7 Temmuz 2022 Perşembe

Vicdanımızla davranışlarımız arasındaki uçurum

Av Mevsimi filminde Komiser Ferman’ın ekibindeki genç polislere ders anlattığı sahneyi hatırlayalım. Tek bir noktadan bakarsanız tek bir şey görürsünüz demişti. Üstelik o görünen şey bizi hedefimize götürecek şey mi yoksa hedefle, yani gerçekle aramızda bir engel mi onu da bilemeyiz. Bu durumda elimizde tek ve en önemli şey kalıyor: bakış açımızı değiştirmek. “Kendimize bir aralık bulacağız ve gerçeği görebilmek için oradan bakacağız” diyerek dersini bitirmişti Komiser Ferman. Okumanın insana sağlayacağı en kıymetli şeylerden biri işte bu: aklın zincirlerini çözmek, yani bakış açısını değiştirmek.

Eğer insan okudukları karşısında şaşırmıyorsa, rahatı kaçmıyorsa, şüphe ettiği meselelerin peşine düşme kararı almıyorsa, tek bir gerçek olmadığını anlayamıyorsa neye yarar o okumak? Cevap: Kafa konforuna. Kafa konforu, birçok okurun fark etmeden içine düştüğü bir kuyudur. Hep aynı şeyleri okumak, hep aynı şeyleri söylemek, bir süre sonra kişinin varlığını tehdit eder. Başkalarının tek doğru bildiği şeylerle, başkalarının anlam dairesiyle düşünüp konuşmak ve hatta yazmak, yıkıcıdır. Enkazın altında ilk kalan da kafa konforuna sahip okur olur.

Gündüz Vassaf her okuyanına “nanik” yapan bir kafaya sahip. İstiyor ki rahatı kaçsın insanların. Kendi çevrelerinden çıkıp başka çevreleri ve oradan bütün insanlığı düşünsünler biraz. En çok okunan kitabı Cehenneme Övgü’yü düşünelim. Yeni zamanların tüm numaralarını ve hilelerini ortaya sermişti. Tarihin insanlar eliyle silindiğini, bilgiye ve habere boğulan totaliter toplumlarda hafızanın ancak hastalandıktan sonra akla gelen bir ‘şey’ olduğunu anlatmıştı uzun uzun. Onun bir psikolog olarak modern çağın psikoloji anlayışını reddetmesi ise hep ilgimi çekmiştir. Nilay Örnek’in podcast serisi Nasıl Olunur’da “Eskiden babaya soralım, baba bilir denirdi. Şimdi en son söylenen baba, hiçbir şey bilmeyen baba, baba şamar oğlanı oldu. Kadını anlayayım derken erkekliğini unutur oldu. Kadının, azıcık erkeğin elinden tutup düştüğü bu durumdan kurtarması gerekiyor.” diyerek meseleye kimsenin bakmaya cesaret edemediği bir yerden bakmıştı. Derken pandeminin önümüze serdiği gerçeği de en acımasız biçimde anlatmıştı: “Artık anne de baba da çalışmaya mecbur. Çocuğuyla beraber olmaya alışık değil. Aynı saatte yemek bile yiyemiyorlar. Şimdi yan yana gelince ne yapacaklarını şaşırdılar çünkü aile artık aile değil. Çocuklara tahammül yok. Çocuklarımız için ‘son kölelerimiz’ diyorum.

Her kitap iz bırakır, muhakkak bırakır. Ancak önemli olan bıraktığı izin ne kadar sahici bir iz olduğu. Çünkü bazı izler kolay silinir, bazıları da ömür boyunca bakış açınıza, yaşama biçiminize tat katar. Bu tat her mevsimde, her zorlukta ve aşamada kendini gösterir. İşte o zaman okumanın gücü ruhu ayağa kaldırır. Dil, yeni bir şey söylemekle değil onunla buluşan ruha kattığı anlam boyutunda kuvvetlidir. Cehenneme Övgü bu nedenlerle çok güçlü ve iz bırakan bir kitaptı. Vassaf’ın hatırlattığı bir Nâzım Hikmet dizesinin (“Bir çocuk gibi şaşarcasına bakarak yaşamak”) ruh bulduğu bir bakış açısı değiştirme rehberiydi sanki.

Geçenlerde “Medeniyet, Kültür, Sanat” adlı kitabını okudum. 1996’dan 2012’ye kadar yazdığı gazete yazılarından oluşuyor. Bir solukta okunurken pek çok yeni bakış açısını da okura parmak sallamadan sunuyor. Kabul et veya etme, dünyada olup bitenler sadece senin görebildiklerinden ibaret değil, çok başka şeyler daha oluyor, üstelik bunlar olurken sen bambaşka şeyler izliyorsun diyor denemeler. En kıymetli olanı da insanın varlığını sorguladığı zamanların geride kaldığını hatırlatması. “Şehirlerimizi aydınlatmadan, reklamların neon ışıklarına boğmadan önceki yıllarda başımızı kaldırdığımızda yıldızları görür, ‘Kimiz? Nerden geldik? Nereye gidiyoruz?’ diye sorarken haddimizi bilirdik.” diyor Gündüz Vassaf. Sahiden de öyle. Gökyüzünü daha çok seyredebildiğimiz zamanlarda hayat daha farklı akıyordu sanki. Hem kendimize hem de tabiata daha saygılıydık, haliyle diğer insanlara da. Yani yaratılmış her şeye. Evet, Vassaf’la bambaşka anlam siperlerinden yeryüzüne bakıyor olabiliriz ama bize sorgulattığı şeylerin her biri günümüzde daha da değerli. Eğitim sistemimizden otomobil sevdamıza, başkalarını yargılama bağımlılığımızdan kendi kusurlarımızı bir türlü görememe durumumuza kadar insan ve memleket okuması yapmak için mühim denemeler bunlar. “Ancak kendi düşüncelerinin doğruluğuna kuşkuyla bakanlar, başkalarının düşüncesinin kıymetini bilebilirler.” sözünü bir kenara yazalım ama yazmakla kalmayalım, düşünelim. Şunu da unutmayalım: “Uygarlaştık diyerek kendimizi aldatıyoruz. Dünyada insanların üçte biri kadar aç, hasta ve işsizken buna seyirci kalan bir düzene uygar denilemez.

Yazıyı bitirirken, tüm bu denemelerden çıkan neticelerden biri de kendisine dost olamayan insanın hiçbir kimseye, hiçbir şeye dost olamayacağı. Modern insan yalnız kalmaktan korkuyor; yalnız yürüyemiyor, yalnız yemek yiyemiyor, yalnız sinemaya gidemiyor. Tüm bunlar olurken kitap okuyamamasını da çok sorgulamamak lazım. Çünkü kitap okumak konfor kaçırır. Kişiyi hem yazarın hem de kendi düşüncelerinin arasında bir girdaba sokar. O girdaptan sağ çıkmak da mümkün, hasarlı çıkmak da. Yaralanmak insana mahsus ve oldukça kıymetli. “Beynin en iyi şekilde çalışması ve bireyin en yüksek potansiyelini yerine getirmesi için yalnız olma becerisinin geliştirilmesi gerekir. Öğrenmek, düşünmek, yenilik ve kişinin kendi iç dünyasıyla iletişimini sürdürmek yalnızlık sayesinde kolaylaşır.” diye yazmış İngiliz psikiyatr Anthony Storr, Bir Başına’da. Deneme okumak zaten kıymetli olan yalnızlığı daha da kıymetlendirir. Ancak dönüp yeniden insanlar arasına karışmak gerekir. Aksi deliliğe merhaba demektir. Yaşa, oku, sonra tekrar yaşa. Gündüz Vassaf “önce insan sonra kitap” diyor, haklı.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder