Birhan Keskin Şiiri ve Ba etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Birhan Keskin Şiiri ve Ba etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Nisan 2025 Çarşamba

Acı, elem, umut, yaşam, sevgi: Birhan Keskin şiiri

İskelede çıraklıktan şiirin ustalığına terfi eden, 1963 kışında Trakya’nın ayaz gecelerinde gözlerini hayata açan bir zihin: Birhan Keskin.

Keskin, Ba isimli yapıtıyla 2006 yılında 10. Altın Portakal Şiir Ödülü’ne layık görülmüştür. 2007 yılında ise çeşitli eleştirmen ve şairlerin katılımıyla Ba, farklı yönleriyle ele alınmış ve sempozyumda sunulan bildiriler 2008 yılında Birhan Keskin Şiiri ve Ba adıyla Metis Yayınları tarafından neşredilmiştir. Kitapta bulunan yazılar Keskin’in poetikasını çeşitli yönleriyle ele almış ve önemli noktalara vurgu yapmıştır.

Şiirlerini hayattan bir şey katma zorunluluğu duymadan yazan Keskin’in şiiri bu haliyle bizzat hayatın içinde yer almıştır. Yazarlar tarafından en çok vurgulanan konu olan bu durum şairin şiirlerinin hem yalın olmasını hem de her bireyin şairin şiirlerinde bir kendine aitlik bulmasına imkân sağlamıştır. Bu sayede Keskin’in şiiri tarihe ışık tutan bir yazıtın önemini kaybetmemesi gibi tarihin bizzat merkezinde durmaktadır. Her daim parlayan ve kendini belli eden poetikasıyla kendisini açığa çıkaracak bir restorasyona gerek duymamaktadır.

Keskin’in şiirlerinin yalın olmasının temel nedenlerinden biri imge karmaşasına düşmeden imgesel bir şiir dili inşa edebiliyor olmasıdır. Gölgeler Çürürken başlıklı yapıtla ilgili bir yazımda kullandığım “imgesel yalınlık” kavramı Keskin’in poetikası olarak ifade edilebilir. Aşk şiirindeki dizeler önemli bir örnektir: “Su ve rüzgâr, dağ ve doruk, sonsuz hepsi/oysa camdaki sardunya gibi üşür/bana biçtiğin ömür, ölüm geliyor aklıma bir/bir, çıplağın çıplağımda.” Olcay Akyıldız suyun Keskin’in şiirinde önemli bir imge olduğunu ifade etmekte ve şöyle demektedir: “Su, Keskin’in şiirinde özeldir. Suyun halleri -buzul, deniz göl- sırasıyla dile gelirler Yeryüzü Halleri’nde ama bunun çok daha öncesi vardır. Hallerinden önce suyu yazmıştır şair 20 Lak Tablet’te: “Durmadan bir yoldan söz ettim/ suyum ben, adımı unutmadım/ dolanıp, bir gün yanına düştüğüm/bir dağdan söz ettim/dünyanın işine karışmadım/beni avutmaz dünya, beni tutmaz da/dolanıp içinde kirinin yine temiz geldim.” Daha da geriye gittiğimizde çocukluğunda kesilen saçlarını, uzamayan saçlarını anarken sık sık bir ırmak imgesi belirir. Irmak biter ırmağa veda edilir. … Şair yaş alır: İntihar eden şelaleler, durgun göllere dönüşür. Şair ipuçlarını da verir Ba’da. Biyolojik tarafı ağır basan bir imgedir şimdi su. Beden, yaşam, aşk, hepsi durgundur. Durmuştur (Birhan Keskin Şiiri ve Ba, s. 78). Türkçeye vakıf ve şiir bilgisi fazla olan Keskin, Hüseyin Ferhad’ın da vurguladığı üzere Ba’da pagan keşişlere ve Hurufi dervişlere has bir resim vermiştir. Sadece Ba’da değil, diğer kitaplarında da tasavvufi öğeler ön plana çıkmıştır. Keskin, başka yan anlamlarına ve göndermelerine rağmen Ba’nın adının babasının ölümüyle birlikte Ba olduğunu ifade etmiş ve kitabının girişine şu notu düşmüştür: “Dilimde yarım bir hece gibi kalan babamın güzel hatırası için…” Ancak kitaptaki bazı yazarların da vurguladığı üzere kitabın ismi Elifba’nın ikinci harfi olan “bâ (ya da bê)” üzerinden yorumlanabilmektedir: “Elif diye yola çıkar ve pekâlâ bâ’yı yaşayabilirsiniz bütünsel inancınızla ve içtenliğinizle. Bâ, insanın düşleri ve beklentileriyle hakikati birbirinden ayıran uçurumu da simgeleyebilir. İlk önce sevilen Elif sonra bâ oluverir. … Her şey elif’le başlar, bâ’ya dönüşür. Türkçedeki başlangıcın da Arapçadaki Bismillah’ın da bâ ile başlaması ilginçtir. … Farsça’da “bâ”, “ile” anlamında kullanılır: Bâhusus, bâhuşû … gibi. Yazmak hep bâ’dır, hep “ile”dir çünkü. Yaşam ile, insan ile, aşk ile (Birhan Keskin Şiiri ve Ba, s. 28).” Ba’nın başında Yunus Emre’nin “cümle alem gizlidir bir elifte / Ba dedirtmen bana sonra azarım” beytini aktarması bu yorumlamaya güç kazandırmıştır. Aynı şekilde Yeryüzü Halleri’nin başında ise Şeyh Galip Dede Efendi’nin “tedbirini terk eyle takdir Hüdânındır / Sen yoksun o benlikler hep vehm ü gümânındır” dizelerini aktarmıştır. Diğer örnekler ise şu şekildedir: Ferah Ayini başlıklı şiirindeki “bir şaman, burada, bir şaman davuluna / sabah olana dek kayının kederiyle vuruyor” dizeleri, Bu Mektup Sende Dursun başlıklı şiirindeki Esrar Dede vurgusu, Hüseynî başlıklı şiirindeki “Hüseynî bir makam büyüyor içimde / hem çocuğum bu ayrılıkta ben hem anne” dizeleri…

Fakir Kene’de bulunan İskelede Bir Çırak başlıklı şiiri de bu açıdan oldukça önemlidir: “Allahım işte görüyorsun bunları, eyübün sabrı nedir / rızanın fazladan şeftalisi ne / Bilmiyor. Bilmiyor nedendir zeynebin yakarısı / ben ki sana bunca platoniğim ama canıma yetti artık / Valla bak biz mi düşeceğiz hep iskelelerden / Başlarına yık şunların bu metropolleri.” Eyüp Peygamberin sabrı Hristiyanlık, Yahudilik ve İslam’da özellikle vurgu yapılan bir konudur. Zengin, sağlıklı bir peygamberken, Allah onu zenginliği, evlatları ve sağlığıyla imtihan etmiştir. Bu durum karşısında bir kere bile isyan etmeyen Eyüp Peygamber sabırla tevekkül etmiştir: “Gerçekten biz Eyüp’ü sabırlı (bir kul) bulmuştuk. O, ne iyi kuldu! Daima Allah'a yönelirdi. (Sad Suresi, 44).” Allah sonunda Eyüp Peygambere sabrının ve kendisine yönelmesinin karşılığı olarak, sağlığını, zenginliğini ve ailesini tekrardan bahşederek onu mükafatlandırmıştır. Rıza ise bir musibet anında Allah’ın takdirine rıza gösterip Allah’a sığınarak teselli bulmayı ifade eden söz ve davranışlar için kullanılan bir terimdir. Burada rızanın şeftalisi sembolik bir kavramdır. Eyüp Peygamber sabır ve rıza göstererek karşılığında bir ödül olarak şeftalisini almıştır. Zeynebin yakarısından kasıt ise Kerbela sonrası Zeyneb bint Ali’nin Yezid bin Muaviye’nin sarayında yaptığı konuşmadır. Şiirde doğanın talan edilmesine karşı duyduğu tepkiyi anlatan Keskin’in son bölümde dinsel sembollere yaptığı atfın altında yatan temel anlatı şudur: Her sabrın sonunda bir selamet vardır. Bunca doğa talanına karşı sabrın sonundaki selamet ne zaman gelecektir? Keskin insanların suskunluğuna yönelik eleştirisini zeynebin yakarısı üzerinden temellendirmiştir. Zeynebin yakarısı o dönemin egemenine karşı önemli bir karşı çıkıştır. Bunun bilinmediğini vurgulayan Keskin, selametin de gelmemesinden kaynaklı olarak Allah’tan metropolleri onların başına yıkmasını istemektedir.

Kitapta yazarlar tarafından altı çizilen diğer bir nokta şiirlerindeki doğa kavramlarının çokluğudur. İnsan olmanın acı, keder dolu yanını özellikle vurgulayan Keskin doğanın bu acı ve kederi hissetmemesinden dolayı doğaya imrenmektedir. Pelin Özer’in kendisiyle yaptığı bir söyleşide bu düşüncesini şu ifadelerle aktarmıştır: “Öleceğimizi biliyoruz ve bu müthiş bir keder. Ama doğa bunu bilmiyor, karınca bilmiyor. Bilmeden yaşıyorlar ve çok neşeli bir durum. İnsan bilincinin olmadığı bir hal hakikaten çok neşeli olmalı.” Hayatla bir türlü aidiyet duygusu kuramayan şair yaşadığı zorlukları, elemi ve yalnızlığı doğayla anlamaya çalışmış, kendisini penguenlerle ilişkilendirmiş ve kaleminden şu kelimeler dökülmüştür: “Unutmadım aramızdaki beceriksiz dili / Dünya yordu bizi. Benim de söyleyemediklerim var / Hiç söyleyemeyeceğim onları belki de / Uzun bir yolu geliyoruz seninle, yolu / geldikçe anlıyorum ki biz / bu dünya üzerinde yürüyemiyoruz bile (Penguen 1 Şiiri).” Tükenir, tüketir ve yorulur insan söyleyemedikleriyle. Keşkeleri vardır her insanın. Korkudan veya kendine yakıştıramamaktan hak edene söylenemeyen küfür. Kayarken ellerinden, sevdalıyam sana diyememek bir çift göze. Başka bir keşkedir çağın en dönemeçli yerinde aksiyon almak gerekirken al(a)mamak. İnsanı, pengueni ve Keskin’i yoran, keder ve eleme sevk eden bu keşkelerdir. Keskin’in elem ve kederi unutmaya dair çabaları en sonunda kabullenişe doğru evrilmiştir. Bu evrilmeyi Bakarsın Üzgün Dönerim kitabının girişindeki dizeleri daha iyi anlatmaktadır: “Unutmak için verdiğim bunca çabadan sonra / geçtiğim bunca yıldan sonra / tam unutmaya alıştırmışken kendimi / artık unutmak istemediğimi fark ettim / (Artık unutmak istemiyorum!) / (Artık unutmak istemiyorum!)” Keskin’in bu son halini Hüseyin Cahit Korse kederi, acıyı bir derviş edasıyla kabulleniş olarak tanımlamaktadır (Birhan Keskin Şiiri ve Ba, s. 29). Keskin’in şiirlerindeki doğa varlıklarına dair bazı örnekler şu şekilde sıralanabilir:

Eziyet: “Duran bir şey var bende/ağaç gibi/Onu ayaklandırıp, oradan oraya/gitmem zor/… Aşk ayaklandırmıştı bir kere/hatırlıyorum, ama/Şimdi rüzgâr şimdi güz/Ağacın dallarını zorluyor.

Hüzzam: “Kış odasında camda buğu şimdi nefesim/Bozkırda erguvan rüzgârdı eskiden.

Kırık Anafor: “Üzerine akşamın kapandığı gölüm ben/Bir kez hatıra ettim aşkı, bir daha etmem.

Enstrumental: “Aksın, içimde siyah bir nehir gibi/dolanan keder.

Şubat: “Adı Şubat olan bu şiirde kalbim/uzun bir nehir gibi ağrıyor.

Ağrı: “Limanda bağlı bir tekne, yosunlu bir halat gibi durdum / Uzağımda açık denizdi o yürüdü gitti / Ben kıyıda ıssız bir ev, ince boğazda gıcırdayan tahta iskele”.

Yaz Fotoğrafları: “ben senin için gökyüzü oldum / fırtına oldum / geldim ve gittim / ben senin için kanlı ırmaklar oldum.

Gonca Özmen göçebe bir ruh olarak tanımlar Birhan Keskin’i. Gitmek ister Keskin, yolculuğa çıkmak ister. Aynı zamanda bir gidememek vardır şiirinde. Kalmak istemez ama kalmamayı da beceremez. Bu durumu şöyle ifade eder Özmen: “Onun şiirinde gitmek, uzaklaşmak isteği, yani göçebe bir ruh vardır, çünkü gidememek vardır. Sürekli bir ayrılık vardır, çünkü sürekli bir ayrılmama vardır. Sürekli bir parçalanma vardır, çünkü sürekli bir bütün arayışı vardır. Sürekli bir aşk vardır, çünkü sürekli bir aşk yoktur. Sürekli bir yol vardır, çünkü sürekli bir yol yoktur (Birhan Keskin Şiiri ve Ba, s. 40).” İnsanın temel yazgısıdır Keskin’de olan. Hayat bir yolculuktur doğumdan ölüme giden. Kimisi bata çıka ilerler, kimisi koşar adım. Kimisi düşmüştür eli yüzü çamur içindedir, kimisinin siyah rugan ayakkabısında toz bile yoktur. Kimisi geriye baktığında hatırı sayılır bir ilerleme görse de kimisi başarısızlık içindeki kendini görür. Gitmekle gidememek arasında sıkışan yol vurgusuna Keskin’in birçok şiirinde rastlanır. Bazı örnekler şu şekilde sıralanabilir:

İz: “kendi sarmalında / döndün, döndün, sanma ki daha dönmeyeceksin / kalsan da bir yer için, aslında hep gidiyorsun.

Karınca: “mümkündür yol yapmaya bir ömür, yol almaya.

Gitmek mi Yitmektir, Kalmak mı?: “Gitmek mi yitmektir kalmak mı artık bilmiyorum / Yerini yadırgayan eşyalar gibiydim ya ben hep / Ve inançlı gitmenin bir şeyi değiştirmediğine.

She Left Home: “Sığmam dünya yüzünde bir yere artık / Nereden geçsem benim değil, kalamam bir yerde / Tutunamamaklığım bundan, düşmüşüm komadan.

Acıyı, elemi, umudu, yaşamı, sevgiyi görürüz Keskin’in şiirlerinde. Bize ait ne varsa Keskin’dedir. Bu toprakların geçmişine uzanarak kurgular şiirlerini. Keskin bir kokunun uyuklayan birini ayaklandırması gibi kendimize getirir bizi, dağıldığımız yerden toplar. Olgunlaşmayı görürüz Keskin’de, acı ve kederi kabullenişi ama aynı zamanda isyanı, ses çıkarmayı gösterir bize. Umudu kökleştirir insana ve bu topraklara dair. Nazımca yirmi birinci asra dair.

Talha Kutay
talhakutayfb@gmail.com