31 Ekim 2014 Cuma

Çünkü İstanbul olmak bunu gerektirir

Kışın artık hanemize ve ensemize çöreklendiği bu günlerde, hem içine kapanan hem de yeni bir macera arayan ruhlar için (ilginç, bu iki zıtlığa birden hitap eden çok kitap da bulamazsınız) Murat Gülsoy'un Gölgeler ve Hayaller Şehri'nde romanı lezzetli bir okuma sunuyor.

Murat Gülsoy'u bilenler elbette, az sonra bildiklerini söylediğimden şikayet edebilir. Lakin benim gibi geç tanışan okuyucular için yazarın birkaç temel özelliğini vurgulamak gerekiyor. Öncelikle yazar hem Türk hem Dünya edebiyatına olan hakimiyetini eserlerine başarı ile dokuyor. Öyle ki, bir süre sonra yabancı bir yazarı mı yerli bir yazarı mı okuduğunuz konusunda kafanız karışabiliyor. Ne oralı ne buralı. Bu Türk aydınlarına da sıklıkla sirayet eden bir kargaşadır. Anadolu'nun iki zıt kültüre harman olması, bu toprak sanatçısını da ilginç bir yere koyuyor. Gölgeler ve Hayaller Şehri'nde de bu noktaya parmak basıyor ve ikilik etrafında zarifçe süzülüyor aslında.

Kitap, yarı Türk yarı Fransız Fuat'ın çocukluğunda kaçtığı İstanbul'a istibdat döneminin bitişini inceleyen bir gazeteci olarak dönmesi ile başlıyor. Karakterimiz, geçmişinin gölgeleri ve sürüklendiği maceraların ruhuna zikrettiği hayalleri arasında kendi yolunu bulmaya çalışırken; farkına varmaksızın İstanbul'u geziyor, bizi de yol arkadaşı yaparak elbette. Şehrin kuytularında onun geçmişine ilişkin parçalar ile kendi memleketimizin geçmişine ilişkin parçaları birlikte keşfediyoruz ve şimdinin (hem karakter hem ülke için) olmamışlığının altındaki tecrübeleri idrak ediyoruz.

Hem bir ülke, hem bir şehir, hem de ana karakter aynı anda; intihar, özgürlük, umut, baskı ve yalnızlık içinde sürüklenir iken macera ve bıkkınlık birbirine dahil oluyor; muazzam bir kurgu ile sislere karışıyoruz.

Kitaba ilişkin duygular temel olarak bunlar aslında. Daha teknik bir inceleme yapmak gerekir ise, dili akıcı ve insanı yormadan romana dahil ediyor. Asla okuyucu yoran bir sayfa okumuyorsunuz. Buna mukabil iyi bir okuma yapılmış belli ki, yazar tarihsel romanın altından rahatlıkla kalkmış gözüküyor. Bunu yaparken kendi tarzı ve sanat yolculuğundan da feragat etmek zorunda kalmamış. Bu sayede sizi konuya iten değil, konuya çeken bir eserin sayfalarını çeviyorsunuz. Ayrıca İstanbul'un hem sevdiren hem nefret ettiren yüzü; o efsunu mutlak surette muhafaza edilmiş. Biz şehir sakinlerinin içinde bulunduğu bu ikiliğin yüzyıllık bir mesele olduğunu fark ettiğinizde pencereden dışarı bakıp tebessüm edebilmek gayet mümkün.

Bir diğer ve benim ilgimi çeken özelliği, bu tarihsel romanda yazar savaş, entrika, saray gibi çok-satan konulara girmek yerine, sizi gerçekten yüzyıl öncenin İstanbul'unda gezdiriyor. Şehir o kadar güzel hissettirilmiş ki, metindeki mekan kavramı rahatlık ile bir karakter kazanıyor. Bir yerden sonra okuyucu da, karakter de, romanın uğraştığı meseleler de İstanbul'un aynadaki yansıması olduğuna kanaat getiriyor. Kitabın adının da bu bilgiler ışığında çok doğru ve yerinde bir tercih olduğu muhakkak. Cervantes'in Don Kişot'unda yaptığı gibi Murat Gülsoy'un da metinle alakasını reddetmesi ve buna uygun yerleştirilen çevirmen ve yayıncı notları da ayrıca hoşa gidiyor.

Siz de ikiliklerden bunalmış, ruhunuzu bir yere oturtamaz bir duygu içerisinde iseniz, yahut İstanbul'u seviyorsanız, yahut ne okuyacağınıza ilişkin kafanızda bir soru işareti var ise; son dönemin en iyi romanlarından biri olan Gölgeler ve Hayaller Şehrinde'yi ruhunuza armağan edebilirsiniz.

Yalım Yarkın Özbalcı
twitter.com/YalimYarkin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder