Bazı düşünürlere göre Sanayi Devrimi, bazılarına göre de II. Dünya Savaşı; bugün "modern insan" denilen karakteri ortaya çıkarmıştır. Kimi düşünürlere görse bunu Rönesans'a kadar götürmek dahi mümkündür. İşte bu modern insan öyle bir hızın ve değişimin içinde sarsılmaktadır ki yaşamın anlamı üzerine düşünmeye fırsatı kalmamıştır. Dolayısıyla anlamdan uzak, anlamsız, anlam kaybına maruz kalmış bir karakterdir. Bu da intihardan anksiyete, yani en büyüğünden en küçüğüne birçok hastalığın sebebi olmuştur.
Batıdan doğuya birçok üniversitede 1980'lerden bu yana anlam üzerine anketler, araştırmalar yapılıyor ve yeni psikoterapi yöntemleri geliştiriliyor. Bunların sonucunda en büyük sorun olarak "anlam" ortaya çıkıyor. Stanford Üniversitesi'nden Irvin D. Yalom, Varoluşçu Psikoterapi eserinde "Psikiyatrik ayakta tedavi kliğine başvuran kırk hastadan on ikisi (%30) anlamla ilgili önemli sorunlardan şikâyetçiydi" diyor. Kaliforniya'daki bir üniversiteden çıkan sonuç buyken ondan binlerce kilometre doğudaki Viyana'da da değişen sadece yüzde birlik dilim. Viyana'da nüfusun yüzde yirmi dokuzu yaşamlarında anlam olmadığından şikâyetçi. O yıllardan bu yıllara rakam iyice artıyor. İntiharların da boşanmaların da ve hatta şiddetin de nevrozun da altında yatan sebeplerden biri olarak "anlam" çıkıveriyor.
II. Dünya Savaşı'nın ne tür felaketlere sebebiyet verdiğini tarih okurları bilir. Mesela insanlık tarihinden Auschwitz-Birkenau adlı bir toplama kampı (utanç merkezi) geçmiştir ki buraya yerleştirilen 1.300.000 insanın %90'ı gaz odalarında öldürülmüştür. Aynı zamanda zorunlu çalışma ve insanlık dışı işkenceler de yine bu kampta yapılmıştır. Alman felsefeci ve bestekâr Theodor W. Adorno her ne kadar "Auschwitz'ten sonra şiir yazmak barbarlıktır. Çünkü kültürün kimliği ve kritiği, kültür diyalektiğinin en son basamağında barbarlığın karşısında durmaktadır." dese de hâlâ ve iyi ki şiir yazılıyor. Öyle ki Auschwitz'ten sonra şiirle terapi görmüş, iyileşmiş birçok hasta ve esir de olmuştur. Fakat Auschwitz hakkında hâlâ konuşulması gerekiyor ki tekrarı veya benzerlerinin yaşanması asla mümkün olmasın.
Viktor E. Frankl, Avusturyalı bir psikiyatrist. Aynı zamanda nörolog. Varoluşçu terapinin üçüncü önemli ismi. Diğer iki ismiyle ilişkisini kısaca şöyle anlatabilirim: 15 yaşında iken Sigmund Freud ile mektuplaşıyor, 16 yaşında “Hayatın Anlamı” (Der Sinn des Lebens) konulu ilk konferansını veriyor. 19 yaşına geldiğinde ise ilk makalesini yayınlıyor. Freud'u hayatında sadece bir defa görmüş ve onunla yazışmış olan Frankl, öğrencisi olmayı kabul etmiyor. Fakat ilk makalesinin tanınmış bir psikoanalitik dergide yayınlanmasını da Freud'a borçlu olduğu belirtmiştir. 1924'ten sonra Freud ile bağını koparmış olan Frankl 1925 itibariyle Alfred Adler ile birlikte çalışmaya başlıyor. İkinci psikoterapik aşama olarak tanımladığı bu süreç boyunca makalelerini önemli dergilerde yayınlamayı sürdürüyor. Ancak çok geçmeden 1926 yılında Adler'le de ters düşüyor ve böylece Bireysel Psikoloji Derneği'yle olan ilişkisi de kesilmiş oluyor. Frankl gelecek yıllar içinde Oswald Schwarz ve Rudolf Allers ile çalışıyor ve Max Scheler'in eserlerinden etkileniyor. İnsanî görüşlerinde köklü değişiklikler yapmasına sebep oluyor. 1943 yılına gelindiğinde hayatı tam ortadan ikiye bölünüyor: Pek çok Viyana'lı Yahudi gibi Frankl da karısı, babası, annesi ve kardeşi ile birlikte Nazi'nin SS subaylarınca tutuklanarak Auschwitz toplama kamplarına naklediliyor; kızkardeşi dışında tüm ailesi gaz odalarında can veriyor. Frankl bu gerçeği ancak 1946'da Viyana'ya dönebildiğinde öğrenebiliyor. Bu kötünün de kötüsü olan tecrübe Frankl için logoterapi (Anlam Merkezli Terapi) adını verdiği kuramının da daha sağlam temellere, yaşanmış acılara ve hayatın gerçeklerine oturmasını sağlıyor. Hatta bu terapi yöntemiyle birçok hasta, tedavi oluyor. Yazdığı kitaplar sayısız dile çevrildi, kaynak kitap olarak gösterildi. Bu kitaplardan biri olan İnsanın Anlam Arayışı 2008 yılında Okuyan Us Yayınevi tarafından ilk baskısını yapmıştı. Temmuz 2016'ya geldiğimizde 34. baskısını görmek harikulade çünkü ülkemizde işin ehli olmayan insanların kişisel gelişim kitapları dışında İnsanın Anlam Arayışı gibi birçok kritik kitap da bulunuyor. Doğru kitabı bulmanın iyice zorlaşmasının dahi inanın anlam arayışıyla bir ilgisi var.
"İnsan, kendini belirleyen bir varlıktır. İnsan, ruhtan öte bir şeydir." diyen Viktor Frankl, geliştirdiği logoterapiyle insanın anlamı üç farklı yolla keşfedecebileceğini söylüyor: Bunlardan ilki bir eser yaratmak, bir iş yapmaktır. İkinci yol, yaşamaktır. Doğayı, kültürü ve insanı yaşamak, onları sevmek. Özellikle de bir insanı sevmek. Logoterapide anlamı bulmanın üçüncü yolu ise acıdan kaçmamaktır. "Çektiğim acının ne anlamı var?" diye sorabilen insanın cevabı, anlamı gizler. Logoterapide Frankl, en çok sevginin üzerinde duruyor ve şunu söylüyor: "Yaşamımda ilk kez onca şair tarafından dile getirilen, onca düşünür tarafından nihai bilgelik olarak ortaya konan gerçeği gördüm. Gerçek: İnsanın özleyebileceği nihai ve en yüksek hedef, sevgidir.". Nitekim insanın kendini gerçekleştirmesi yolunda en büyük güç de yine sevgide, 'kendini adama'dadır ona göre: "Kişi, hizmet edeceği bir davaya ya da seveceği bir insana kendini adayarak ne kadar çok kendini unutursa, o kadar çok insan olur ve kendini de o kadar çok gerçekleştirir."
Bugün annelik duygusunu beslediği kediyle veya köpekle karşılayacağını, canının sıkıntısını alışveriş yaparak geçireceğini, şifayı yalnız modern tıpta bulacağını, maaşındaki artışla insanlığını yücelteceğini, takım elbise giyerek özel olacağını, hızlı bir yaşamla mutluluğu yakalayacağını, 25 katlı ve havuzlu bir konutun ev anlamına geldiğini, cipe binmenin saadet getireceğini, sıkıntıları çözecek formüller geliştirmek yerine huzurun kaçmakta olduğunu, yaşamak sevgisinin haz peşinde koşarak geleceğini zanneden her insan; 'anlamsız' insandır. Yaptıklarının hiçbir anlamı olmadığının farkında değildir ve bu yüzden de çabuk sıkılır, huzursuzdur, mutsuzdur, güçsüzdür, bezgindir ve hastadır. Şifası anlam'da saklıdır.
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf