Nereden Gelip Nereye Gidiyor İnsan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nereden Gelip Nereye Gidiyor İnsan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ağustos 2020 Cumartesi

Mağrur olma taciz eder seni bir sinek

"İnsan Hakk'ta Hakk insanda
Arıyorsan bak insanda
Çok marifet var insanda
Madem ki ben bir insanım."
- Âşık Dâimî

Eskiler, "bir köyde kırk hane varsa orada muhakkak bir ârif bulunur" demişler. Bu âriflerden bazısı da vardır ki baştan ayağa sırlı oldukları için selamet der kenarest öğüdünce bir kuytuya çekilirler. Bu dünyadan el ayak çekmelerinden çok uzun seneler sonra yazdıkları birkaç sayfa söz, şiir ortaya çıkıverir. Bir bakılır ki o ârif, olmazdan evvel olmuş ve ölmezden evvel ölmüş. İşte Denizlili Mehmed Emîn Efendi de öyle biri. Belki biri kuyudan çıkarır da yayınlar diye birkaç sayfacık yazmış vaktiyle. Hem de ne güzel yazmış.

Köyde ilim ve irfan öksüz kalıp da yerlerini mala mülke paraya bırakınca, İbn Arabî gibi "Sizin taptığınıza da!" demiş, sonra birçok hakikat âşığı gibi ona da "gâvur" denilmiş. Bir seyr ü suluk risalesi olarak da okunabilecek kitabın çıkış 'öykü'sünü şöyle anlatıyor Emîn Efendi: "Bir zaman canım pek sıkıldığında şu âlemleri bir seyir ve temaşa edeyim diyerek yola revan oldum. Öyle bir gidiş ile ki bir saniyede milyonlarca kilometre mesafe kat ediyor idim. Yolda görmediğim şey kalmadı."

Mustafa Tatcı tarafından hazırlanan Nereden Gelip Nereye Gidiyor İnsan, müellif tarafından 1919-1924 yılları arasında kaleme alınmış. Bilinen yegâne nüshası Ankara Millî Kütüphanesi'nde kayıtlı. Çizgili bir deftere, 37 sayfa yazılmış. Asıl adı Hakîkatten Bir Bahis veyâ Teşrîh-i Hak. Henüz ilk sayfalardan itibaren anlıyoruz ki Mehmed Emîn Efendi'nin 81 senelik ömrünün (1873-1953) bir devrinde, kalp kapısı epey açılmış ve ilahî hikmetler oradan süzülüvermiş. Bu melamet eri belli ki kabında tutabildiklerini paylaşmak için kaleme sığınmış. Kim bilir o kaba sığmayıp taşanlar nelerdi? İnsan bunları da merak ediyor elbette.

İnsanın muhteşem bir varlık olarak bir türlü gaflet uykusundan uyanamaması meselesiyle başlıyor Emîn Efendi yazmaya. Oysa diyor zaman öyle bir zaman ki her şey ortada. Görebilen için ibretler de ortada hikmetler de. Hür doğan insanlar için cumhuriyeti de hür düşüncenin tahakkuku olarak yorumluyor. Gerçek sanılan efsanelerle çok vakit kaybedildiğini; âlimlerin, müneccimlerin, kâşiflerin, müverrihlerin ve hey'et-şinâs kimselerin kainat ve alemler bahsinden ondan birini bile bilmediklerini söylüyor. Sonra, "hiçbir şey yokken ne vardı?" sorusuyla başlayıp hem âlemlerin yaratılmasıyla Âlemlerin Rabb'inin maksadını yorumluyor. Aşk ateşiyle beraber kürelerin raksını, güneşten kopan yolcuları, güneşin hayatın kaynağı oluşunu, kara âlemi, büyük boşluğu, ihtilaf ve zıtlığın sebebini, boşlukların dolmasını bilime irfanî nazardan bakarak anlatıyor. Hak'tan başka bir şey yoktur, diyor her seferinde. Hayatın evvela sudan nebâtâta ve oradan da hayvanâta geldiğini hatırlatıyor. Hayat insana gelinceye kadar olan hadiseleri kısaca yorumladıktan sonra aşkın insana isabet etmesiyle insanın bu âlemin aziz misafiri oluşuna değiniyor.

"Allah insanda tecellî etmiştir de lâkin insanlar kendilerini bilip takdir edemiyorlar. Yerleri ve gökleri yoktan var eden Allah belki de insana gelmiştir de ona 'Ene'l-Hakk' diyerek feryâd ediyordur. Biz onu duyuyoruz. Duysak bile sem' ve itibâra almayıp inkârda ısrar ile kırda bayırda Allah arıyoruz... İnsan acaibü'l-acaib, anlaşılmaz öyle bir muammadır ki kendisini kendi dahi fehm ve idrâk edip anlayamaz. Aynı göz gibi ki göz her şeyleri görür, kendini göremez. İşte bunun içindir ki insan kendi kıymetini takdir edemez. Her tehlikeye atılır, sıhhatini muhafaza etmez, meratib-i aliyyeden derk-i esfele tenezzül eder."

Mehmet Emîn Efendi, insanların olayları yorumlarken hakikati gözardı etmelerinden yakınıyor. Nasıl ki hiçbir şey yoktan var olmamıştır, o hâlde olan her şey hayırlıdır. Kainatta yakışıksız hiçbir şey yoktur. Tabiatın her işi yerli yerindedir. İnsanın aklı ermese de her şeyin içinde hayır da saklıdır şer de. İnsan mümkün olduğunda ibretini almalı ve teyakkuz hâlinde yaşamalıdır. Şükür ve tefekkür bu yaşamın baş tacı olmalıdır. Her şeyin geldiği yere döneceğini ikaz niyetiyle hatırlatan Emîn Efendi'nin şu sözü üzerinde durup düşünmeli: "Herkesin huyu ve tabiatı hayatta iken cenneti ve cehennemidir."

İnsanların muhakkak bir bildiği var ama milyonlarca bilmediği var. Âlemlerin ömrünce yaşansa bile bu bilgiye erişmek mümkün değil. Çünkü âlemler yaşadıkça var oluş ve yok oluş sürüyor. Her an bir şeyler oluyor. Ana haber bültenini on beş dakika izleyince bile bunu görebiliyoruz. Yeryüzünün her yerinde birileri doğuyor, öbürleri ölüyor. Birileri zengin oluyor, öbürleri yoksullaşıyor. Sadece insan penceresinden değil; bitki, hayvan ve tabiat penceresinden bakınca da sürekli bir hareket görüyoruz. Acaba tüm bunları kavrama çabası gütmek yerine başka bir şeye mi yoğunlaşmalı? O içeriden gelen sese mi kulak vermeli? "Ey insan! Sende söyleyen ve dinleyip duyan ve dileyen ve gören ve tefekkür edip düşünerek fehm ve idrâk edip bilen nedir ve kimdir ki? Bunlar etin ve kemiklerin ve kanın ve sinirlerin işi değildir." diyor Emîn Efendi, bu satırları okuyanın ağzından hemen bir "Aman Ya Rabbi" çıkıveriyor. Yanlış anlaşılmasın, müellifin yaptığı süt çocuğuna bulgur pilavı verip onu boğmak değil. Tam aksine hakikat denen okyanusta bir damla olmaya niyetliysen, dervişliğe talebin varsa, demir leblebi çiğnemeyi göze alacaksın der gibi konuşuyor bizimle. An geliyor, o da bizimle beraber efkara düşüyor: "Gam nedir bilmez idik. İnsan olduk da başımızı bin bir belaya koyduk. Bin türlü dertler, belalar, gamlar, korkular... daha güneşe karşı işemeğe günah diyorlar."

Emîn Efendi, yolculuğu esnasında seyrettiklerini anlatırken, yaşadığı 'tuhaflıklar'a da değiniyor. Gayet yorgun ve aç olduğu günlerden birinde, bir ağaca yaklaşıp meyve koparmak istemiş de onun "Allah!" diye bağırdığını duyunca vazgeçmiş. Başka bir yere gitmiş, bakmış ki Allah diyen kimse yok. Çünkü görmüş ki orada Hakk'tan gayrı bir şey yok. Sesin sedanın, hareketin sükunun, makamın mekanın, yakının uzağın, mazinin istikbalin, yolun izin olmadığı bir yere vardığında korkmuş. "İşte burada kendimi kaybettim" diyor, "nasılsa bir avdetle kendime geldim, amma berbad oldum."

Hazret, eserinin sonlarına doğru insana manevi anlamda arınmak; iyi ve güzel bir insan olabilmek için kendince bildiğini söylüyor: İnsana iyilik etmek Hakk'a iyilik etmektir. İnsanların cümlesi kardeştirler. Birleştiren yalnızca aşktır. Kimsenin bedduasını almamalı, daima rızasını gözetmeli. Çünkü insanın rızası Allah'ın rızasıdır. Hak arıyorsan hemen kendi yakanı tut. İnsan olmak güçtür, çok güçtür. Fakat insandan başka da Hakk ve hakikat yoktur:

"Büyük ve küçük bütün varlıkta her ne var ise cümlesi de tamamıyla insandadır. İnsan bu varlık ağacının evvela tohumudur, sonra da çekirdeği ve meyvesidir, mahsulüdür. O kadar büyük ve o kadar ucu bucağı ve haddi hesabı olmayan büyük bir varlık en küçük bir insanda cem olmuştur. Başka bir şey, insan gibi her varlığı cem edememiştir. İşte bunun içinde insandan başka Hak denebilecek bir şey bulunamıyor. Bütün bu varlıktan maksad-ı aslî insandı. Cümle kainat ve zerrât-ı avâlim insanı vücuda getirmek için birer alet idi. Şeker istihsali için bin bir türlü alet ve edevat ile bir şeker fabrikası yapıldığı gibi."

Tasavvuf kitapları okumanın en lezzetli yanlarından biri de bu: Hiçbir şöhreti olmamış, kendi hâlinde yaşamış ve geriye iki üç satır gibi görünse de insanı gönül hânesinden vuran sözler bırakmış bir ârifle tanışmak.

Kitabın başında kendisinin birkaç şiiri de yer alıyor. Onlardan birkaç dizeyle yazımı bitirirken, Emîn Efendi'nin ruh-ı revanının şâd ü handan olmasını niyaz ederim.

"Ayıpsız olur mu insan olanlar / ayıpsız olanlar hiç olmayanlar."
"Yılan gibi zehri olan nefsin eğer / çocuk olup ağlarsa da verme meme."
"Mal cana yongaysa eğer / mal çok olunca can biter."
"Ah şu boğaz ah bu boğaz / ne oruç tanır ne namaz."
"Mağrur olma taciz eder seni bir sinek / İncitme hiçbir canlıyı hayat müşterek."
"Her işim daima cânânın işidir / ne için ben tevbe istiğfar edeyim."
"Şu pek dar vücudun binasını yık / bütün varlık dağının tepesine çık."
"Olmamdan çok evvel olmuşum / ölmemden çok evvel ölmüşüm."
"Ârif sana ne eyledi yakma onu / insafa gel, insafa gel, insafa gel."

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf