David Brewer Eddy etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
David Brewer Eddy etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Eylül 2019 Pazartesi

Türkiye’de misyonerlik faaliyetleri

Türkiye İçin Sırada Ne Var? Bir kitap için oldukça kışkırtıcı bir isim. Yalnız, kışkırtıcılığı bir yana; Tanzimat’tan beri güncelliğini hiç kaybetmeyen durumu özetlemesi açısından manidar. Öncesi olsa da özellikle Tanzimat’ın ilanıyla birlikte büyük bir ivme kazanan Osmanlı üzerindeki Batı etkisini iyi analiz etmek gerekiyor. Kitabın satır aralarındaki detaylardan bu etkinin izleri açıkça fark ediliyor. İmparatorluk toprakları içinde yaşayan Hıristiyanların haklarını koruma bahanesiyle Osmanlı devletine yapılan siyasi baskıların yanında toplumsal çalışmalarla nasıl bir dönüşümün planlandığı görülebiliyor.

Mahya Yayıncılık kalitesiyle kısa süre önce yayınlanan Türkiye İçin Sırada Ne Var?’ın konusu Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde maruz kaldığı misyonerlik faaliyetleri. Osman Nuriler’in çevirisini yaptığı kitap yüz altmış sekiz sayfadan oluşuyor. Çalışmanın içeriğini en kısa hâliyle ‘misyonerlik faaliyetlerine yönelik nelerin yapıldığı ve yapılması gerekenlerin neler olduğu’ şeklinde özetleyebiliriz. Kitabın yazarı aileden ‘radikal’ dindar olan ve teoloji eğitimi alan David Brewer Eddy, Amerika merkezli misyonerlik kuruluşlarından Yabancı Misyon Temsilcileri Teşkilatı’nda (American Board) genel sekreterlik yapmış bir akademisyendir. Amerika’da yayınlanma tarihi 1913.

Yazar, "Türkiye İçin Sırada Ne Var?"ı üç kısma ayırmış. İlk kısımda İslam’la ilgili yanlış ve Müslümanlarla ilgili yanlı biçimde aktarılan kısa bilgiler yar alıyor. İmparatorluk içindeki farklı milletlerin karakteristik özelliklerine değinilerek bu milletlerin Türklere karşı desteklenmesi gerektiğini belirtiliyor. Eddy, Doğulu toplumların karakteristik özellikleri ve inançlarının analizini yaptıktan sonra misyonerlik faaliyetlerine tarihsel bir bakış atarak hareket yöntemine geçiyor. İslam coğrafyasında etkili olabilmek için dikkat edilmesi ve yapılması gerekenleri sıralıyor. Bu aşamada misyonerliğin yapıldığı alanları görebiliyoruz. Başta eğitsel olmak üzere tıbbi, kültürel ve ekonomik misyonerliğin önemi vurgulanıyor. Sık sık önceki misyonerlerin çalışmalarına değinen yazar aşılan zorluklara ve gelinen noktaya dikkat çekiyor. Çalışmaların istenen başarıya ulaşması için daha çok inanç, istek ve çaba gerektiğini, özellikle gençlere ve kadınlara yönelik çalışmaların arttırılmasının zorunlu olduğunu belirtiyor. Misyonerlerin Anadolu’da açtığı eğitim kurumlarının çoğunun kız koleji olması teşkilatın stratejisini ele veriyor. O dönem misyonerlerin girişimiyle açılan okulların bir bölümünün günümüzde faal olduğunu görüyoruz. Buradan hareketle başarılı bir çalışma gerçekleştirildiğini söyleyebiliriz. Üçüncü kısımda, kitapta anlatılanlardan hareketle misyonerlik faaliyetlerinde kullanılmak üzere bir program yer vermiş yazar. Özet olarak neyin nasıl yapılacağını anlatıyor.

Esere ayrıcalık kazandıran iki özelliği var. İlki, 1900’lerde Osmanlı coğrafyasında görev yapan misyonerlerin hazırladığı raporlardan hareketle oluşturulan bir kitap olması. Bu açıdan teoriden öte pratize edilen çalışmalar hakkında oldukça detaylı bilgiler yer alıyor. Hayatlarını misyonerliğe adamış çok sayıda kadın ve erkek misyonerin ismen yer aldığı metinde yapılan çalışmaların istatistiki kayıtlarının tutulmuş olması meseleye yaklaşımın ciddiyetini gösteriyor. İkinci özellik ise Müslümanlara yönelik misyonerlik faaliyetlerinin Amerikan toplumuna anlatan bir ‘rehber’ kitap olması. Bu yolla bir yandan faaliyetler hakkında bilgi verilirken bir yandan da yeni katılanlar ve müstakbel misyoner adayları için yol haritası belirleniyor. Sonuç itibariyle misyonerlik faaliyetlerinin kamuoyuna yönelik propagandası yapılarak teşkilata maddi-manevi destek sağlanması amaçlanıyor. Kitapta dikkat çeken en önemli şeylerden biri misyonerlerin iyi eğitimli ve son derece donanımlı oldukları. Eğitmen olarak alanlarına vakıf, birkaç dil bilen bu insanlar coğrafya hakkında geniş bilgiye sahiptir.

"Türkiye İçin Sırada Ne Var?" birkaç yıl önce okuduğum benzer bir çalışmayı hatırlattı. 1800’lerin başında Bağdat’a gönderilen bir Fransız subayın raporlarının kitaplaştırılmış hâli olan Vehhabilerin Ortaya Çıkışı adlı kitapta da "Türkiye İçin Sırada Ne Var?"daki oryantalist bakış açısının bir benzeri bulunuyor. Fransız subayın raporlarının 1900’lerde kitaplaştırıldığı göz önüne alınırsa Batılı devletlerin İslam coğrafyasındaki faaliyetlerini bu dönem yoğunlaştırdığı anlaşılıyor. Müellifin Osmanlı topraklarının misyonerlik faaliyetleri için Batılı devletler tarafından parsellendiğini söylemesi de bunu doğruluyor. Farklı bölgelerin farklı ülkelerden gelen misyonerlerin sorumluluğuna verildiğini belirtiyor. Askeri raporlar yerine misyoner raporlarından oluşturulması Türkiye İçin Sırada Ne Var?’ı öne çıkaran bir özellik. Militarist anlayış yerine uygulamaya sokulan kültürel faaliyetlerin toplumu değiştirmede çok daha etkin olduğu anlaşılıyor. Yalnız her iki eserin de ‘masa başı’ tabir edilen çalışmalar olması bir başka benzerlik olarak göze çarpıyor. Zira birbirine yakın tarihlerde biri Fransa diğeri Amerika’daki çalışma ofislerinde hazırlanmıştır. Ayrıca her iki metindeki Batı merkezli üslup tipik oryantalist bakış açısını ziyadesiyle yansıtıyor.

Oryantalizm demişken, oryantalist çalışmaların tarihsel geçmişini dikkate alarak okumak meseleyi anlamak açısından fayda sağlayacaktır. Her ne kadar akademik disipline sahip oryantalist çalışmalar on dokuzuncu yüzyılda başlamış olsa da ilk oryantalist çalışmaların on ikinci yüzyıla kadar gittiği biliniyor. Dolayısıyla Batı’da İslam ve Araplarla ilgili literatürün ilk bin yılın başlarında oluşmaya başladığı görülüyor. Bu literatür, oryantalizm kavramını 1970’li yıllarda dünyanın gündemine sokan Edward Said’in (1935-2003) dikkat çektiği gibi ‘Batı’nın Doğu’ya olan epistemolojik üstünlüğünün ontolojik üstünlüğe dönüştürülmesi’ şeklinde açığa çıkıyor. Ötekileştiren, subjektif tanımlayan, aşağılayan üstenci yaklaşım yazarın bahsettiği sevgi diliyle uyuşmuyor. Din oryantalist çalışmalarda önemli bir konuma sahip. Kitapta da bunun yansımasını görüyoruz.

Kitapta ilginç bulduğum detayların birkaçını yazmadan geçemeyeceğim. ‘Osmanlı’ tabiri yerine ‘Türk’ kavramının seçen yazar Osmanlı devletiyle ilgili konuları Türk’e nispetle aktarıyor. Genel anlamda Doğulu milletlerin karakteristik özelliklerini olumsuz olarak yansıtıyor fakat özellikle Kürtler hakkında çok daha ileri giderek nahoş şeyler söylüyor. Müslümanların genelini ise cahil ve vahşi olarak nitelendiriyor.

Yazarın üstenci üslubundan bölgenin Müslüman olmayan toplulukları da nasibini alıyor. Örneğin Doğu kiliselerinin reforma ihtiyacı vardır ve Amerikan misyoner teşkilatları bunu sağlayacak güçtedir. Kitaptaki en ilginç detaylardan biri misyonerlik faaliyetlerinin Doğulu Hıristiyanları da kapsaması gerektiği düşüncesi. Yazara göre Rumlar ve Ermeniler her ne kadar Hıristiyan da olsa dinin aslına vakıf değillerdir. Dolayısıyla onlar da faaliyetlerin kapsamı içinde olmalıdır. Diğer yandan Amerikalı Hıristiyanların misyonerlik faaliyetlerine gereken desteği vermediğini söyleyen yazar, Batı’da da bazı sorunların görülmeye başladığını sözlerine ekliyor. Mesela yeni nesil öncekiler kadar dine meyilli olmadığı gibi yardım ve bağış konularında isteksizdir. Ayrıca ateizmi ve ahlaksızlığın artmasına zemin hazırlayan üniversiteler konusunda da harekete geçilmelidir.

Yazarın çoğu yerde spekülatif ve aşağılayıcı bir üslup seçtiği görülüyor. Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’nun büyük bölümünü Ermenistan olarak nitelendiriyor. Balkan milletlerinde Bulgarları diğerlerinden ayırarak olumsuzlamasının nedeninin misyonerlik faaliyetlerine izin verilmeyişi olduğunu anlıyoruz. Misyoner kuruluşlara mesafe bırakan yöneticilere hakaret ederken faaliyetlere izin veren yöneticileri övüyor. Sık sık dini literatürden alıntılar yaparak misyonerlere ve yaptıkları işlere kutsiyet atfediyor. Hıristiyanlığın yüceliğinden ve inananlarına yüklediği misyondan bahsediyor. Yazara göre İslam ilerlemekten, refah sağlamaktan ve medeniyet oluşturmaktan uzaktır. Batı ise bunlara sahip olmasını Hıristiyan oluşuna ve Hıristiyanlığa bağlı kalışına borçludur. Zaten Hıristiyanlık şimdiye kadar gittiği her yere iyilik ve sevgi götürmüştür. Teolojik kehanetlere olan inancını belirten yazar, Tanrı’nın Krallığı’nın Tanrı’nın kendilerine verdiği ‘yeminli sözü’ olduğunu söylüyor. Hatta Yahudilerin kutsalı olagelen ‘Vadedilmiş Topraklar’ kehanetini de Hıristiyanlığa mal ediyor. Türkiye İçin Sırada Ne Var?, Evanjelist hareketin birkaç asır önceden bu coğrafyaya sızışı ve toplumları etkileyişini açığa çıkarıyor.

Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp