Jorge Luis Borges etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Jorge Luis Borges etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Kasım 2020 Salı

Alçaklığın evrensel talihi: işler neden rast gidiyor?

Cennete, kapıyı kırarak giremeyiz.
- Murat Menteş (Diken, 27.01.2015)

Kötülükle arasına mesafe koyamayanların, alçakların, karanlığın tarafında yer alanların bir gün mutlaka layığını bulacaklarına hepimiz inanırız. Çok azımız hariç, mücrimin önünde sonunda kımıltısız bir cesede dönüşeceğinden, hiç değilse yaşarken çürümüş bir kumaştan farksız olacağından şüphe duymayız. İnancımız bizi ayakta tutar. Üç beş sarsılmaya aldırış etmeyiz bile. Nasıl olsa alesta bekleyen ilahi adalet ya burada ya da kendi huzurunda tecelli edecektir. Umursamazın, gammazın, alçak ve kötünün, ihanetle arasından su sızmayanın yaptıkları yanına kâr kalmayacaktır. Alçaklığın evrensel tarihi bize bunu söylüyor.

Tarih bunu söylerken yepyeni bir soruyu görmezden geliyor. Alçakların, hodbinlerin talihlerinin neden hâlâ rast gittiğini cevaplayamıyor. Veya arada kalmışlık hissi bu sorunun ve cevabının arasına mermiler, gürültüler, ölümler ve öldürmeler, yanlı kararlar, paktlar, uzlaşmalar sokarak işi uzun tutuyor. Arada kalmışlık hissi, yani ılık suya elimizi daldırdığımızda her iki ısıyı da hissedip hangisinin baskın olduğunu anlamlandıramama durumu. Tarihin çıkmazı belki de budur. Bu çıkmaza rağmen yaşamak, hâlâ kalanlar için bir ıstırap sürecidir. Ölünceye kadar oynanan oyunlardan bir oyundur. Ve maalesef yaşamak, komplocuların, bir koyup beş alanların ustaca oynadığı, sıklıkla galip geldiği bir gölgeler oyunudur.

Alçaklıktan bahsederken olabildiğince naif bir tanımlamadan söz ettiğimiz anlaşılmasın. Yolunu şaşırmış, karakterinde tahribatın olduğu kimselerin yaptıkları mezalim duruştan söz etmiyoruz. Her eli kanlı şiddet yanlısı gasp etme, musallat olma hatta cana kıyma gibi cürümleri kolayca işleyebilir. Olağandır. Sözünü ettiğimiz alçaklık, alçağın hedef gözetmeksizin, etik kaygıları bertaraf ederek giriştiği düzenbazlığın, kurnazlık ve aldatmanın bütünüdür. Dahası, bu tutumunu sürekli hale getirmesi, uluslaştırması, ırksallaştırması, sistemleştirmesidir. Eğer bir çeşit mutluluk rüzgârına kapılmış giderken olur olmadık bir anda başımıza iş açılıyor, elimizde avucumuzda ne varsa yitiriyorsak kaderin cilvesine değil, bir alçağın kurduğu tuzağa kapıldık demektir.

Alçaklığın evrensel tarihi insanlığın öz bilgisine eriştiği ilk andan beridir var. Jean-Jacques Rousseau'cu görüş, meseleyi bir toprak parçasını çitle çevirenin iddiasına kadar götürür. Bir çit, ilk alçağı idealize etmiştir. Çelişki, su götürmez bir gerçeğe kaşla göz arasında dönüşmüştür. Benzer şekilde, İbn Haldun’da da bu tasavvuru farklı metaforlarla görürüz fakat kaderin cilvesidir ki İbn Haldun’u garbın literatüründe göremeyiz. Alçaklık, dar bakış açısına buyur edeceği kimseleri ince elemez, sık dokumaz. Görmeyi arzu ettiğini görür. Alçaklığın evrensel talihi, bir noktadan sonra Westphalia modeline uygun olarak işler. Uluslaştırmaktan kastım da tam olarak buydu. Ortadoğu coğrafyası, 2011 sonrasında yine Whesphalia’ya uygun şekilde tanzim edilirken alçaklık da kurulup serpileceği sofrayı hedef gözetmeksizin hazırlamış oldu. Alçaklığı yirmi ana madde ile tasavvur edeceğiz, ancak uzlaşıyı ve kamusallaştırmayı -barış ve sükûnet anlamına gelen hesuschiayı gerektiren medeniyet, alçakların elinde yalnızca elde edilmek istenene uygun olarak tasarlandı. Vazdalizmi önceledi. Kötülük, kendisine çamur iken şekil verenin, şekil verirken ruh üfleyenin, ruhuna uygun olarak sömürenin elinde arkaik fakat her daim güncellenerek lanetlemelerle, katliam ve el koymalarla kâr kaldı. Dolayısıyla arzu, alçağın ve hodbinin kılığına girdi. Alçağın ve alçaklığın tanımını yaparken sizler de tarihteki olan bitenleri tasavvur edin, isim vermesek de hangi ulus-bayraklara denk geldiğini tahmin edin. Böylece işlerinin neden rast gittiğini kavrayabiliriz.

Alçaklık 1: Alçak, elde edecekleri uğruna kitlesel yok edişleri reva görür. Yazılı bir tarihe değil, yazılabilir tarihe biat eder.
Alçaklık 2: Alçak için ganimet, tabiatın herkes için adil dağılımla verdiklerini kendi hissesine geçirmesi için göz kamaştıran sebeplerden bir sebeptir. Elde edeceklerinin hırsı, elden çıkaracaklarını basitleştirir, değersizleştirir.
Alçaklık 3: Alçak için kutsiyet, ancak ve ancak yapmayı tasarladığı alçaklığın değirmenine su taşıyorsa saygıya değerdir. Kof bir inanç, güçsüzlük alametidir.
Alçaklık 4: Alçak, kolayca kazanmanın değil herkesin görebileceği ölçüde bir mücadelenin yanlısıdır. Haklı gösterilmek yerine haklı görünmek alçağın meziyetidir.
Alçaklık 5: Alçaklık, bir an için kendisine inananları doymaz iştahına kurban eden sürekliliğin adıdır. Bir defaya mahsus olan, kötülüktür. Alçaklık, melanetlerin sürekli olarak zuhur etmesidir.
Alçaklık 6: Alçaklıkta kendi halindeki naifin, saf olanın rızkına çullanmak olağandır. Alçak olan, çullanırken kendisine karşı direnenleri gözünün yaşına bakmadan yok eder.
Alçaklık 7: Alçaklık, kendisine meşru zeminler “oluşturup” zarar vermeyi önceler. Bu öncelik, kurbanın bir anlık kusur veya boşluğu bulunduğunda kusursuzca uygulanır. Alçak için aldanmak veya boşluk vermek, galebe çalmaya yeter sebeptir.
Alçaklık 8: Alçak olan, ahlâki değerleri veya evrensel yasaları yalnızca alçakça davranmasına icazet verecekse kaale alır. İnançlar, suistimal edildikçe kıymete biner.
Alçaklık 9: Alçaklığın nezdinde dürüstlük, hilesine sadık kaldıkça geçerlidir. Hileli alçak, dürüsttür.
Alçaklık 10: Alçak olan, bir öncekinden daha kayda değer kötülük yapmadıkça kendisine olan saygısı yerine gelmez. Alçaklık büyüyerek, güçlenerek var olur.
Alçaklık 11: Alçağın nezdinde zafere giden yolda kaybedilen her şey ufak tefek kayıplardır. Aslolan, yutarak büyümek, iktidarı sağlama alabilmektir.
Alçaklık 12: Alçak olan, kendisini var etmek için kazanca tamah eden yeni tipolojiler icat eder. Onlarsız bir hiç, onlar varken ilahlaştırılacak bir güç gibi olur. Bilinçsiz bir hazıra konucu, iyi bir alçağın yükselmesi için nimettir.
Alçaklık 13: Alçak, zanaatıyla yaşam sevinci üreten ve böylece ilkeli bir şekilde yaşayanları kendi zalimce himmetlerine muhtaçlar hâline getirir.
Alçaklık 14: Alçaklık, konfor ve tatmin duygusu uğruna başka her şeyi gözden çıkarmaya hazırdır. Gözden çıkanlar, alçaklığın kontrolü dahilinde azat olunur.
Alçaklık 15: Alçak, kurulu bir sofra varsa kurulup sömürmek; yoksa, bir sofra kurarak sömürmek ister. Gökten icazet alarak veya yeryüzünün beyhudeliğine inandırarak sofrasını kurar, kurulu sofraya yerleşir.
Alçaklık 16: Alçak, kendisinden daha alçakça davranan bir başkasını yutmadan serpilemez. Tekelleşmek, alçağın nazarında yegâne maksattır.
Alçaklık 17: Alçak, arzunun kendi ruhunda iktidar olmasına razı olur. Cesareti yaratmak yerine, yaratmanın cesaretine kapılarak inandığını yapmaz, sıklıkla yaptığına inanır.
Alçaklık 18: Alçaklık, gözü pek olmayı durum ancak lehine dönmeyecekse kof görür. Aksi durumda tüm gözü pek hamleler alçağın kibrini okşar.
Alçaklık 19: Alçaklık, her gözü pekten çıkmaz, ancak her alçağın içinde hain bir gözü peklik barınır.
Alçaklık 20: Alçak, kazandıklarıyla başı dönen, minnet duygusundan yoksun olan ve geldiği noktadan geriye bakmayı kabahat görendir. Kazandıkça kazanmaya odaklı bir tüccardır o.

Alçaklığın evrensel talihi bu yüzden yaver gidiyor, işleri tam da olması gerektiği gibi ilerliyor. Kâh siyah ırkın lanetlenmesi için tarihi Eski Ahit’e götürüp Kabil’in soyuna bağlıyor; kâh da yeni bir dil peyda ederek ortak sömürge tarihinin meşruiyetini ilan ediyor. Yetmiyor, bu alfabeyi bir başka kavmi yok saymak için kullanabiliyor. Yerli halkı lağvediyor, kanlı tarihin izlerini bir kez bile anmıyor. Coğrafi keşifleri legal, bu esnada katledilen binlerce insanın hatırlatılmasını illegal addediyor. Devrimler, önce kendi evladını tükettiğinde alçak sessiz kalıyor, kendisine karşı yükselen her sesi kısmak için ise türlü melanetleri derhal uyguluyor.

Bu döngü ve daha bir yığın hadise tarih boyunca ufak tefek aksamalar dışında işlerin tıkırında ilerlemesini sürdürürken alçağın bu dünyada emeline ulaşmasının önünde henüz kayda değer bir engel oluşmuyor bile. İşler, alçak nezdinde şimdilik rast gidiyor. Çünkü şiddet, alçak için bir lükstür. Benzer şekilde, lüks de bir şiddettir. Jorge Luis Borges’in işaret ettiği gibi, iyi bir köle oldukça pahalıdır ancak onlar da o kadar değer bilmezdir ki hastalanıp ölebilirler. Bu nazar, alçağın dünya tasavvurunu ifşa eder. Oysa bizler, yani alçağın dünyasındaki ötekileştirilen lanetliler, görülen ve görülmeyen bütün alçaklar karşısında duruyoruz. O kadar yalnızız ki, neredeyse çağdaşımız yoktur, herkes ölüdür. Yine de canla başla raks eden dervişlerimiz diri, halaya duran kızlarımızın feri belirgindir. Ötelerde mutlaka, fakat bu dünyada da akıbetlerine merak döllüyoruz.

Hüseyin Hakan
twitter.com/huseyinhakann

23 Temmuz 2020 Perşembe

Okuyucu şiirin kendisidir!

Birçokları için “Anlar” şiiridir Jorge Luis Borges. Onlar bilirler ki; bu şiiri buzdolabının kapağına yapıştıranlar hayatın dönüşeceğine iman etmişlerdendir. Bilgi işi değildir bu. İman önemlidir! Evveliyatında Edgar Allan Poe’nin başlattığı fantastik edebiyat geleneğini izleyen Borges, felsefenin tadına baktıkça eklektik bir bütüne dönüşür. İlânihaye avangard akıma şöyle bir göz atıp onu da kendi felsefesi ile bezeyince, post-avangard bir kendiliğe ulaşır. “Öz sorgulama” der bu sürece ki “Anlar” bu öz sorgulamanın ve Borges felsefesinin etiketi gibidir.

Yayıncılıkta, uzun yıllardır yapılmış en keyifli ve kaliteli işlerden biri haline gelen Ex-libres serisi dâhilinde çevirisi sunulan Şu Şiir İşciliği, Ketebe Yayınları tarafından basılarak serinin incileri arasına yerleşti. Bir psikoterapistten yardım alarak bu öz sorgusunu konuşma yoluyla dinleyiciye ve bize ulaştırmaya ikna olan Borges’in, 67-68 yıllarında Harvard Üniversitesi’nde verdiği konferanslar; Şiir Bilmecesi, Metafor, Hikaye Anlatımları, Sözün Müziği ve Çeviri, Düşünce ve Şiir, Şiirin Amentüsü isimlerinde, altı başlıktan oluşuyor. Şiirin tanımını yapmaya çalışırken ortaya koyduğu cümlenin yetersizliğine, kahvenin de tadının bu kadar anlatılabileceğini ekleyen Borges, yetersiz kaldığı noktada dahi yeni bir şiir yazabilmenin şiarı gibidir. Budur işte o başkalığın kaynağındaki erguvan kokulu şairin dehası.

İçine felsefe bulaşmış her şeyde olduğu gibi Borges’de de mana ve cisim başkadır. “Şey” başkadır. Çünkü o, bir alana gömülmüş okumaların teşbihini “Yıldızlara hiç bakmamış astronomların eserlerini okuyormuş gibi” olmak cümlesi ile betimlerken, estetik üzerine yazmak ile şiir yazmak arasındaki farkın ifade edilebileceği en doğru cümleyi kurmuştur. Borges başkadır evet: Onda yaşam, şiirden ifade edilmiş bir algoritmadır; “kitaplar ise şiir için birer vesiledir.”. Emerson’ın ölüler mağarası olarak ifade ettiği kütüphaneler okuyucuyla dillenir, şiirlenir. Okuyucu şiirin kendisidir!

İlk bölüm Borges’in kendisine giriştir. Şiirin ontolojik statüsü ile ilgilenir. Ancak ve ancak etimolojiye ve dile hâkim olabilenlerin gerçek bir şiir yazabildiğini savunur. Onun için, her iki dili de özümsemiş bir çevirinin değeri paha biçilemezdir. Aksi halde, ismini ilk defa burada duyacağımız usta Rafael Cansinos Asssens’in, Tanrı’dan, kendisini güzelliklerden koruması dileği ile yazdığı şiirdeki duayı, nasıl böylesi haklı bulabilirdik ki? İkinci bölüm olan “Metafor” bahsinde ise şairlerin, bunca kombinasyon varken, aynı metaforlarda dolap beygiri gibi dönmelerinin gerçeğini ve aslında aynı görünen metaforun aynı kalamadığını anlatmaya çalışır. Metaforun değeri de budur zaten Borges için; okuyucu tarafınca belirlenir. Söz temsili: bugün, hiç kimse “kral” kelimesini, aynı soydan ve ulustan gelenlerin başında onlardan olan kişi anlamında kullanmaz. Kral kelimesi artık gerçek anlamını tamamen yitirip farklı metaforlar arasında gezinmektedir. Bu yüzden Jorge Luis Borges bunca sınırsız anlam arasında sınırlı kalan metaforlar üzerine uzunca düşünmüştür. Mesela bütün şairlerce “uyku” olarak kalıplaşmış “ölüm” bunlardan biridir. Hoş ve sanatsal algılatılmak istenilen “savaş” kelimesi için; “kılıçların dansı” denmesi de öyle... “Güçlü metafor anlamı zenginleştirmez hermenötik çerçevesini bozar” derken ise şiirin neden sıradan olanla daha şık ve kolay ifade edildiğini biraz daha derinleştirir. Artık Borges’i neden bunca sevdiğimizin de cevapları bir bir verilmektedir.

Sen ki müziksin müzik dinlerken hüznün niye? Odysseia’yı okurken dinlediğimiz, şiirden ziyade, tuzlu su akıntılarının hikâyesi değil midir diye sorar Borges. Öyledir de! Şiirden yana içinizi ikna etmeyenlerin ne olmadığını öğretir ince ince dokuduğu şiir işçiliğiyle. “Bütün sanatlar daima müziğin durumunu arzular” cümlesinden; şiirden iyi olan tek şeyin notalara eklenmiş şiir olduğunu anlatır. Sokaktaki insana entelektüelden daha yakındır şiir Borges için. Bu çok etkileyici bir detaydır. Gerçek şiirin günlük dille ifade edildiğinden bahseder. Ve müziğin onun üzerine çıkabilen biricik bütünlük olduğundan.

Son konuşmada yani altıncı günde, Borges, şiiri, gençken mutsuz olmak ile yaşlandıkça geç kalmış olmak korkusu arasında; “Şiirin Amentüsü”yle, şairin amentüsü olarak birbirinden ayırmıştır. Tıpkı her insanın Tanrısı’nın farklı olması gibi bir kinaye ile biter böylece şiirin işçiliği… Jorge Luis Borges başkadır evet: Onun, “Yazarken düşlere sadık kalmaya çalıştım” dediği düş kendi düşüdür. Konuşmaya zor ikna edilen mütevaziliği, dolu başağın başının eğik olmasından mülhemdir. Şiirin güneşi ya da şiir dilinde; Tanrı’nın parlak kandilidir. Ve dondurma her daim bezelyeden daha lezzetlidir.

Mavi Çınar
instagram.com/psikologmavicinar/