Dile Gelen Taş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dile Gelen Taş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Nisan 2025 Çarşamba

Kimsin? Nereden, nasıl, ne zaman, ne niçin geldin?

Yazı, çizi, şan ve şöhret için dünyaya gelmeyen bir yürek niçin dünyaya gelmiştir?

Aslında bu sual hepimizi kapsıyor niçin dünyaya geldik? Biz bu dünyadan ne bekliyoruz? Bu suallerin cevabını bulmak için diğerlerini de sıralamaya başlıyoruz. Biz nasıl bu dünyaya geldik, nasıl var olduk? Bizim mayamız nerede atıldı? Biz ne zaman yaratıldık? Ve en önemli sual ardından gelir. Bizi kim yarattı?

Bunların peşinde koşarak geçen bir ömür, her yorulduğunda bir durakta durmuş soluklanmıştır. Nefesin tükendiğin an, soluklandığın her şey, durduğun her toprak parçası, aslında senin kulağına hakîkatleri söylemiştir, kuşların ilâhîsinde zikir çeken ağaçlar, sana yaratıcı kuvveti işâret etmiştir. Ama senin gözün nefs denen büyücü tarafından dünya zehri büyülenmiş ise, görmen, duyman, mümkün değildir. Çünkü dünya denilen zehirli dikenli sarmaşıktır.

Sâmiha Ayverdi bunların hepsinin cevabını kendi içinde bulmuş, çözümlemiş bir insan kâmilidir. Onun, nedenleri niçinleri yoktur, ana pınarı bulmuş her susadıkça ağzını dayayıp içmektedir. Zehirli sarmaşığının zehrini, panzehire çevirmiştir. Dile Gelen Taş kitabında “Cehennem nefistir. Azaptır. Keder ve Gamdır. Yarabbî beni cehenneme atma .. Diye duâ edeceğine cehennemi benim içinden söküp at, diye duâ eyle!” yazar.

Cehennem nefs denilen büyücünün sarayıdır. O’da cennet gibi gönüldedir. İçimizdeki nefsin hükmü altında köleleşen duygu ve düşüncelerden ibâret olunca, gerçek akıl “Uyuyan Güzel” masalındaki prensesin durumuna düşmüştür. İğne batınca uyumaya başlamış , idrak denilen kurtarıcısının gelip, onu uykusundan uyandıracağı vakti bekliyordur. Gariptir ki bu masalı böyle okumak, onun yazılış amacından saptırsa da, çünkü bu masal İngiltere ve Fransızlar arasında süren Gül savaşlarını anlatır, nefsin bizi kandırma hikâyesi diye düşünmeye itmektedir. Niyeti hakîkati görmek ve bulmak olan her okuduğunu böyle de değerlendirebilir.

Sâmiha Ayverdi’nin bu sözlerini çözümlemeye çalıştığımızda karşımızda bir büyücünün sarmalındaki “Uyuyan Güzeli” görürüz. Sırrımız uykuya dalmış olduğundan yürek bir kederin, gamın içindedir. Tıbkı masaldaki güzel ülkenin karanlığa düşmesi gibi. Bugün de İslâm diyarları bu uykuda değil midir? Filistin Gazze’de soykırım devam ederken, Myanmar’da soykırım devam ederken, Doğu Türkistan’da soykırım devam ederken, Müslümanlar kendi arasında bölünmüş kavga ederken, fırkalara ayrılmışken bizi büyüleyen nedir, sualini kaç kişi sormaktadır? Gökdelenlerle gökleri delmeye çalışan Tanrılığa oynayan ademoğlu neyi kaybettiğini biliyor mudur? Bu kadar imkânın ve kolaylığın maddiyatın içinde neden mutsuzdur? Neden yalnızdır? Çünkü eline dünya denen sihirli iğne batırılmıştır. Ve böylece teslimiyet sırrındaki gizli hazineye ulaşamamaktadır. Uykuya dalmıştır. Anlamsız rüya denizinde yüzerken, onu titretecek, kendine getirecek sesi beklemektedir.

Bunu bilen Sâmiha Ayverdi, beni cehenneme atma demiyor, benim içimdeki cehennemi söküp at diyor. Benim içimdeki o zehri, o sarıp sarmalayan zehirli sarmaşıktan, beni kurtar diyor.

Dile Gelen Taşı okumaya devam edelim, bakalım hangi hakîkatler söylenmiştir.

Ruh İçin ölmez derler. Ölmez mi? Allah’la biliş tutmamış her rûh zâten ölüdür. Hak’tan ırak olan ruh yaşar mı ki ölsün…

Beden ölür ama ruh ölmez ve bâkî âlemde hayatına devam eder. Ya Yaratıcıdan uzak ruhlar , cehennemi içinde yaşayan, gamı kederi atamayanlar, onların ruhu ne durumdadır? Yukarıda uyuyan akıldan bahsettik ama bu akıldan uzak tutulmuşlar yâhut bu aklını peynir ekmeğe satanların ruhu olduğunu, ispat edebilir miyiz? Dede Korkut’un Tepegöz hikâyesinde , Tek göz maddeyi temsil eder, tıpkı Amerikan dolarındaki gözün, kapitalizm ve siyonizmi temsil etmesi gibidir. Bugün Gazze, Siyonizm’in pençesinde kıvranırken, kapitalizmin tüketiciliği içinde sarhoş olan ademoğlu ne yapmaktadır? Her gün bir insan yemek isteyen Tepegöz, bugün Gazze’de ve başka diyarlarda aynısını yapmakta değil midir? Adı değişmiştir sâdece, içi aynıdır. Teslimiyet dininin mensuplarının vaziyeti içler acısıdır, ellerindeki kapitalist dünyanın markaları ile bu âlemi, terasında seyrediyorlar. Öyleyse idraki esir alınmış bir topluluk ile ruhu hiç olmamış bir topluluk savaşında, kim kaybeder? Bunu derin derin düşünmek gerekir. Elbette Müslüman Türk’ün idrakini açacak kahramanlar çıkacaktır ve elbette o topraklarda Aslan Basat rolünde kahramanlar olacaktır. Vakti bilen kapıyı açtığında koyun postuna bürünmüş Kurt kurtaracaktır, kamu mazlumu inşallah.

Dile Gelen Taş okumaya devam edelim.

Kimi, Zerdüşt’e gitmiş, seni orada aramış. Kimi puthâneye girmiş, sana orada tapmış. Kimi Kâbe’ye sokulmuş, sana oradan secde etmiş. Sen ki, o zaman da bu zaman da bize şah damarımızdan daha yakınsın, ya ne diye bu zavallı insan dalgalarını birbirini ezip yalanlayacak yollara sürer durursun, bilmem ki Allâh’ım?...

Ne idi o söz meşhur filmde, “evren yaratılmadan önce kaos vardı”. Aksine hep bir düzen ve mizan vardı, var ve var olacak. Gizli hazine, bilinmek istediği an önce kalemi yarattı sonra yazıyı böylece kanunları şekillendirdi. Kaos denen senin gönlün, senin ruhundan başka bir şey değil. Kudretli yaratıcı kuvvet, ne tesadüflere yer verdi, ne akışa bıraktı, 18.000 âlemi yerli yerinde, tam kıvamında yarattı. Sen o âlemi bulamadıysan bu kafanın içindeki şüphelerdendir. Kes at o kafayı rahatla. Körsen de, bu sarmaşık zehrinin, vücudunu yavaş yavaş ele geçirmesindendir. İşte, hasta ruh, kapı kapı panzehirini aradı durdu ama bulamadı, Kimisi Zerdüştlükte bulurum sandı, kimisi puthanede ama hepsi seni-kendini- aradı. Halbuki yanı başında olduğunu görmedi çünkü dünya sarmaşığının zehrinin etkisinde idi. Beş duyusunu kaybetti ve istîlâya uğradı. Öyle ki nefs denen şey zalim bir diktatördü, Firavun’du ve başını kaldıracak derman bırakmadı. Akıl denen oğulları tek tek öldürdü. İş telaşı, aş telaşı içinde yerden yere vurdu seni. Star Wars’da kötüler nasıl Anakin Skywalker’i zaaflarından ele geçirdi ise bizler de, kötülük diyarının (nefs) efendileri tarafından zaaflarımızdan ele geçirilmiş durumdayız. İç savaşımız dışta da devam ediyor, iş ve okulda, siyâsette rekâbet halinde kendimizi hırpalıyoruz, kavga ediyoruz. Ve zalimlerin Gazze’de insanlık suçuna sırf çıkarımız için susmak zorunda kalıyoruz. Şah damarımızdan bize yakın olan Allah’ın, bize sunduğu yolların ince hesaplarla kurulduğunu ve sana çok basit bir denklem sorduğunu bilemedin. Yenildin, yenildin, devamlı dünyaya yenildin, her seferinde o kazandı ve işgâle uğradın. Çareyi kendinde değil uzakta aradın. Halbuki cevap sâdece aynada gizliydi, tıpkı Pamuk Prenses’in masalındaki gibi, “Ayna ayna söyle bana!” demen yeterliydi.

Dile Gelen Taş’tan bir cümle daha okuyalım.

Dua etmeye özendim, ammâ edemedim. Etsem kabul edeceğini de biliyorum. Beni günahlarımla kabul ettikten sonra isteklerimi mi reddederdin? Ammâ istemedim, isteyemedim. Zirâ gölgenin bile sığamadığı o yere bir de duâ ikiliği nasıl yol bulurdu?

En sonunda panzehiri içip uyanan sarmaşıktan kurtulan kişi, hakîkatini bildikten sonra yolların da, dünyanın da, şöhretin de, servetin de, önemli olmadığını kavrar. Tek bir gerçek vardır. O’da Allah’ın büyüklüğüdür. O günahları affedendir, o duaları kabul edendir. Kendisini red eden kuluna bile, söz verdiği için rızksız bırakmaz. O düşmanına bile adaletlidir. O her şeyi gören duyandır ve her şeyin en iyisini bilen ve verendir.Ondan gayrı geriye bir şey yoktur. O vardır sadece bir tek o... Öyleyse hiç olup varlığında yok olmaktan başka çare yoktur, daha doğrusu bu gerçeği kabul etmeli, yeniden denizine karışacak damla olmalısındır. Damla denizin parçası olmaktan, istese de vazgeçemez bunu bilmelisin.

Dile Gelen Taş’tan son bir cümle okuyup kendimizce yorumlayalım.

Bilmeli değil miyim ki ne olmuşsa, o göz açıp kapama ölçüsünde olmuştur.

O göz açıp kapama ölçüsünü bilmek, yani insan kâmilliğe, miraç süresinde erer, seyr ü sülük dediğin o merdivenleri yalın ayak çıkmaktır. İnsan, çıkınca, “Bütün tâzimler, övgüler, mülkler, kavlî, bedenî ve malî ibadetler Allah’a mahsustur. Ey Peygamber! Sana selâm olsun, Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerine olsun.” diye selâmlaşmaya başlananın ümmetidir. Resulün sırrında, muhabbetinde olgunlaşılır, ham iken pişer kâmil olunur. Muhabbetten hasıl olursun.

Dile Gelen Taş, eserinde Sâmiha Ayverdi, bizleri gerçekle yüzleştirmiş, 'tek bir'i göstermiş. Düşünüp, taşınalım istemiştir, “kimsin, nereden, nasıl, ne zaman, ne niçin, geldiğini bul” diye seslenmiştir. Bulmamız için bize rehber olmuş, yol açmış her sayfasında. Son sözü yine ona bırakalım.

Yazı, çizi, şan, şöhret için dünyayâ gelmedim. Sanatla, mârifet sevdâsı da benden uzak…Ancak, seni bilmek, sende yok olmaktan gayrı, ne için bu âleme sefer edilir, bilmem ki Allah’ım?

Gömen sen, gizleyen sen, âşikâr edip rehber olacak da gene sensin.

Elçin Ödemiş
x.com/elindemis