Tuzu Engin Denizlerin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tuzu Engin Denizlerin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Şubat 2025 Cumartesi

Bütün varlıklar âlemi birer açık yapıttır

Umberto Eco, sanat yapıtının okurla, izleyiciyle olan ilişkisini anlamlandırdığı eseri Açık Yapıt’ta, “Bir kitap ne başlar ne de biter, en fazla öyleymiş gibi yapar.” der. Bu söz, sanatçının emeğinin bir karşılık bulması için onu talep edende açtığı derinliğe bakmamız gerektiğini anlatır biraz da. Kitaplar, filmler, şarkılar; insanın zihniyle gönlü arasında bir salıncak kurar. Aklın ve kalbin işleyişi, bu salıncağın salınımından mutlaka beslenir. İhtiyaç anında hatırlanan bir dize, yolda yürürken ritmi tutturulan bir şarkı, ansızın beliriveren bir resim, “bir olasılıklar yumağı” olan dünyayı anlamlandırmamıza, yaşamımıza şekil vermemize, bazı başka hayat damarlarını keşfetmemize imkân sağlar.

Yahya Kemal’in ilk açık yapıtı Üsküp’tü. Henüz çocuk yaşlarında önüne açılan bu güzellik filtresi, sonrasında İstanbul’dan Bursa’ya, Varşova’dan Madrid’e kadar onun yaşam ölçüsü oldu. Boğaziçi ona “Baktığım daha bir kerre güzeldin” dedirtti. Îsâ Bey Camii’nde dinlediği ezanlar, salalar, Bursa’nın Ulu Camii’sinde aklına gelince ona bu kez “Üsküp ki Şar Dağında devamıydı Bursa’nın” dizesini yazdırdı. Çok sevdiği Üsküdar sokaklarında bir Ramazan günü “kaldım oruçsuz ve neşesiz” derken bile “Madem ki böyle duygularım kaldı, çok şükür." diye hissetmesi, Rumeli Türklüğünün iç âleminde ona bıraktığı tohumun bir meyvesiydi. Ahmet Hamdi Tanpınar gibi nice talebesini İstanbul surlarında gezdirirken anlatmak istediği tarih değil, tarihî olandı. Yani akan, içinde salındığımız, görmemiz ve mutlaka faydalanmamız gereken kıymetler; bugünü kavramamızı kolaylaştıracak enstrümanlar. Kocamustapaşa gibi bir semte baktığında orada ‘tarihî olan’ı fark eder, Türkçenin tüm cilveleriyle geleceğe sunardı: “Ahiret öyle yakın seyredilen manzarada / o kadar komşu ki dünyâya duvar yok arada / geçer insan bir adım atsa birinden birine / kavuşur karşıda kaybettiği bir sevdiğine.

İsmini Yahya Kemal’in Açık Deniz şiirindeki “hâlâ dilimdedir tuzu engin denizlerin!” dizesinden çekip alan bir Mehmet Samsakçı kitabı dolandı durdu elimde ne zamandır. Okurken neşeyi de tedirginliği de birlikte yaşadığım kitapları hemen bitirmeyi sevmiyor, onlarla olan ilişkime mutlaka makul bir takip mesafesi koyuyorum. Hayır buradan insanlarla olan ilişkimiz de esasında böyle olmalı demeyeceğim, çünkü öyle olması gerektiği herkesin malumu. Malum, âlim, ilim. Dili nasıl sevmeyelim? Türk kültürü ve edebiyatına dair yazılardan oluşan Tuzu Engin Denizlerin; metin karşısında okuyucunun nasıl bir konum alması gerektiğini öğreten -bu benim iddiam ve aksi ispatlanana kadar doğrudur- bir kitap. Edebiyattan yeni edebiyata, portrelerden tanıtımlara, şehir ve mimari yazılarından röportajlara kadar misaller sunan tarafıyla keyifli, zengin bir derleme. Yahya Kemal üzerine çok mühim gayretler ortaya koymuş Samsakçı, şairin “İnsanın ufku insandır” sözünü satırdan sadrımıza şöyle açıyor: “Büyük şair, herhalde ‘İnsan insanla açılır, insanla zenginleşir, çoğalır, insanla kendisinde bir şeyler yapacak kudreti bulur’ demiş olmalıdır. İçerisinde birçok insanlar, birçok hayatlar, birçok hayaller, hayal kırıklıkları barındıran ve bulunduran edebî metin ise, kendisindeki tükenmezlik, her çağa çağdaş olabilen her dem tazelikle bize sonsuz ufuklar, sonsuz açılımlar, cevherler sunar.

Edebiyat sevgisi, belirli bir noktaya geldiğinde hayatı insana daha berrak, şeffaf gösteren bir gözlük olur. Burada bir ara not: Bu sevgi, maddi-manevi enerjiyi yüksek dozda ister. Silik, tembel, şevksiz bir ilgiyi reddeder. Can kulağı, gönül dili arar. Soru ve sorgu talep eder. Hayatı gelişigüzel yaşamayı istemez. Yeme-içme, gezip tozma, alış-veriş gibi faaliyetlerin dışında; sesin ve sözün güzeline talip, ahengi önemseyen, duyarlı, hisli, sezgili kimselerle hemhal olmak ister. Şimdi ara nottan çıkıp devam edebiliriz. Okur, hasbi bir edebiyat sevgisiyle birlikte, hayata edebiyatla ve edebiyata da hayatla bakmaya başlar. Birinin ağırlığını diğeriyle hafifletir. Ne çok okumanın, sürekli okumanın yükünü taşımak, ne de hayatın yoruculuğu karşısında dirençsiz kalmak, sevdiğimiz ve istediğimiz şeyler değil. Bu nazarla düşündüğümüzde; denemeden şiire, romandan hikâyeye bütün insanlığa hayatı açıyor edebiyat. Hiçbir zaman anlamı aramaktan uzaklaşmak istemeyen, yaşamındaki o tadı, dokuyu, zevki kaybetmek istemeyen kimseler -samimi okurlar- için aşkın bir mesele bu yüzden edebiyat. Dünyaya, yaşama, insana, tabiata; hatta mahalleye, çeşmeye, köprüye, sahile bir ayna olabilmek, bir ayna tutabilmek için dilden büyük, dilden kudretli bir saz yok. Bu sazın akordu ezelden kurulu: insan kendini aramak zorundadır. Hurufattan nazariyata, güfteden besteye, böyle. Bu gerçeği görmek için Samsakçı’ya kulak verelim:

Bakan göz ve bu gözün entelektüel birikimi, kültür ve inanç seviyesi nesnenin, dolayısıyla bir sanat eserinin anlam açılımını zenginleştirecektir. Aslında bu bakış açısıyla her şey, bütün varlıklar alemi birer açık yapıttır. Zira bir nesneye, edebi ürüne, tabiata ya da insana bakış her zaman farklıdır. Ve bakılan, seyredilen nesnenin açıklığı da ona bakan kişinin konumuna, durumuna göre farklılık gösterir. Eseri okuma, seyretme, yorumlama, şerh etme vs. gücü çok olan bir insan için normalde çok kapalı görünen bir eser de açıktır. Nesnenin anlamı, özneden gelir. Nitekim Mehmet Kaplan, ‘Bakılan, bakana tâbidir’ der.

Aktüel edebiyatta tarihin ve tasavvufun nasıl işlendiğini sorgulayan, Sâmiha Ayverdi romanlarında kadının ve aşkın hâlleri arasında gezinen, Mustafa Kutlu’nun Nûr’undan Cahit Sıtkı’nın günahkârlık duygusuna uzanan, Kosova-Üsküp-İstanbul üçgeninde tarihi mirası didikleyen Tuzu Engin Denizlerin, okuruna ‘ikinci zaman’ı düşündüren, Mehmet Samsakçı’nın sözüyle “kelimenin bereketi edebiyattandır” dedirten bir kitap.

Yağız Gönüler
x.com/ekmekvemushaf