişkiye dair de sert eleştiriler getiriyor: “Türkiye Cumhuriyeti teminatını galiplere verilen sözlere bağladı. Büyük düş kurmayacağına söz verdi. Sözünde hep durdu. Ne var ki sözünde durması yetmedi galiplere. Şimdi yeni şartlara niçin çabuk adapte olmadın diye azarlıyorlar onu. Türkiye Cumhuriyeti verecek cevap bulamayınca inisiyatifi yine galipler alıyor ve “Madem adaptasyonda aksaklık gösteriyorsun, yeni sözler ver bari!” diyorlar. ‘Büyük Düş kurmamak yetmez, büyük düş kurdurmayacağına da söz ver.”. Bu açıklama, ülkemizin Avrupa Birliğiyle, Amerika’yla ya da diğer güç odaklarıyla ilişkisini açıklaması bakımından önemlidir. Ne zaman ki milli bir hükümet kurulmaya çalışılsa ya da milli menfaatlere yönelik bir siyaset yürütülse milletin üzerine tanklar yürütülmek suretiyle bir dizginlemeye gidilmiştir.

Günümüz Müslümanlarına yönelik bir eleştiriyi de cemaatler üzerinden yapıyor yazar. İki taraflı bir değerlendirmeyle hem cemaatlerin ataletine hem de bu cemaatleri finanse eden güçlerin kirli ilişkilerine değiniyor. “Bu güne kadar sofular sadece sofu kalıp mevcudiyetlerini kafir otoritenin belirleyiciliğinden bağımsız kılan tutumu takınmadıkça Müslümanların birliğine matuf öncülüğü üstlenemediler.” diyerek bu yapıların içine düştüğü durumu eleştiriyor. Selçuklularda da Osmanlılarda da tarikatlar iktisadi ve sosyal hayatın düzenlenmesinde aktif rol almışlardır. Devletin ihtiyaç duyduğu hizmet erlerinin yetiştirilmesinde bu yapıların aktif rol üstlendiklerini biliyoruz. Tekke ve dergâhlarda yetişen ustaların yeni fethedilen yerlerin imarında ve irşadında büyük katkıları olmuştur. Bununla beraber bu yapılar kendi kendilerini finanse eden yapılardı. Günümüzde ise cemaatlerin bir kısmının gizli kaynaklarca beslendiklerini ve kısa sürede devletin bekasına ve toplumun ahlakına yönelik zararlı faaliyetlerin odağı olduğunu görüyoruz.

Bütün bu söylediklerimizle beraber çok daha fazlasını da söylüyor İsmet Özel ama sözün özü itibariyle bir karşı çıkışı, bir itirazı dile getiriyor: “Oyun, zilleti kendine yaraşır sayanların oyunudur. Biz bu oyunu bozmak üzere varız. Zorla bozacağız oyunu. Bizim zorumuz şiddet zoruna başvurmakla belirginleşmeyecek. Oyuna katılmadığı halde Müslüman kalma niteliğini gösteren herkes bir zor unsuru olacak dünya sisteminin karşısında.

Erhan Çamurcu
erhan.hoca.55@hotmail.com

20 Mayıs 2014 Salı

Ve'l-Asr: İnsan, ziyandadır.

"Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen."
- Şeyh Galib

"Dünyanın herhangi bir yerinde bir tek insan mahpus ise kendimi asla özgür hissedemem."
- Albert Camus

Hepimiz nankörüz. Sert mi başladım? Eğer yumuşak başlasaydım hepimiz adına nankörlüğe imza atmış olurdum. Nankörlükle başa çıkmamız gerekiyor. Tez zamanda bu tek tipleşmeye, yığınlaşmaya, gamsızlığa, gammazlığa, değersizleşmeye karşı durmamız şart. Tez zamanda kıymetimizin farkına varmak, değerimizi bilmek, anlama ve kavrama meziyetlerimizi ortaya çıkarmamız şart. Tez zamanda, şart. Çünkü hepimize zararda olduğumuz, ziyan olmamamız için dirilişe geçmemiz Kur’an’da bildirilmiş. Kitabı incelemeden önce hatırlayalım:

"Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir)."

Asr suresi Mekke-i Mükerreme’de nazil olmuştur ve üç ayettir. İmam-ı Şâfii, Asr suresi hakkında şöyle buyurmuş: “Kur'an-ı Kerimde başka hiç bir sure nâzil olmasaydı, şu pek kısa olan Asr suresi bile, insanların dünya ve âhiret seâdetlerini te'mine yeterdi. Bu sure, Kur'an-i Kerim’in bütün ilimlerini hâvidir (kucaklıyor)".

Kitaptakileri kimi okuyucu şairin şiiri, kimi okuyucu şairin hikâyesi, kimi okuyucu da tatlı sert acı gerçeklerin, kuru kavruk bezendiği metinler olarak okuyabilir. İsmet Özel’in sağlam doğruları ve dertleri arasında kaybolmamak da mümkün değil. Fakat her kayboluşta yeni bir çıkış olduğunu da düşünürsek şunu bulabiliriz: İsmet Özel “Neyi Kaybettiğini Hatırla” derken hatırımıza ara ara düşenleri değil, unutulan yahut unutturularak yok edilen kıymetlerimizi birer birer ok gibi fırlatıyor. Öyle uzaktan da değil. Çok yakından, yakınlarımızdan. Bu bir yakın dövüş de olabilir. Er/hâtun kişi niyetine.

"Sözün özü; anladıklarımızla dost oluruz, ancak dostlarımızı anlarız. Artık anlayamadığımız dostlarımızı kaybederiz. Düşmanlarımızı ise anlamamız mümkün değildir. Onlar anlamadığımız kadar düşmanımızdır. Oysa onları öğrenebiliriz. Onları çok iyi öğrenerek bize verecekleri zararı en aza indirebiliriz."
(Düşmanını Öğren, Dostunu Anla - sf. 51)

Dudaklarını birbirine vura vura “Müslümanım!” diyenlerin farkına var(a)madıkları ve içinde boğuldukları gâvurluklar, küfür sistemini bırakın reddetmeyi adeta buyur eden müminler(?), modernizmin her beze dolanan tarağıyla saçını düzleştirenler, su ısıtıcısına basıp belerken tespih çekmeyi ihmal etmeyenler, mikrodalgada hayatının ısıtan ama bir türlü çözemeyenlere(!) birer darbe. Pazara çıkmayan, pazarlık da yapmayan her kimse, işte onların kitabı Ve’l-Asr. İlk baskısından yıllar geçse de önemini kaybetmeden yine onları bekliyor; okuyucusunu. Yani dertdaşını.

"En doğrusu, gelin birbirimize hakkı tavsiye, sabrı tavsiye edelim demektir; ama kimin tavsiye etmeye ve tavsiye olunmaya liyakat kesbettiğini düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. İçinde yaşadığımız medeniyetin iliklerine kadar işlemiş olan riyanın hepimizi ne ölçüde etkilediğini bir bileydik ne iyi olurdu! Tavsiyeye lâyık olmayışımıza hayıflanmaktan fazlası elimizden gelmiyor diye düşünüyorum. En azından, kendim için gerçek bu. Emeğimi hüsrana boğmaksızın sarf edebileceğim bir alana çekilmeye ne büyük bir hasret duyduğumu bilen bir Allah'ın kulu var mı ki?" (Size Tavsiyem Odur Ki... - sf. 131)

Kitaptaki başlıkların içinde saklı hazineleri siz bulun. Siz kaldırın o sandığı. Kaldıracağınız şey sadece sandığın kapağı olmayacak. Bir yükü omuzlayacak, bir dertlinin derdine ortak olacak, böylece aynı safta aynı şeylere itiraz etmenin ferahına erecekseniz. İsmet Özel'in okuyucusu olmakla, onu anlayan olmak arasındaki farkı bu yazıya konu etmeyelim. Sadece Şûle Yayınları'ndan 2004 yılında yayımlanmış (2. baskı) Cuma Mektupları-10'da yer alan "Bir Zamanlar Bir İsmet Özel Vardı" başlıklı yazıdaki işarete göz dikelim yeter: "Neye emek verdiğimi anlamayan insanların benim adımı ağızlarına almalarından oldum olası büyük bir rahatsızlık duyarım, ilk yazımda dedim ki kitle iletişim araçları vesilesiyle yazı işine giren bir Müslüman’ın vazifesi dikkate değer şeyler yazmak değil yazdıklarıyla dikkatlerin Kur’an-ı Kerîm’de yoğunlaşmasını sağlamaktır."

İnsan tercihleriyle insandır. Ziyan olmamak bir tercih midir, zaruret mi? Kitap, belki de bunun cevabı...

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler
*Bu yazının tamamı Aşkar Dergisi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.