Doğmuşlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Doğmuşlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Aralık 2023 Cumartesi

İnsan aradığı anlam kadardır

“Ölmeden önce ölmek için doğduktan sonra doğmak gerek.”

Kendini bilmeye başladığında arayışı da başlar insanın. Bir ayna ister kendine, bir nefes, sesinin yankısını duyacağı bir “öteki”. Önceleri ne kadar “ben” olmanın hevesinde olsa da arayışın yolları hep “biz” çıkışı verir. Öyledir çünkü; “İnsan insana gelmezse başka bir şey gelecektir muhakkak. Kıyamet? Büyük felaket? Dünyanın sonu? Bir şey gelecektir muhakkak.

Ana karakterimiz Yazar, muhitinden ve hatta kendinden bunalmış olmanın bahanesiyle yeni bir hikayenin peşine düşer “Doğmuşlar mahallesine”. Genel kanaate göre burası izbe ve tekinsiz diye nitelendirilse de Yazara göre insanların “biz” olmaya hala ve ısrarla devam ettikleri yerdir. Kendi muhiti olan “Birlik mahallesi” isminin aksine bir savaş meydanıdır Yazar için. Herkes aşırı önemlidir ve herkes aşırı yalnızdır. Birbirine değmeden yaşayan insanlar zümresi için oldukça ironik bir isimdir muhitinin ismi. Ayşegül Genç, benlik ve bizlik kavramlarını irdelediği romanda Yazara söylettiği şu sözle okuru kendi anlam dünyasını gözden geçirmeye de davet eder; “BENin ömrü en fazla yüzyıldır, BİZin ömrü birbirine ulanır.

Yazar karakterinin yolculuğuyla iki ayrı dünyanın aslında ne kadar aynı sorunlarla boğuştuğunu, arayışın, buluşun, bulamayışın, kayboluşun sosyal statüleri aşan ve herkesi eşitleyen problemler olduğunu nitelikli bir kalemden okuyoruz. Klasik roman metinleri gibi değil Doğmuşlar kitabı. Kısa, birbirinden bağımsız metinler gibi duran, okuyucuyu sürekli uyanık tutacak şekilde kaleme alınmış bir mizanpaja sahip. Yazarın kendi iç hesaplaşmaları ve sorgulamaları, okuru da kendi dünyasında yeni sorular ve cevaplar bulmaya yönlendiriyor usta bir dille. Arada ses kaydı olarak adlandırılan bölümler insanın kendi içindeki o susmayan ve birbiriyle çelişen diyalogları yalın ve gerçek bir şekilde yansıtmış.

Yazar Doğmuşlar Mahallesini, ilk anda gönlünü kaptırdığı Arzu’yu, Arzu’nun ve Abi Melek’in aşkını anlatmak istiyor. Herkes o mahalledeki kötülüğü ve suçu görürken o başka bir gözle bakmanın niyetinde. Yeni muhitteki dostu muhtar, aslında Yazarın ruhunun aç olduğunu, onu buraya getirenin ruhundaki o açlığı doyurmak hevesi olduğunu söylediğinde içten içe kendini aklamanın bir yolunu arasa da muhtarın haklı olduğunun farkındadır. İnsanın kendini bir başkasının sözleriyle bulması bir yandan tatlı gelse de diğer yandan çıplak ve savunmasız hissettirir. Ama yalan değildir muhtarın söylediği, ruhu açtır ve olanı olduğu gibi değil dolaylı şekilde anlatmak, kendisini de okuru da yorarken doyurur diye ümit etmektedir. Aslında tüm yolculuklar da bunun içindir, ruhunu doyurmak ister insan. Çünkü dünyaya sürgününden önceki yeri cennettir. Oradaki sonsuzluğun, oradaki nurun eksikliğini çekmektedir dünyada. Arayışı, adımları kendi içindeki o tamamlanmayan boşluğu kapatmak içindir. Genç, Yazar karakteri üzerinden okura kendi hakikatini de sorgulatır. Yazar bir hakikat yolcusu olarak nitelendirilemez belki direkt olarak, fakat her kayboluş bir hakikatin de izini sürmektir aynı zamanda. Genç şöyle ifade ediyor kitapta bu açmazı; “…var olmak ayrı, inanmak ayrı. Doğmuş olmak ayrı, yaşıyor olmak ayrı.

Yazar bu ayrımı idrak ettiğinden beri yaşamanın peşindedir. Yaşamak yaralanmaktır. İnsan yaşadığını hissetmenin bir yolunu bulmak ister. Ölmeden önce anlamlı bir hikaye inşa etmek, varım ve buradayım diyebilmek ister. Bunun için yaralanmayı göze almak lazımdır. Yazar kurmak istediği hikayenin kahramanı olmayı yakıştırır kendine için için. Doğmuşlar mahallesine yaptığı ziyaretler, oradaki yüzler, hayatlar, Yazarın mütemadiyen geçmişinden sahnelerle yüzleşmesine neleri aşıp nerelerde yalpaladığını görmesine vesile olur. İnsan tahmin etmeyeceği yüzlerde ve hayatlarda kendisinden parçalar bulduğunda, o güne kadar kurduğu anlam tasavvuru da sarsılır. Yazarın tamamlanacağını sandığı ve “öteki” gördüğü bu insanlara aşinalığı yüzleşmenin boyutunu da arttırır. Ve vardığı kanıyı şöyle ifade eder; “Bir hikayeyi koşarak, akarak, eserek anlatmak artık geride kaldı, çağımızda ancak düşerek parçalanarak anlatabiliriz.” Yazar artık ne kendi mahallesine aittir ne de Doğmuşlar mahallesine. Araftadır, kaybolmuştur.

Roman boyunca yazarın düşüşleri, kalkışları, yeniden başlama çabası, iki mahalle arasında ve kendi içinde büyüyen boşluk, aidiyet ve aşkın peşindeki derin sorgulamaları kitabın slogan cümlesi olan, epigraf olarak da seçtiğim cümleye götürüyor okuru; “Ölmeden önce ölmek için, doğduktan sonra doğmak gerek.” İnsanın kendini yeniden doğurması için önce öldürmesi gerek. Peki insan kendine kıyabilir, toz kondurabilir mi? Yazar ne kadar “bizi” aradığını söylese de her tökezlediğinde benliği öne çıkıp, ölüme direnen ve ötekileri suçlayan birine dönüşür. Böylelikle insanın uslanmaz yanına şahit oluruz. İnsan aradığı anlam kadardır aslında. Ve o anlama giden yol her zaman dikenli olacaktır.

Bir bütün olarak baktığımızda romanın alt metinleri yoğun ve yapıcı bir rahatsız edicilik söz konusu. Ayşegül Genç’in diğer kitaplarında da gördüğümüz iç sesler, hesaplaşmalar okuru aynalar nitelikte. Alışılmadık bir düzene sahip olsa da hikâye ve üslup bağlamında doyuran ve doğuran bir roman diyebiliriz. Birkaç alıntıyla bitirelim.

“Aşk iki insanın birbirini sürekli eksiltip tamamlaması demek. O zaman aşk da farklı değil. Sadece dostluk farklı. Dostlukta ne emir ne itaat ne eksiltme ne tamamlama var. İki insanı bir arada tutan bir giz var. Karşısındaki insanın iyiliğini güzelliğini kendisi için değil ‘onun kendisi için’ istemek var.”

“Varsın bize kötü desinler bizim niyetimiz iyi niyet ile tamam olmaktır.”

“İnsan sadece nefret ettiği güçlüyü değil alt edemediği güçsüzü de günah keçisi ilan eder.”

“Adil olana teşekkür edersen adilce, şefkatli olana teşekkür edersen müşfikçe, cömert olana teşekkür edersen cömertçe, aptallık edene teşekkür edersen aptalca bir iş yapmış olursun. Şükür anlamı anmak demek çünkü.”

“Sevmek, düzeltmek, haksızlıkları gidermek için bile neden insanın rızası gerekiyordu. İnsan aksaklıklar çıkmasın diye uğraşırken, neden her seferinde aksaklığın ta kendisi oluyordu.”

“İnsan son söyleyeceğini ilk söylediğinde yeni bir son söz icat etmesi gerekir.”

Sevdenur Yazıcı