12 Eylül 2022 Pazartesi

İnsan kalbi, bir hazinedir

Geçmiş mi gelecekten, gelecek mi geçmişten üstün olan? Kalp mi yoksa akıl mı güçlü olan? Zaman mı yoksa insan mı sır olan? Sahi hangi kelime çözer bu soruları... İskender Pala, bizi uzun bir zaman yolculuğuna çıkarıyor. Kâh geçmiş zamana kâh geleceğin pek de parlak olmadığı zamana. Ama tabii bundan önce yaşananlar var elbette. Bir uçak kazasıyla başlayan olaylar...

Avusturyalı Joseph yani diğer adıyla A-71... Çocukluğu Leopoldsdorf’taki çiftlikte geçen bu genç adamın mazisi mutluluktan ziyade hüzünlerle doludur. Geçirdiği travmalardan dolayı ruhu derin yaralar almış, çok erken yaşta iki yol ayrımına girmiştir. Ya annesinin dinini ya da babasının dinini seçecektir ki, on üç yaşında babasının dinini seçerek Müslüman olur ve adını Yusuf olarak değiştirir. Hayatının geri kalanını ise müzik ve imana adar...

Fakat bir zaman sonra yaşadığı bazı olaylardan ötürü bunalıma girer ve Afrin’e kaçıp giden cihatçı arkadaşının davet mektubunu alır. Suriye’de yaşanan insanlık trajedisini görünce de kalbindeki adalet ve iyilik tutkusunun peşine takılarak cihatçı olmaya karar verir. Bu sıralarda ise Doktor Bay Stoye ile tanışır ve zaman içinde onun verdiği emirleri yerine getirmeye çalışan bir denek olur.

Öyle ki görevlerinden birini yerine getirmek için bindiği uçak, Sina Çölüne düşer ama Yusuf’a hiçbir şey olmaz. Nitekim aldığı zihin atomu sayesinde yedi günlüğüne uçağın en zeki ve dayanıklı insanı olur ama yanında düşen kadın için durum aynı değildir. Zira Cemile ağır yaralar almıştır. Yusuf ise onu kurtarmak için elinden geleni yapar ama bir an öldüğünü düşünerek, mecburen bırakıp gitmek zorunda kalır.

Cebindeki USB’ye bakarak Bay Stoye’nin onu uçsuz bucaksız Sina Çölünden kurtaracağını düşünür fakat günler geçer hiç kimse gelmez. Yusuf ise yavaş yavaş yaşam emarelerini kaybetmeye başlar. Ta ki çöl gülünü bulana dek...

İlk başlarda onu insan gibi algılar ama kocaman bir bitki olduğunu yanına varınca anlar ve susuzluğunu gidermek için çiğ tanelerini dikkatlice emer. Sonralarında ise karşısına Ammar Hoca çıkar ve kitapta esas olarak bu kısımdan sonra başlar...

Zira bir tarafta rahmani düşünceler bir tarafta şeytani akıllar olur... Rahmani düşüncede olanlar tasavvuf çatısı altında toplanırken, şeytani akıllar evanjelik, dijital ağların ve Tanrıcılık oynamak isteyenlerin çatısı altında toplanır. Birinin amacı insanlara doğruyu göstermek diğerinin amacı ise insanları teknolojiyle birlikte robotlaştırıp amaçları için kullanmak. Fakat sadece bu söylediklerimle de kalmıyor daha birçok şeyler var. Örneğin; Hz. İsa’nın gelmesi için hazırlanan planlar, Suriyeli kimsesiz çocukların denek olması, insanların genleriyle oynanarak Lgbt’nin çoğaltılması, gıdaları bozmak, solucan deliklerini birbirine bağlamaya çalışarak zaman yolculuğu yapmak ve tabii metaverse evrenini kullanarak insanları ele geçirmek. Hepsi ama hepsi tek bir projenin gerçekleşmesi için atılan adımlardan biri ve Yusuf ise bu karmaşanın arasında kalan tek bir adam...

Bir gün Cemile ile tekrar karşılaşır ve ikisi soluk soluğa bir kaçışın içinde bulurlar kendilerini fakat tam bu sırada Yusuf, kalbine yoğunlaşarak zamanda yolculuk yapar. Kendini 1683 yılında, Viyana Kuşatması içinde bulur. Orada belli bir zaman kalır. Hatta Cemile’nin aynısı olan Chamyle adında bir Slav kız ile tanışır ve onunla evlenerek bir oğlu ve bir de kızı olur ama aklında hep geçmişi vardır ve bir gün tekrar dönme ihtimali...

Gelgelelim günler geçerken Yusuf, kendini yeniden bir zaman yolculuğu içinde bulur ve bu sefer gözlerini farklı bir zamana açar yani 2071 yılına. Bu yıl oldukça farklı bir yıldır. Öyle ki her şey adeta ruhunu kaybetmiş ve ikiye bölünmüş gibidir.

Şeytani akıllar bir bölge kurmuşken diğer tarafta tek bir Allah’a inancı olanlar da bölge kurmuştur. Yani Siyon ve Babil olmak üzere. Yusuf ilk başta kendini Siyon bölgesinde bulur. Sahte cennet. Burada apaçık yapılan sapkınlıklara şahit olur. İlk önce kaçmak ister ama aklına gelen bir fikir ile onların dediklerini mecburen yapmayı kabul eder ve karşısına yine Cemile’nin aynısı olan bir kadın çıkar. Bu sefer Siyon'un başında olan Juda’nın kızı Camilla olarak.

Ne var ki kalbi bu zamanda da onu tekrar isteyerek bir evlilik yapar ve bir oğlu daha olur. Fakat zaman geçtikçe Camilla, Yusuf’a kaçmasını söyler. Yusuf da karısını ve oğluna alarak Babil'e kaçar. Orada iyi ve inançlı insanların olduğunu görünce sevinç içinde kalır. Tam “mavi gökler görüyorum, ve de beyaz bulutlar aydınlık kutsanmış gün...” derken kader bir kere daha aynı şeyi ona yaşatarak, kendini 2023 yılında bulur. Bundan sonra yaşadıkları ise acı ve hüzün ile gözler önüne serilir.

Nitekim Yusuf için her şey geri dönülmez bir noktaya varmıştır. Gerçeklik artık onun çok uzağındadır. Üstelik onu hayata bağlayacak yegâne aşkını da sükut-u hayal ile kaybetmiştir. Ve yapması gereken son bir tercih kalmıştır.

Kitap, günümüz sorunlarına ışık tutarken bir insanın kalbinin ne kadar mühim olduğunu ve onunla neler başarabileceğinin sırrını da veriyor. Ve okudukça şunu çok daha iyi anladım ki şeytani akıl, bu yüzden ilk önce insanın kalbine saldırıyor. Çünkü onlar da biliyorlar ki bozulmamış bir kalbin karşısında hiç kimse zafer kazanamaz. Ancak kimyası bozulmuş bir kalbin karşısında zafer kazanılabilir.

Mutlaka okunması gereken kitaplardan biri olduğunu söyleyerek, iyi okumalar dilerim.

Kitaptan sevdiğim birkaç alıntı:

"Allah’ım bana sükunet ver. Hem bedenen, hem kalben..."

"Alfabe kalptedir ve bütün yazılar kalpten başlar, yine kalpte biter."

"İnsan kalbi, evladım, bir hazinedir. Ruhun hazineye ulaşmasını sağlayacak rehber akıldır. Ruhu hazineden mahrum etmek isteyen nefis ise bir düşmandır."

"Acaba dünyada insanların birbirini öldürmedikleri, cedelleşmedikleri bir zaman var mıydı? Gülümsemek o kadar mı zor, barışmak o kadar mı imkânsızdı?"

"Dijital gözlüklerini takıp sanal dünyalarda heyecan arayan, kalbiyle hissetmek yerine dokunma hissini kopyalayıp tatmin olan, suretini veya ruhunu hayali tatillerde eğlendirirken hastalıklı varlığını ve yaşlı bedenini yatakta avutmaya çalışan insanlar dünyayı değiştirebilir mi sence?"

"Zaman hem dost, hem düşmandı. Hem mazlum, hem zalim. Aktıkça köpüren bir nehir, durdukça kuduran bir şehir... Özlem ve sevdanın tuzağı. İyi ile kötünün, iyilik ile kötülüğün yolunu ayıran bir despot. Bazen rahmette zahmet, bazen zahmette rahmet... Hayırda şer, şerde hayır..."

Fatma Saldıran
twitter.com/Fatmasldrn_

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder