3 Mart 2022 Perşembe

Tanzimat neyi tanzim, ıslahat kimi ıslah etti?

Teknik açıdan modernleşme sürecimiz öncesine uzansa da özellikle sosyal bilimlerde toplumsal, kültürel ve siyasi alanlara etkileri ve neden olduğu dönüşüm nedeniyle Tanzimat Fermanı milat olarak alınır. Bu dönemle birlikte modernleşmenin yanında sosyo-kültürel anlamda nevzuhur bir Batılılaşma söz konusudur. Modernleşme tüm tezahürlerinin ötesinde soyut-düşünsel derinliği olan (teorik) bir olgu iken Batılılaşma doğrudan somut-vakıa (pratik) üzerinden öykünmeye matuftur. Uygunluğu veya faydasının olup olmadığı tartışılır lakin modernleşmeden Batılılaşma hevesine düşmüş bir devlet/toplum olduğumuz ve bu yüzden arafta kaldığımız gerçeği tartışmaya kapalıdır. Bu bağlamda yakın tarihe yönelik literatüre baktığımızda Tanzimat ile başlayan süreci ele alan çalışmaların büyük oranda yanlı olduğunu görürüz. Çalışmanın bilimsel, felsefi ya da edebi olup olmaması bu tavrı değiştirmiyor maalesef. Ya aşırı savunmacı veya tümüyle reddeden yorumlar konunun metodolojik, sağduyulu ve hakkaniyetli ele alınmadığını gösteriyor. Osmanlı aydın ve bürokratlarının ortaya koyduğu birikimi anakronizme düşmeden değerlendiren çalışmaların azlığı dikkat çekiyor. Oysa her ne kadar hataları olsa da, özellikle Osmanlı’nın son yarım yüzyılındaki birikimde bugünkü entelektüel seviyenin üzerine çıkabilen düşünsel derinlik ve çeşitlilik olduğu görülür. Ne yazık ki aynı düşünsel derinlik ve zenginliği Cumhuriyet döneminde uzun süre göremeyiz ve hatta bugün de gördüğümüz meçhul diyebiliriz. O günün zor şartlarından büyük bir özveriyle kendini yetiştirmiş bu insanların devletin en zor durumunda el yordamıyla bir şeyler yapmaya çalıştığı gerçeğini görmeyerek yapılan ideolojik değerlendirmeler bir fayda sağlamayacaktır. Evet, Osmanlı aydını doğru ve haklı çıkarımları kadar yanlış ve hatalı çıkarımlarda da bulunmuş ve istenmeyen mecralara savrulmuştur fakat bu durum düşüncenin üretildiği ve geliştiği ortamda doğal olanıdır. Dolayısıyla Osmanlı aydınını ele alırken dikkatli davranmak hem bilginin/bilimin izzeti, hem değerlendirilen kişiye saygı ve hem değerlendiren kişinin öz saygısı için zorunludur. Ancak böyle bir rikkatle yapılan değerlendirmelerin fayda sunması beklenir.

Onlardan biri olduğunu düşündüğüm Türk Düşüncesinde İstikamet Arayışı adlı çalışma Osmanlı’da Tanzimat ile başlayan ve hem modernleşme hem de Batılılaşma çabalarını içeren düşünsel serüvenin izini sürüyor. Mahya Yayıncılık tarafından neşredilen eser yüz doksan iki sayfadan oluşuyor. Türk Düşüncesinden İstikamet Arayışı, Vahdettin Işık’ın doktora tezinin bir bölümünün yeniden ele alınarak düzenlenmesiyle oluşturulmuş. İçerik, Giriş ve Sonuç kısımları hariç dört bölüme ayrılmış diyebiliriz. Bölümler sırasıyla Tanzimat’tan Kalan Miras, Kendini ve Muhatabını Yeniden Tanımlama İhtiyacı, Kavram Değişimi ve Doğu-Batı Kavramlarının Yeni Kullanımları, Doğu ve Batı Tartışmalarında Üç Tutum şeklinde isimlendirilmiş. Yazar çalışmanın amacını “Doğu ve Batı kavramları dolayımından, II. Meşrutiyet dönemi Türk düşüncesindeki istikamet arayışını göstermek” olarak açıklıyor. Mesele Doğu-Batı diyalektiği olunca ben-öteki gerilimi, Avrupa-merkezci bakış açısı ve tarih yazımı, oryantalizm, modernite, Aydınlanma, emperyalizm gibi konular doğal olarak doğrudan mevzunun içine giriyor. Bu paketin içine farklı yönleriyle direniş çabasını da eklemek gerekiyor. Sosyal, siyasi, kültürel, ekonomik ve nihayetinde dini açıdan çok yönlü, çok kapsamlı, çok saçaklı bir etkileşim ağından bahsediyoruz.

Vahdettin Işık kapsamı daraltarak II. Meşrutiyet dönemine yoğunlaşıyor fakat elbette buraya nasıl gelindiğini göstermek için Tanzimat’tan Kalan Miras başlıklı bölümde on sekizinci yüzyıl Avrupa’sının on dokuzuncu yüzyıla yığdığı düşünsel iklim ve bu iklimin Doğu’ya yönelik yorumlarını özetliyor. Dönemin bağlamı içinde neyin amaçlandığı ve nasıl bir yol izlendiğini göstermeyi deniyor. Diğer yandan Batı’nın bu çabasının Doğu’da nasıl yankı bulduğu ve ne tür sonuçlara yol açtığını göstermeye çalışıyor. Tanzimat denilen şeyi tam da bu çabaların bir sonucu olarak okumak mümkün. Okur bu bölümde Tanzimat’ın amacı, işlevi ve bir açıdan sonuçlarıyla karşılaşıyor. Yazar, ikinci bölüm olan Kendini ve Muhatabını Yeniden Tanımlama İhtiyacı’nda modern Batı’nın tanımlamalarına karşı hem Batı’yı tanımak ve kendini konumlandırmak isteyen Doğu’nun pek sistematize olamayan çabaları üzerinde duruyor. Bu süreçte ortaya çıkan en önemli şeyin kavramsal karmaşa olduğu görüyoruz. Zira Batılı kavramları kullanmak zorunda kalan bir düşünce evreninin oluşu etkinin boyutlarını arttırıyor. Bununla birlikte gelenekten alınan bazı kavramlardan faydalanmak isteyen girişimler de bulunuyor fakat yeni durum karşısında yetersiz kalan kavramların içeriklerinin değiştirilerek kullanılma gerekliliği yeni sorunları ortaya çıkarıyor ve özellikle dini açıdan gelenek-yenilik çatışmasına yol açıyor. Yaşantının içinde faal olan eski kavramların yetersizliği bir yana, hayatı bambaşka bir boyuta taşıyan yeni kavramların gücü ve içeriği değiştirilmek durumunda kalınan eski kavramların uyum sorunu kafaların karışmasına neden oluyor. Müslümanların entelektüel ortamını en net yansıtan bölüm burası diyebilirim.

Kavram Değişimi ve Doğu-Batı Kavramlarının Yeni Kullanımı başlıklı üçüncü bölüm Batı düşüncesi içinde Doğu-Batı kelimelerinin nasıl asli (yön bildiren) hüviyetinden soyutlanarak siyasi ve dini birer kavram hâline gelişini ele alıyor. Metnin bu bölümü Doğu karşıtlığı üzerinden şekillenen Batı düşüncesinin bir yandan kendisine mevzi kazanırken bir yandan da yaptıklarını nasıl meşrulaştırma yöntemine dönüştürdüğünü açıklıyor. Yazar bu durumu sorun hâline getiren şeyin, Doğu için yön bildiren, coğrafik veya etnik etnik isimlerin salt birer sözcük olmanın dışında bir anlamı olmamasına karşın Batı’nın kategorik indirgemelerine maruz kalarak oryantalist söylem ve eylemlere dayanak yapılması olduğunu savunuyor. Işık, Batı’nın buradaki indirgeme ve politize etme süreçlerini felsefi ve tarihsel arka planıyla birlikte değerlendiriyor. Dolayısıyla biraz özet de olsa Doğu-Batı gerilimi haritalandırıyor. Bu bölümde dikkat çeken bir başka konu ise İslami gelenekte önemli bir misyonu olan fıkıh ilminin yeni dönemdeki konumu diyebiliriz. Batı’dan etkilenen Müslüman aydınların fıkhın alanına giren yorum ve çözüm önerilerine ulema tarafından sert şekilde karşılık veriliyor. Buradaki keskin dönüşümün bugün de yansımalarını yaşadığımız yeni bir tartışma boyutunun ortaya çıkmasına neden olduğunu görüyoruz. Geleneksel anlayışın yetersiz kaldığı düşüncesi modern dünyaya yönelik yeni bir dil ve yorum getirme çabasını güdüyor. Bir anlamda fıkıh geleneği modernite ile çatışma içine giriyor.

Yazar, Doğu ve Batı Tartışmalarında Üç Tutum başlıklı dördüncü bölümde şimdiye kadar yaptığı analizlerden yola çıkarak Tanzimat’ın birikimine de içine alacak şekilde II. Meşrutiyet döneminin düşünsel atmosferini yorumluyor. Osmanlı aydınının Doğu-Batı geriliminde nerede durduğu göstermeye çalışan Işık, ortaya çıkan düşünce evrenini başlıca üç kategoriye ayırıyor. Literatürde İslamcılık, Batıcılık ve Türkçülük şeklinde yapılan tasnif, Işık’ın başlıca temsilcileriyle birlikte yeniden kategorize ettiği şekliyle İslami Tecdid Hareketi, Garbçılık (Batıcılık) ve Telifçilik olarak sıralanıyor. Işık dönemin entelektüel düşüncesinin Batı ve İslam ile ilişki kurma biçimleri bu yeni tasnifi gerekli kıldığını savunuyor. Bu bölümdeki tartışmalar Sırat-ı Müstakîm ve İctihad dergilerinde yer alan yazılardan yola çıkılarak yapılıyor ve metnin tamamı bu iki derginin yayın politikasına göre yorumlanıyor.

Türk Düşüncesinde İstikamet Arayışı’na yönelik üç temel eleştirim var. İlki, metnin ele alış biçiminin Doğu-Batı geriliminin modern dönemde ortaya çıkmış gibi bir görüntüye yol açıyor oluşu. Oysa Antik Yunan metinlerinde de biliyoruz ki Doğa-Batı diyalektiğinin kökeni antikiteye kadar uzanıyor. Bu yönüyle yön, coğrafya ve etnik kimlik bildiren sözcüklerin Doğu’da kısmen politize olmadığını söylemek mümkünse de Batı’da tam tersi olduğu kesindir. Bu gerçek doğal olarak oryantalist söylem ve ötekileştirme temelli hem teorik çalışmaların hem da pratikteki uygulamaların iskeletini oluşturuyor. İkincisi, iki dergiyle kısıtlanan çalışmanın kapsamının genele teşmil edilerek yorumlanmasının -ki bu eleştiriyi yazar metin içinde kendisi de yapıyor- yol açtığı muğlaklık. Bu özelliği metni bir yanıyla kısıtlarken diğer yandan başlığın altını tam olarak dolduramamasına yol açmış görünüyor. Dönemin aydınlarının düşünce evreninin daha geniş daha çeşitli olduğu kanaatindeyim. Üçüncüsü ise ulusçuluk veya Türkçülük tasnifinin farklı bir kategori içine dâhil edilerek bir şekilde silikleşmesi sonraki dönemin politikalarını anlamlandırmada eksikliğe neden olabileceği tehlikesine neden olması diyebilirim. Zira Cumhuriyet’in hem kurumsal hem de kuramsal açıdan hangi fikir üzerine inşa edildiğini söylemeye gerek yok. Elbette şerh düştüğüm yerler daha fazla lakin konu bağlamında biraz tali kaldığı için alanı daha fazla işgal etmek istemem.

Kitapla ilgili iki konunun ise beğeni seviyemi farklı boyuta taşıdığını söylemeliyim. Bunlardan ilki, bir tanıdıktan nostaljik bir kartpostal almış gibi insanın içini ısıtan kapak çalışması oldu. Bu nezih çalışma bir okur olarak beni alıp kitabın ya da bağlamın içine konumlandırdı. Diğeri ise sessiz bir manifestoya dönüşmüş Sonuç bölümü. Açıkçası metnin geneli çok kıymetli, çok öğretici, zihin açıcı fakat sonuç bölümünün başka bir boyuta kapı araladığı kanaatindeyim. Okunup okunup notlar alacak, dersler çıkaracak, üzerine düşünüp fikir üretilecek nitelikte zengin bir metin olmuş. Türk Düşüncesinde İstikamet Arayışı Osmanlı aydınının modernleşme ve Batılılaşma sürecini nasıl ele aldığına özet ama derinlemesine bakma imkânı tanıyor. Umulur ki kazanılan özgün bakış açısıyla bugünü de içine alan ve hamaset içermeyen bir yorumlama ayrıcalığı sunar.

Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder