24 Ocak 2023 Salı

Geleceğin toplumlarında çocuğa yer var mı?

Iskarta, herhangi bir sebepten dolayı önemini yitiren mal demek. Bu kelime genelde cansız varlıklar için kullanılır. Ama bu kitapta tam tersi. Yan yana gelemeyecek kadar birbirine zıt olan iki kelime bu kitabın ana teması; 'ıskarta' ve 'çocuk'.

Amerikalı yazar Neal Shusterman tarafından ilk defa 2010 yılında yayımlanan ve New York Times çok satanlar listesinde olan Iskarta isimli bu distopik eser, bizleri hayalini kurmayı bile istemeyeceğimiz bir dünyaya götürüyor. Youtube'da bir videoda tesadüfen adını duyduğum bu kitabın beni bu kadar etkileyeceğini açıkçası hiç düşünmemiştim. Belki de biz kadınların en hassas noktası olan çocuklardan 'ıskarta' diye bahsedildiği için içerde bir yerlere dokunmuş olabilir. Ama şuna eminim ki erkek olsun kadın olsun bir çocuğun 'yetersiz' kabul edildiği için gözden çıkarılması hiç kimse tarafından kabul edilebilecek bir şey değil. Kitabı okuduğunuzda söylediklerime hak vereceğinizi düşünüyorum. Peki nedir bu ıskarta?

İkinci iç savaş üreme hakları yüzünden çıkmıştır. Bu savaşta üç taraf vardır; Yaşam Ordusu, Seçim Tugayı ve Amerikan ordusunun geri kalanı; onların işi iki tarafın birbirini öldürmesini engellemeye çalışmaktır. Bir yanda insanlar yaşam hakkını korumak için, kürtaj yapan doktorları öldürürken diğer yanda birtakım insanlar fetüs dokusunu satabilmek için hamile kalırlar. Ve bu savaşta herkes liderini bu mesele hakkındaki tavrına göre seçer. Savaş devam ederken Yaşam Kanunu çıkar. Bu kanuna göre çocuğun, ana rahmine düştüğü andan itibaren 13 yaşına kadar hayatının sonlandırılması yasaklanır. Nobel Ödüllü bir bilim adamı çözümü şöyle bulur; hamileliğin çocuğun aklı kemale erdikten sonra, geçmişe dönük olarak sonlandırılması. Bilim adamının keşfettiği teknik, bir donörün her parçasının nakledilebilmesine imkan tanır. Savaşın sonuna doğru istenmeyen çocukların hayatlarına son vermeden ortadan kaldıran 'ıskarta yöntemi' öne sürülür. Ve bu yöntem iki taraftan da kabul görür. ABD donanmasının eski Amirali bu durumu şöyle anlatıyor: "Savaş iyice kötüye giderken iki tarafı masaya getiren bir ateşkes sağlamayı becerdik. Sonra da, istenmeyen çocukları hayatlarına son vermeden ortadan kaldıran ıskarta fikrini öne sürdük. Bunun iki tarafı da şoke edip nihayet gerçeği görmelerini sağlayacağını düşünüyorduk. Masanın iki tarafından birbirlerine bakacaklar ve birileri bunun saçmalığını belirtecekti. Kimse öyle yapmadı. Yaşamı sona erdirmeden yok etme fikri iki tarafında isteklerini karşılamıştı. Yaşam Kanunu imzalandı, Iskarta Mutabakatı yürürlüğe girdi ve savaş sona erdi."

Yaşam Kanunu demişken, bu kanuna göre istenmeyen hamileliklerden doğan çocukların kapı önlerine bırakılması da serbest. Anne eğer bebeğini istemezse dışardan zengin olduğu belli olan evlerin kapısına çocuğunu bırakabiliyor. Ve bu aileler o çocuklara sahip çıkmak zorunda kalıyor. Eğer o ailede çocuğu sahiplenmek istemezse kimsenin görmediği bir şekilde yine başka kapıya bırakıyor. Kapı önlerine bırakılıp da sahiplenilmeden ölen çocukların sayısı da bir hayli fazla.

Söz gelimi 'işe yaramayan', hiç bir becerisi olmayan toplum tarafından 'sorunlu' olarak adlandırılan çocuklar 13 yaşına geldiğinde aileleri tarafından ıskartaya çıkarılır. Anne-baba ortaklaşa aldıkları kararla Iskarta Mutabakatını imzalarlar. Bu çocuklar 13. doğum günlerinde gençlik polisleri tarafından alınıp Hasat Kamplarına götürülür ve orada Iskarta işlemi gerçekleşir. Eğer 18 yaşına kadar hayatta kalmayı başarabilirlerse bu işlemden kurtulurlar. Çünkü Iskarta İşlemi sadece 13 ve 18 yaş aralığındaki çocuklara uygulanır.

Hasat Kampında neler olduğunu, ıskarta işleminin nasıl gerçekleştiğini kimse bilmemektedir. Çocuklar kampa geldikten sonra vücutlarındaki uzuvların sağlıklı kalabilmesi için her türlü tedbir alınmıştır. Çünkü nakil yapılacak olan kişilerin sağlıklı organlara ihtiyaçları vardır ve ıskartaların bütün organları başkaları tarafından kullanılır. Eski Donanma Amirali ıskartalardan bahsederken şöyle der: "Daha fazla insan organlarını bağışlasaydı ıskarta işlemi hiç olmayacaktı... ama insanlar kendilerinin olan şeyi kendilerine saklamayı seviyorlar, hatta öldükten sonra bile."

Kamptaki çocuklar genel olarak ikiye ayrılmıştır; belalılar ve ondalıklar. Bu iki grubun birbiriyle iletişim kurması dahi yasaktır. Ondalıklar yazarın deyimiyle "Titanic'deki birinci sınıf yolcu" muamelesi görür. Belalılar ise en erken ıskartaya çıkarılan çocuklardan oluşur. Toplumda hiçbir şekilde kendine yer bulamamış çocuklara bu kamplarda da yer yoktur ve ilk önce onlar gözden çıkarılır. Tıpkı günümüzde olduğu gibi anne-babasının değer vermediği, sahip çıkmadığı çocuklar toplum içine karıştıkları zaman da aidiyet duygusundan yoksun kalıyorlar.

İşte bu kitap ıskarta işleminden kaçmak için her yolu deneyen Connor, Risa ve Lev adında üç çocuğun mücadelesini anlatıyor.

Connor ailesinde, okulunda, arkadaş çevresinde sürekli kavga eden, problem yaratan bir çocuktur. Ailesinin kendisini Iskartaya çıkardığını tesadüfen öğrenir ve gençlik polislerine teslim edilmeden kendisine bir kaçış planı hazırlar.

Risa devlet yurdunda büyümüştür. Klasik piyano çalar. Fakat devlet yurtlarındaki yoğunluktan ötürü Risa'ya yurtta yer kalmamıştır. Çıkarıldığı heyet tarafından yeteri kadar yetenekli kabul edilmez ve ıskartaya çıkarılmasına karar verilir.

Lev ise bir doğduğu günden itibaren ondalık olduğuna inandırılarak büyütülür. Kalabalık bir ailenin son çocuğudur. Daha doğmadan 13 yaşına geldiğinde ıskarta olması için mutabakat imzalanır ve Lev hayatı boyunca Tanrı için özel olarak seçildiğine inanarak büyür.

Connor'ın kaçma planınından sonra peşpeşe yaşanan kazalar Connor, Risa ve Lev'i bir araya getirir. Lev'in saplantılı düşünceleri, kendisine inandırılan 'kutsal görev' inancı bu üç ıskartanın başına türlü işler açar. Fakat Connor ve Risa Lev'i ıskarta işleminden korumak ve fikirlerini değiştirmek için büyük fedakarlıklar yaparlar.

Distopik eserler gerçek olmamakla birlikte içinde gerçekliğe dair çok fazla mesajların yer aldığı eserlerdir. İstenmeyen çocuklar, kapı önlerine bırakılan bebekler, kürtaj, organ bağışı, sorumsuz aileler gibi toplumsal sorunları kitabında işleyen yazar, harika bir kurguyla bunları göz önüne seriyor. Kendinizi kitaptaki karakterlerin yerine koyduğunuz zaman sorguladığınız, kafanızı kurcalayan çok fazla meselenin olduğunu göreceksiniz. Cevap veremediğiniz sorular, çözüm bulamadığınız olaylar, üzüldüğünüz konular olacaktır. Ben kitabın kapağını kapattığımda keşke dedim, keşke yeryüzünde sahiplenilmemiş, sevilmemiş, değer görmemiş bütün çocuklara sarılabilseydim. Sarılsaydım ve onlara ne kadar değerli olduklarını anlatabilseydim...

Ahsen Sena
ahsensna@windowslive.com

2 yorum:

  1. Emeğine sağlık..Kocaman sarılalım tüm çocuklara

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Ahsen Sena Kardeşim,
    Dokunduğun herşeyi güzelleştirdigin gibi okuduğun herşeyi de güzelleştirmişsin. İnsanın kitaba dair merakı hevesi artıyor ağzına sağlık..

    YanıtlaSil